Özgür basın susturulamaz
Selahattin ERDEM yazdı —
- Özgür basın emekçileri, söz konusu saldırılar nedeniyle en küçük bir moral düşüklüğünü asla yaşamasın. Tersine faşizme karşı mücadelede oynadığı rolü görerek, her zaman daha moralli ve coşkulu olsun. Özgür basının susturulamayacağını her zaman haykırsın. Çünkü o özgürdür ve temelleri hiçbir saldırıda yıkılmayacak kadar sağlam atılmıştır.
Faşist Tayyip Erdoğan diktatörlüğünün kış boyu propagandasını yaptığı yeni saldırı hazırlığının ilk adımları Metina gerillasına yönelik kısmi saldırı ile özgür basına yönelik saldırı biçiminde gerçekleşti. Türkiye’de dokuz basın emekçisi gözaltına alınırken, Belçika Devleti tarafından 23 Nisan gününün ilk saatinden itibaren Stêrk TV ve Medya Haber TV yayın merkezlerine dört saat süren eşkıyavari bir saldırı düzenlendi. Böylece faşist-soykırımcı Tayyip Erdoğan diktatörlüğünü ayakta tutan esas güçlerin kimler olduğu da bir kez daha açıkça görülmüş oldu.
Kuşkusuz söz konusu saldırı çok büyük bir tepki topladı. Nitekim geçtiğimiz haftanın en çok tartışılan konusu oldu. Halen de aynı yoğunlukta tartışılmaya devam ediliyor. Herkesten önce özgür basın emekçileri dik durup faşizm destekçisi söz konusu saldırıya karşı mücadele ediyor ve basın özgürlüğünü en üst düzeyde savunuyor. Yaptıkları açıklamada çok haklı olarak şu soruyu sormuş bulunuyorlar: Belçika Devleti söz konusu saldırıyı yapmak için AKP-MHP faşist yönetimiyle hangi pazarlıkları yaptı ve saldırı karşılığında neler aldı? Elbette muhatapları tarafından söz konusu soruya herhangi bir cevap verilmiş değil ve soranlar tarafından verilmesi de beklenmiyor. Sorunun cevabını demokratik kamuoyunun vermesi esas alınıyor.
Diğer yandan, Türkiye’de ve dünyada çok farklı birçok kurum ve kuruluş tarafından TC ve Belçika devletlerinin özgür basına yönelik söz konusu saldırıları çok güçlü bir biçimde kınanıyor ve özgür basına destek veriliyor. Söz konusu kurum ve kuruluşlar arasında kadın ve gençlik örgütleri, siyasi partiler ve dernekler, işçi ve emekçi kuruluşları, aydın ve sanatçılar var. Dünyada toplumların ruhu ve bilinci olan tüm demokratik kesimler, basın özgürlüğüne yönelen söz konusu saldırıya şiddetle karşı çıkıyorlar.
Bu temelde söz konusu saldırılar çok yönlü olarak irdelenmiş ve değerlendirilmiş bulunuyor. Aslında çok önemli şeyler söylendi ve antidemokratik faşist saldırılar güçlü bir biçimde kınandı. Bu anlamda belirtilecek fazla yeni bir şey kalmadı. Ancak konunun önemi nedeniyle söz konusu saldırı üzerinde durmak ve tekrar da olsa bazı hususları yeniden ifade etmek de gerekiyor.
Çünkü söz konusu saldırıların göze batan çok önemli yönleri var. Örneğin zamanlaması çok ilginç ve dikkat çekici. En başta Metina’da Kürdistan Özgürlük Gerillasına yönelik yeni işgal saldırıları ile eş zamanlı gerçekleşiyor. Demek ki özgür Kürt basınına yönelik saldırılar Kürdistan özgürlük Gerillasına yöneltilen saldırılarla ortak bir planlama temelinde gerçekleştiriliyor. Yani söz konusu saldırıları yapanlar, gerilla ile özgür basını aynı biçimde ele alıp değerlendiriyor. Yani silah ile kalem ve kamerayı aynı biçimde görüyor. Bu da silahlı şiddete dayandırılarak ayyuka çıkartılan ‘Terörizm” yaftasının, sahipleri tarafından aslında ne anlamda kullanıldığını net bir biçimde gösteriyor.
Diğer yandan, söz konusu saldırılar, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluşuna yol açan meclisin açılış günü olan 23 Nisan’da yapılıyor. Yani TC Devletinin bayram olarak kutladığı günde, Kürdistan özgürlük mücadelesinin sesi olan basına yönelik söz konusu haydutvari saldırılar düzenleniyor. Belli ki AKP-MHP faşizmi bu biçimde söz konusu bayram kutlamalarını güçlendirmek istemiş bulunuyor ve bu durum anlaşılır oluyor. Fakat Belçika Devletinin Kürt karşıtı bu kutlamaya niçin katıldığını anlamak elbette zorluk içeriyor.
Yine çokça ifade edildiği gibi, özgür basına yöneltilen 23 Nisan saldırısı faşist şef Tayyip Erdoğan’ın Bağdat ve Hewlêr ziyaretlerinden, kendini Kürt kasaplığına adamış olan Hakan Fidan’ın Avrupa’daki görüşmelerinden kopuk değildir. Demek ki TC yöneticileri mekik dokuma düzeyinde yürüttükleri diplomatik görüşmelerinde özgür Kürt basınının susturulmasını da açıkça pazarlık konusu yapıyorlar. Yani sonunda “Terör olayları görüşüldü” biçiminde açıklaması yapılan görüşmelerde esas olarak Kürt basınının nasıl susturulacağı tartışılıyor.
Diğer yandan, özellikle Belçika Devletinin Stêrk TV ve Medya Haber TV merkezlerine yönelttiği saldırının biçimi de çok ilginç. Söz konusu kurumlar Belçika Devletinin yasalarına göre kurulup işletildiği halde, bu kurumları basan Belçika polisi yasa dışı davranıyor. Herhalde saldırının hedefi Kürtler olunca, Belçika polisi de TC polisine özenmiş ya da kendisini TC polisi sanmış oluyor. Saldırıda amaç gerçekten yasa dışı şeyler aramak olsa, örneğin bu temelde insan veya belge arasa baskını bunlara uygun yapar. Fakat söz konusu baskına bakıldığında amacın bunlar olmadığı açıkça görülüyor. Baskında yapılan her şey, söz konusu baskının mutlak bir düşmanlık temelinde yapıldığını, tamamen zarar ve gözdağı vermenin amaçlandığını, her şey kırılıp dökülerek kullanılamaz hale getirilmenin amaçlandığını açıkça gösteriyor. Peki söz konusu baskını örgütleyen ve gerçekleştiren Belçika kurum ve kişileri Kürtlere neden bu kadar düşmanlar? Esas anlaşılması zor olan soru bu oluyor.
Elbette söz konusu saldırıların üzerinde durulacak başka yönleri de var. Süleyman Demirel’in çok sık kullandığı bir söz vardı, sık sık “Meyve veren ağacı taşlarlar” derdi. Belli ki faşist-soykırımcı zihniyet ve sisteme karşı mücadelede özgür basın çok önemli bir rol oynuyor ki, faşist-soykırımcı güçler hem de en başta özgür basını hedefliyor. Özgür basına yönelik saldırılarını gerillaya yönelik saldırılarla birlikte yürütüyor. Kuşkusuz bu durum, özgür basın için gurur verici bir durumdur. Özgürlük mücadelesinde önemli bir anlama sahip olduğunun ve rol oynadığının açık göstergesidir. Elbette özgür basın söz konusu bu görevin gereğini bundan sonra da başarıyla yerine getirecek, üslendiği rol ve misyona uygun çalışacaktır.
Diğer yandan, belki bunları söylemek için henüz erkendir, ama yine de insan ‘acaba dağ fare mi doğuruyor?’ diye sormaktan da geçemiyor. Çünkü faşist Tayyip Erdoğan diktatörlüğü aylardır Avrupa, Amerika, Irak ve İran arasında mekik dokuyor ve durmadan yeni bir işgal saldırısı yapacağının propagandasını yapıyor. Bizzat Tayyip Erdoğan’ın kendisi “2024 yazında terörü Irak’ta bitireceğini” defalarca basın önünde açıklamış bulunuyor. AKP-MHP borazanı medya, aylardır “Herkes Türk’ün gücünü görecek” diye bağırıp duruyor. Peki bütün bunlar, bu kadar üst perdeden yapılan çığırtkanlık bunun için miydi? Koskoca devlet Stêrk TV ve Medya Haber TV merkezlerine baskın yapabilmek için mi bu kadar hazırlık yapıyordu?
Belirttik ya, tam böyle olduğunu söylemek için henüz erken. Ama yapılanları görünce insan bunları söylemekten de kendini alıkoyamıyor. AKP-MHP faşizmi Türkiye’nin her şeyini pazarlayarak PKK’ye karşı destek aramaya çalışsa da, öyle anlaşılıyor ki işler faşist diktatörlüğün istediği gibi de gitmiyor. Ancak Belçika devletinin basına dönük yaptığı baskın türünden destek bulabiliyor. Çünkü AKP-MHP yönetiminin izlediği Kürt düşmanı politika ve Kürdistan’a yönelttiği işgal saldırıları Türkiye’yi Ortadoğu’dan iyice dışlamış bunuyor. Belli ki Tayyip Erdoğan, izlediği Kürt karşıtı politikalarla hem kendini ve hem de Türkiye’yi bitirdi.
Ancak yine de biz, Kürt halkı, Türkiye demokratik güçleri ve dostlarımız her türlü olası saldırıya karşı her zaman hazırlıklı olalım ve gelişebilecek faşist, sömürgeci ve soykırımcı saldırıları kırmayı ve püskürtmeyi her daim bilelim. Bu konuda bir yanılgı ve gevşeklik asla olmasın. Özellikle özgür basın emekçileri, söz konusu saldırılar nedeniyle en küçük bir moral düşüklüğünü asla yaşamasın. Tersine faşizme karşı mücadelede oynadığı rolü görerek, her zaman daha moralli ve coşkulu olsun. Özgür basının susturulamayacağını her zaman haykırsın. Çünkü o özgürdür ve temelleri hiçbir saldırıda yıkılmayacak kadar sağlam atılmıştır. Her koşulda da hakikatin sesi olmayı bilecektir.