50. Önderlik Zafer Newroz’u
Forum Haberleri —
- Ve “Çubuk’ta ektiğimiz tohumu Kürdistan’ın, Mezopotamya’nın bereketli topraklarına saçarak daha büyük bir hasat elde edelim” diyerek Ankara’dan Kürdistan’a dönüş kararı alınır…
FUAT KAV
Önce bir kıvılcım çakılır ruhunda…
Sonra derinden derine akan bir düşüncenin sonsuzluğunda bir aleve dönüşür kıvılcım…
“Tek bir kıvılcım bütün bir bozkırı tutuşturabilir” sözü gelir aklına…
Ardından “bir şey yapılmalı” dedi sessizce…
“Vardık, ama mezara gömülmüş ölüleriz şimdi.
“Herkes gibi biz de vardık, biz de bir halktık…
“Oysa binlerce yıl önce de vardık...
“Evet, dilimizle, kültürümüzle vardık…
“Medlerden de önce,12 bin yıl evvel Mezopotamya’nın dağ eteklerinde hayat bulduk…
Ve bu coğrafyanın en mukaddesleri olarak anlam verdik toprağa, suya, güneşe ve doğaya…
“Herkesten evvel ateşi, güneşi, suyu, toprağı ve insanı kutsal saydık…
“Ya şimdi?
“Evet, şimdi tarihin en mukaddes halkının dili, kültürü, yaşamı yasaklanmış, diri diri mezara gömülmüş…
“Oysa her halk gibi bu halk da özgür yaşama hakkına sahipti. Her halk gibi o da kendi ana diliyle konuşma, kültürüyle yaşama, düşüncesiyle kendine hayat verme hakkına sahipti.
Beyninde, ruhunda ve benliğinin derinliklerinde kıvılcım çakılan kişi gençliğinin baharında dünyaya bambaşka bakarken, 24 yaşının bilinciyle halkının diri diri mezara gömenlerin başkenti Ankara’da gördüğü o gökdelenlerin, heybetli heykellerin ve sessizce akan yığınların arasında ruhunu adeta işgal eden çelişkilerle boğuşurken bir kıvılcım daha çakmıştı beyninde…
“Tam zamanıdır, edindiğim bilgileri artık teorik ve ideolojik birikime dönüştürmeliyim. Öyle bir ideolojik ve teorik birikim olmalı ki, insanlığı temsil etmeli, halkımın ve ulusumun ruhu haline gelmeli…”
“Ve bu sürece dahil olanlar birer havari gibi olmalı. Dolaşmalı, gezmeli, dağ taş, şehir köy demeden gezmeli, iğne ucuyla kuyu kazar gibi çalışmalı…”
“Arkalarına bakmamalı, hep ileriye, hep doğruya, hakikate, yarınlara, ‘altın çağa’ doğru yürümeli, asla pes etmemelidirler…
“Bu havariler İsa’nın havariler gibi cesur olmalı, yiğit olmalı ve sınırsız bağlı olmalılar…
Evet, bir Newroz gününde Ankara’nın Çubuk Barajı’nın ıssız, sakin ve tenha bir yerinde bir grupla bir araya gelen 24 yaşındaki genç Önder Apo’ydu…
Bundan 49 yıl önce, yani 1973 yılının göğe doğru yükselen Newroz ateşinin gölgesinde Önder Apo ilk bağlayıcı toplantısını gerçekleştirir.
Burada bir kez daha “Kürdistan sömürgedir ve mutlaka kurtulmalı” tezini daha belirgin bir biçimde dile getirir ve daha sonraki yıllarda kurulacak olan PKK’nin tohumunu bu barajda, sömürgeci devletin başkenti Ankara’da atar.
Artık ilk söz söylenmiş,
ilk adım atılmış,
ilk fidan ekilmişti…
Kürdistan diye bir ülkenin, Kürt diye bir halkın varolduğu, yakılan Newroz ateşinin sıcaklığında kulaktan kulağa yayılacak bir fısıltı gibi çıkmıştı bir ağızdan….
Burada, bu barajın dibinde, yakılan Newroz ateşinin sıcaklığında sadece ilk söz söylenmemiş, aynı zamanda özgürlük düşüncesinin ilk tohumu da atılmış, ilk eylemin, ilk düşüncenin, ilk ortak ruhun mayalandığı Newroz’un, artık kurtuluş ve özgürlük için yeni bir anlam kazanacağı sürecin ilk adımı atılmıştır...
Ve burada, Çubuk barajında, Ankara’nın merkezinde büyük bir doğuş gerçekleşiyordu…
Burada özgür bir Kürdistan’ın doğuşu gerçekleşiyordu…
Ve Mezopotamya ve Anadolu’nun kaderini değiştirecek olan Önder Apo’nun doğuşu gerçekleşiyordu...
Yeni bir dünyanın, yeni bir çağ ve bu çağa damgasını vuracak olan yeni bir ideoloji ve Partiya Karkerên Kürdistan’ın doğuşunun tohumu atılıyordu…
Ve “Çubuk’ta ektiğimiz tohumu Kürdistan’ın, Mezopotamya’nın bereketli topraklarına saçarak daha büyük bir hasat elde edelim” diyerek Ankara’dan Kürdistan’a dönüş kararı alınır…
Çubuk Barajı’nda bir araya gelerek yeni bir doğuşu gerçekleştiren grup, “Kürdistan Devrimcileri” olarak Kürdistan’dadırlar artık… Mazlum, Hayri, Haki ve diğerlerinin dönüşü görkemli olur…
Ve Önder Apo’nun halkların kutsal vatanı olan Kürdistan turu başlar. Tıpkı peygamberler gibi “burası Kürdistan” dediği yerleri adım adım dolaşıp yeni düşüncelerle kendi doğuşunun ebesi olarak “Apocular” adıyla nam sallar tüm Kürdistan’a… Ardından Ortadoğu’ya, sonra tüm dünyaya…
Bir gruptular, birkaç kişiden oluşan komüncü bir gurup, tam da İsa’nın havarileri gibi samimi, dürüst ve inanmışlardan oluşan bir grup...
Önder Apo il il gezip dolaşır. Derin bir araştırma sonucunda “Kürdistan sömürgedir, mutlaka kurtulmalıdır, kurtuluşu da ancak devrimci halk savaşı ile mümkün olabilir” diyerek son noktayı koyar…
İlk yol arkadaşlarından ve “benim gizli ruhum” dediği ilk hevallerinden birkaçı Türk ve Karadenizliydiler….
Haki Karer,
Kemal Pir,
Ve Duran Kalkan…
Her üçü ile ortak komün ve yoldaşlık bağını inşa eder, cennete giden yolu, yani hakikat yolunun haritasını birlikte çizerler.
Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Gürcü, Ermeni, kısacası Mezopotamya ve Anadolu topraklarında ne kadar halk varsa” biz onlarız, kimliğimiz, ruhumuz ve yaşamımız ortaktır” derler…
“Et ile tırnak gibiyiz” sözüyle hakikat yolunda emin adımlarla yürürler…
Haki Karer Önder Apo’nun gizli ruhu, Kemal Pir onun devrimci zoru, Duran Kalkan ise ideolojik duruşunun görünen simgeleri olur…
Kürdistan Devrimcileri’nden Apocu Hareket’e, Apocu Hareket’ten Partiya Karkerên Kürdistan'a doğru Fırat ile Dicle’nin akışı gibi akan bu hareketi durdurmak isteyenler de türemeye başlar.
Zalimler tetikte…/ Hainler pusuda…/ Köşe başlarında cellâtlar bekleyişte…/ Cümle iblis takımı kadeh tokuşturmakta…
“…Ben insandım!
Canım aldılar ecelsiz
Pırıl pırıl bir 18 Mayıs günü
Yoluna baş koyduğum
Vebalim, sevdalım
Toprağına uzandım
Saplandı yağlı kurşunlar delikanlı bedenime
Tepeden tırnağa kandım…”
Bir kıvılcım düşer bozkırlara,
Ve bir hayat biçilir zalimlerin kurşunlarıyla,
Bir devrimcinin, bir enternasyonalistin bedeni boyanır kızıl kanla…
Haki Karer vurulur Dilok’ta…
Önder Apo’nun gizli ruhu ajan ve hainler tarafından kalleşçe vurulur…
Ve Kürdistan’da artık kan dökülmüştür. Durmak yok, maraton devam edecek, kervan engelleri aşa aşa hedefe doğru yol alacaktı…
Önder Apo’nun doğuşu yeni bir doğuşun da müjdecisiydi. Kürdistan’a dönüşü ve Kürdistan gezisi yeni bir doğuşun tohumlarını da ekmişti belleğinde. Mezopotamya yeni bir doğuma hazırdı…
Yeni bir yaşamın ve emeğin,
Yeni bir düşüncenin, yeni bir felsefe ve duruşun temsili olarak doğmuştu Partiya Karkerên Kürdistan, yani PKK.
PKK karanlıkta yol gösteren bir kutup yıldızı gibi,
Kızıl bir güneş gibi doğmuştu…
Yeni bir ahlakın,
Yeni bir felsefenin,
Yeni bir ruhun doğuşuydu PKK…
Önder Apo ve PKK Uzun ve zorlu bir çabayla binlerce kadının, erkeğin, çocuk ve ananın kanı ve gözyaşıyla yoğrulmuş yeni bir tarih ile Kürt halkını mezardan çıkartıp yeniden can vermişti…
Önder Apo’nun Newroz’undan Mazlum Doğan Newroz’una...
Yıl 1980,
Kara bir bulut dolaşır Kürdistan semalarında…
Ölüm kusan silahların sesi yükselir Mezopotamya topraklarında…
Ve bir avuç yeminli Kürt düşmanı general 12 Eylül darbesiyle Anadolu ve Mezopotamya topraklarını yeniden kana bular. Darbeciler PKK ve Önder Apo’yu hedefe koyar…
Diyarbakır 5 No’lu zindanı PKK’li tutsaklar için mezbahaya dönüşen bir mekândır. Bu mekânda uygulanan zulmün, işkencenin, akıl almaz vahşetin nedeni ihanettir.
Ve Amed zindanı sözcüğün gerçek anlamıyla bir vahşet deryası haline gelir. İşkencenin en katmerlisi, zulmün en yoğunlaşmış hali uygulanır, suçun en büyüğü işlenir. PKK’li kimliğini taşıyan tutsaklar yıllarca ağır işkencelerden geçirilir. Amed zindanında tutsakların şahsında insanlığın teslim alınması için ne gerekiyorsa o yapılır…
Ve Mazlum Doğan,
Ve Hayri Durmuş / Ve Kemal Pir / Ve Akif Yılmaz / Ali Çiçek çeliğe sus verircesine direnişle dolu ruhlarını bileyerek teslimiyet ve ihanete karşı en önde yürüyen önderlerdir…
Ve Newrozlaşan Mazlum Ve Mazlumlaşan Newroz
Diyarbakır 5 No’lu zindanında vahşet sınır tanımaz bir hal almıştı.
Kaldırılması oldukça zor dağ gibi ağırlaşmıştı hayat!
Duygular kırılmış / Düşler kanamış / Umutlar paramparça olmuştu / Tutsakların gücü o zifiri karanlıkta emilip gitmişti / Tanrılaşan işkencecilerin gözü dönmüştü.
Küf kokulu koridorlarda avının izini süren zehirli birer yılan haline gelmişlerdi, günde üç insan beyniyle beslenen birer Dehak’a dönüşmüşlerdi… Her gün birkaç gencecik yaşamı kanlı meze olarak sofralarına servis ediyorlardı. Dişleri ve tırnaklarıyla gencecik bedenleri paralama hazzını yaşarken, her gün buz gibi beton zemine yatırılmış onlarca çıplak bedenler duruyordu.
Böyle gidemezdi. / Hayat böyle yaşanılamazdı. / İnsanlık bu kadar vahşice katledilemezdi...
* * *
Mezopotamya ilklerin anayurduydu…
Ve yeni doğum sancıları yaşayan Mezopotamya bir başka ilke daha gebeydi. Mezopotamya yine doğumun anası, onun önderliğini yapan çocukları ise ebesi olacaktı...
Mazlum kızgındı, öfkeliydi, intikam yeminiyle doluydu...
Newroz büyük bir hüzünle isyancısını bekliyordu...
Ve zaman su gibi akıp geçiyordu. Mazlum her şeyin bu akış içinde hızla yok olup gittiğini görüyor, bu yok oluşu ruhunun derinliklerinde büyük bir acıyla hissediyordu. Her gün, her saat, her dakika düşünüyordu…
Bıkıp usanmadan yoğunlaşıyordu./ Bir şeyler yapılmalıydı./ Bir çıkış olmalıydı./ Bir yol bulunmalıydı…
Mazlum netti artık, ‘ne yapmalı’ sorusu yerine, ‘nasıl yapmalı’ sorusuna yanıt arıyordu. Ne yapacağı netti. Kurallara uymayacak; teslimiyeti, dayatılan her şeyi reddedecekti ama bunu nasıl yapacak, hangi yol ve yöntemi izleyecekti? Birçok yol ve bu yollardan ayrılan sayısız patika vardı.
Evet, “Nasıl olmalı” sorusunun yanıtını bulmuştu…
* * *
Ya bugün ya da asla…
Bir gün bile beklememeliydi artık:
Dün erkendi, yarınsa geç, bugün tam zamanıydı...
Fedai bir eylem, evet fedai bir eylemle tarihin çarkı çevrilmeliydi…
Ve bunu ben yapmalıyım, direniş bayrağını dikecek olan kişi ben olmalıyım... Görev, benim görevim. Herkesten önce ölümü, ben göğüslemeliyim. İpi göğüslemeyi başarmalıyım. ‘Yeter artık!’ diyeyim ki, boğulsun bu zulüm. Hem de Newroz’da.
Evet eylemim, direnişin ilk kıvılcımı Newroz’la olacak. Eylemi Newroz günü yapmalı ki, mesaj çarpıtılamasın, doğru anlaşılsın.”
21 Mart gecesi,
Kısa ama dolu dolu geçen bir ömrün son demindeydi Mazlum. 20 Mart’ı 21 Mart’a bağlayan gece fiziki hayatının da son gecesi olacaktı…
Evet, yarın Mazlum’un son günüydü. Yarından sonra fiziki olarak olmayacaktı ama yarından sonra gökyüzünde daima parlayacak bir yıldız olacaktı. Aslında sadece bir yıldız değil tüm yıldızların, güneş ve ayın şavkından oluşan renkler cümbüşü haline gelecek ve gökyüzündeki insanlığın renkler kuşağı haline gelecekti…
Yani Mazlum, Newroz gecesi üç kibrit çöpünün alazları arasında Newrozlaşan bir önder olarak tarihteki yerini alacaktı…
Evet, yarın gece, yarınki gecenin son deminde üç kibrit çöpüyle Newroz ateşini yaktıktan sonra, bedenini Newroz’a katık edecekti. Newroz’u kutlayacak ve “elveda yoldaşlar”, “elveda insanlık” diyecekti…
Vakit gelmişti. Güneş batmış, karanlık bastırmış. Kolundaki saate baktı, “evet tam zamanıdır,artık gitmeliyim” dedi fısıldayan bir ses tonuyla. Uzun süreden beri “zula”sından sakladığı kibrit kutusunu çıkarttı. Kutuyu açtı, çöplere baktı, hafifçe gülümsedi. Ve tarihi eylemini yerine getirecek eylemgahına geçti.
“Evet, evet yarın her şey değişmeli, hiç bir şey eskisi gibi olmamalı. Yarın herkes farklı düşünmeli, kafalar, fikirler başka temelde anlam bulmalı, sabah olduğunda duygular bambaşka olmalıdır…”
Hüzünlenmişti, ruhuna öfke kata kata devam etmişti: “Bu gece okumun ‘turik’ini geçirmeli boynuma, çıkmalıyım zulüm avına.”
“Bu gece vahşeti kalbinden vurmalıyım.
Son deminde varmalıyım Olympus’un doruklarında gününü gün eden tanrılara.
Şafağın kızıllığında dökmeliyim tanrılar tanrısı Zeus’un beynini. Sonra çıkmalıyım Cudi’ye, Gabar’a, Herkol’e ve Zagroslar’a.
Bu gece vermeliyim isyanın muştusunu Rüsteme Zal’a, Seyid Rıza’ya, Şeyh Said’e, Ali Şêr’e, Zarife’ye ve direnen cümle âleme…
Haykırmalıyım dağlara, taşa, toprağa, aya ve yıldızlara,
Bu gece, evet bu gece isyan ateşini yakarak çağdaş Kawa olmalıyım dağların doruklarında.
Bu gece balyozumla ezmeliyim zulmün ağababası zalim Dehak’ın başını.
Bu gece almalıyım binlerce Kürt kızının ve erkeğinin intikamını,
Bu gece kuşatıp almalıyım zulüm kalesi Ninova’yı,
Sabah olduğunda herkes yüzünü dağlara dönmeli, Dağların doruklarında yaktığım üç kibrit çöpünden yükselen ateşi izlemeli, Ruhumun derinliklerinden harlanıp gökyüzünü yalayan alevleri görmeli...
Evet, yarın direnişin, özgürlüğün ve ateşin kutsandığı bir gün olarak tarihe geçmeli...
Yeniden saate bakmıştı.
Demirci Kawa’nın torunu Mazlum Doğan,yattığı yerle tuvalet arasındaki kapıya astığı kirli perdeyi kaldırıp öbür tarafa geçmiş ve bir daha geri dönmemişti …
Mazlum Doğan, Prometheus’tan Zerdüşt’e, Mani’den Babek’e, Pir Sultan’dan Hallac-i Mansur’a, Nesimi’den Seyit Rıza’ya, Alişer’den Zarife’ye uzanan yola cesaretle çıkmış, modern isyanın ateşini yakarak Çağdaş Kawa olmuştu…
* * *
Ve “Direnmek yaşamaktır!...” şiarından boy veren Newrozlaşan Mazlum’un ateşi zindanların duvarlarını aşmış, Diyarbakır surlarını sarmalamış, ardından İzmir Kadifekale’de Rahşan’ın bedeninde bir ateş topuna dönüşmüş, oradan da Almanya’da Ronahi ile Berivanlaşarak şavkı ve sönmeyen parıltısı ile dünyanın dört bir yanını aydınlatmıştı…
Mazlum’un ateşi mayalanmış, üç kibrit çöpü elden ele dolaşmaya başlamıştı.
Yıl 1990, Üniversite öğrencisi genç bir kadın, ruhunu Özgürlük mücadelesinin ateşiyle yoğuran bir Kürt kadını Zekiye Alkan “Newroz ateşi çalı çırpıyla kutlanmaz ancak insan bedeniyle gerçek anlamda kutlanır” demiş ve Diyarbakır surlarında bedenini ateşe vererek kendini Mazlumlaşmaya adayan ilk fedai kadın olmuştu.
Yıl 1992, Yer İzmir Kadifekale, Kürdistan’da uzak bir yerde ama ruhu, beyni ve kalbi Kürdistan’da atan genç bir Kürt kadını Rahşan Demiral: “ Kürdistan’da zulum varken, halkıma karşı katliam ve soykırım uygulanırken ben uzaklarda da olsam , metropollerde de olsam yapmam gereken görevlerim vardır. Uzun süreden beri düşündüğüm eylemi gerçekleştirme kararını aldım ve ben de Mazlumlaşarak, Zekiyeleşerek halkımın onurlu tarihindeki yerimi almak istiyorum. Evet, Newroz ancak Mazlumca ve Zekiyece kutlanır” diyerek bedenini ateşe verir…
“Ve Ararat'ın ateş yüzlü, asi yürekli güzel kızı Sema Yüce...
Mazlum'dan Zilan'a uzanan bir direniş abidesi.
Haki'den Mazlum'a, Agit'ten Bêritan’a, Zilan'dan Fikri'ye ulaşan şehitlerden örülü direniş köprüsü.
İnançtır, isyandır, ölüme karşı yaşam inadıdır; nakış nakış yürek yürek örülen direniş köprüsünün harcıdır…”
Ararat’ın özgür ruhu,
Serhat’ın direngen yüreği,
Özgürlüğe koşan Apocu kadınların güneşi kucaklama maratonunda en önde giden özgür kadın…
“Ben de Mazlumlaşmalıyım,
Zekiyeleşmeli,
Bêritan ve Zilanlaşmalıyım” diyerek yıldızlara doğru koşan Cesur Yürekli Medyalı kadın…
“Zilan’a, Zekiye’ye, Mazlum’a ulaşmalıyım, onların yüceliğinde bağdaş kurmalıyım” diyen ve bu sözleri en derinden yaşayan Sema…
Ve Ronahi ve Berivan Avrupa metropollerinde “biz de varız, biz de ateş topu olmalıyız, biz de Mazlumların, Zekiye ve Rahşanların ateşiyle kendimizi Newrozlaştırmak istiyoruz” diyerek bedenlerini ateşe veren iki ateş ruhlu Kürt kadını.
Evet, iki Apocu kadın, iki Medyalı kadın, iki özgür kadın yan yana durarak, birer özgürlük anıtı gibi birer heykel gibi dikilerek Almanya’ya “siz Newroz’u, Kürtlerin kutsal ateşini yasakalrsanız biz de Newroz’u canımızla, bedenimizle, kanımızla kutlarız” diyerek kendileri Mazlumun ateşiyle kutsadılar…
* * *
Ve zaman bir su gibi akmaya devam ediyordu…
Ve asi Fırat, nazlı Dicle Medyanın erkek ve kadınlarının öfke ile gözyaşları gibi coşkuyla akmaya devam ediyordu…
Ve Mazlum’un, Zekiye ile Rahşan’ın, Ronahi ile Bêrivan’ın, Sema’nın zindanlarda yükselen özgürlük ateşi dağları sardı…
Agit’e, Beritan’a, Reşit Serdar’dan Zilan’a, Erdal’a, Delal’e, Agit Ciwya’dan Yılmaz’a ve binlere ulaşarak muhteşem bir direnişin senfonisi, onun ruhu ve bilinci oldu…
Demirci Kawa’nın ruhu Gabar’da, Cudi’de, Zagroslarda, Garê ve Girê Sor’da, Rojhilat ve Güney’de, Kuzey ve Rojava’da yeniden şahlandı…
* * *
Yeni bir baharda, yeni bir ruhun an be an yeniden şahlandığı bir direniş günü olan yeni bir Newroz’dayız.
Mazlum’ların Newroz’unda, direnişin ve özgürlüğün nadide gününde, Mazlum’un Newroz’undayız…
Zalimlerle kavga günü olan, tarihin derinliklerden bugüne kadar özünden bir şey yitirmeden varlığını sürdüren çok özel, kutlu ve kirlenmemiş bir günde, yeni bir Newroz günündeyiz!
Dehak’larla, Nemrut’larla, Firavun’larla kırna kırana kavgalar verilerek, özgürlükle yoğrulmuş kutsal bir gün olan yeni bir Newroz günündeyiz!
Ve 50’ci yıl Zafer Newrozu, yani Önder Apo’nun Newrozudayız
Ve 50. Zafer Newroz’unda Cîzir’de, Silopi’de, Nisebin’de, Hezex’de, Şırnex’ta, Gewer’de ve Kürdistan’ın dört bir yanında genç Mazlum'lar, genç Zekiye'ler, Rahşan'lar, Berivan ve Ronahi'lerle büyük bir kavganın büyük militanları olarak zalimlere, Dehak'lara karşı savaş meydanındayız, işte buradayız.
“Vardık, varız ve var olmaya devam edeceğiz’ diyen milyonlarız…
Haki'lerle partileşen,
Mazlum'larla Newrozlaşan,
Kemal ve Hayri'lerle ‘dağ’laşan,
Agit'lerle ordulaşan,
Zilan'larla fedaileşen,
Beritan'larla ihanete “dur” diyen,
Çiçek'lerle, Alişer'lerle, Rüstem'lerle yenilmezliği düşmana tattıran,
Arin'lerle ‘ROJAVA’laşan,
Mehmet Tunç-Pakize-Fatma ve Sêvê'lerle tarihin en görkemli direnişi ile ‘BAKUR’laşan,
50’ci yıl Zafer Newroz’unda evrenselleşen Önderlik gerçekliğinde yeni bir doğuşu ifade eden, PKK ve Rêber Apo’nun büyük direnişi ile Ortadoğu devrimine yürüyen bir ordudur artık Kürt halkı…
“Ve ateş, isyana durmuş çocukların ellerinde vuruşan yürekleridir artık.
Yüreklerin, sokak başlarında panzerlere ve karanlıklar dünyasını aydınlatmak için fırlattıkları zafer bakışıdır.
İsyana çağrıdır,
kadınların zılgıtlarında, Amed'de, Cizre'de, Nusaybin'de, Gewer’de, serhildan fişeğidir.
Karanlık hücrelerde dört yemindir,
Dört özge candır,
Dört ateş topu, dört hawar’dır…
Medya'lı bir dilberin yüreğini yakıp tutuşturan,
Dicle'nin kıyısında, tarihe uzanan surlarda halaya tutuşan volkan yüklü bir sevdadır…
Beton katmerleri arasında filizlenen güllerin adıdır,
Yüreğinde hasretle tutuşan Medyalı kadınların ruhlarına düşen özgürlük filizidir.”
Yeni yaşamın adıdır...50. Önderlik Zafer Newroz’u