Birey-toplum, doğa-evren bütünlüğü
Forum Haberleri —
- Bağlantısal bütünlük ilkesine göre, birey ve onun parçası olduğu toplumsal yapı da, evrenin bu sirkülasyonunun bir parçasıdır. Birey toplumun hücresi olurken, toplum bu hücre üzerinden varlık kazanır.
Elif AKGÜL ATEŞ
Evrende var olan her şey bütünsellik düzeni içerisinde devindiğine göre, bu değişim ve dönüşüm evrenle uyum içinde olmalıydı.
Mikro ve makro evrenin bu ahenkli fraktal bütünselliği, nasıl yorumlanabilir? Kaoslar, belirsizlikler, olasılıklar çemberinde devinen, düzensizliklerin düzen oluşturduğu bir evren. Her şey iç içe birbirini bütünler. Tıpkı durgun bir suya atılan taşın oluşturduğu dalgaların, iç içeliği gibi. Çapları ve çevreleri büyüse de ahenk içinde bütünselleşen aynı kaynağın dalgalarıdır.
Bağlantısal bütünlük ilkesine göre, birey ve onun parçası olduğu toplumsal yapı da, evrenin bu sirkülasyonunun bir parçasıdır. Birey toplumun hücresi olurken, toplum bu hücre üzerinden varlık kazanır. Birey toplumdan, toplum doğadan, doğa evrenin bütünselliğinden bağımsız düşünülemez. Bir birey, diğer bir bireyle bağlantı içinde toplumsal bütünlüğü oluşturur. Birinin varlığı, diğerinin varlığını içeren bir ilişki ağını ifade eder. Birey toplumun atomaltı parçacığıdır.
Atomaltı dünyada cereyan eden hayatta, tüm parçacıklar kendi özgünlükleriyle yaşam sürdürür. Bu özgünlük parçacıkların farklılıklarını ifade eder. Hiç bir parçacık bir diğer parçacığı yok etmez, diğerinden ayrıcalıklı olamaz. Bütünsellik içinde hayatın dokusunu oluştururlar. Bu durumda doğada var olan dişil ve eril birbirini bütünleyen bir gerçekliğe sahiptir. Birinin diğerine üstünlüğünden bahsetmek evrenin işleyiş yasalarına terstir. Bu bağlamda bakıldığında toplumun hücrelerini oluşturan kadın- erkek tıpkı atomaltı parçacıkların o özgür devinimi gibi birbirini bütünleyen bağlarla bağlıdır. Biri diğerinin yok etme üzerinden varlık gösteremez.
Alfred North Whitehead’de göre varlıklar birbirlerinden farklıdır ama karmaşık ve bağlantısaldırlar. Bu farklılıkların, çeşitliliklerin beraber yeni bir birliğe-bütünselliğe yönelmesi ve nihayetinde tam bir varlığa dönüşümleri, somutlaşma sürecidir. Şeyler ilişkisellik içerisinde sona ererler ancak bir sonrakine katılır, katkı sağlarlar. Her varlık başka varlıkların gelişimine katkı sağladığı gibi, var olmak için de başka varlıklara muhtaçtır.
Buna göre dinamik bir yapıya sahip olan toplumlarda kendi kendini sürekli üretir, değişir dönüşür. Ama geçmişiyle tastamam soyutlanamaz, kesin çizgilerle ayrışamaz. O halde toplumları var eden ilk kültürel şekilleniş nasıl bu şekilde kesin çizgilerle ayrıksılaştırıldı, yok edildi? Ataerkil kültürel şekileniş, Anacıl dönemin yarattığı kültür üzerinden şekillenirken, nasıl oldu da Evren’in doğasına göre ilerleyen bu dalgayı kırdı? Toplumsal evrenin bir boyutunun sıkıca bastırılması, kilitlenmesi diğer kesimin varlığını nasıl sağlayabiliyordu?
Oysa Anakadın toplum yapısından yükselen dalgada canlılık, bağlantısal bütünsellik vardı. Her şey birbirine bağlı, bütünsellik içinde dinamik bir süreç ekseninde işliyordu. En küçük parçanın bilgisi en büyük parçada, en büyük parça ise en küçük parçanın özelliklerini taşıyordu. Evrenin tüm renkleri uyum, bütünsellik içinde bir tablo oluşturuyordu. Farklı kültürler, etnisiteler, inanç gurupları bu ahenkli uyumun fraktallarını dokuyordu. Bir cinsin başka bir cins üzerinde, bir etnik grubun baş bir etnik grup üzerinde, bir sınıfın başka bir sınıf üzerinde hegemonyasından bahsedilemezdi.
Oysa Ataerkil hiyerarşik sistem, Anakadın döneminde parçalar arasında oluşturulan bağlantısal bütünselliği, doğal bağı kırdı. Toplumun temel parçacıklarının özgünlüklerini yok ederek, tek renge büründürürken, toplumun fraktal ahengini tek bir fırça boyalarıyla tersine çeviriyordu. Varlığını sınıflar, cinsler, etnisiteler arasında yaratığı uçurumla pekiştirdi. Ve böylece kendine göre yapay yeni bir Kolektiv Bilinçdışı oluşturdu. Bu erkek egemen bilgi, bilinç ve ideolojiydi.
‘Şeyler birbirlerinden tastamam soyutlanamaz, keskin sınırlarla ayrıştırılamazlar’
Cinsiyetçi kültürün ve ideolojinin sorgulanma süreci
Tarihsel olarak Ataerkil hiyerarşik sistemin gerçek anlamda sorgulanması ve buna karşı mücadele pratiklerinin yükseltilmesi kısa bir geçmişe sahiptir. 19. yy.da felsefeciler, filozoflar, sosyal bilimciler, psikologlar, kadın hareketleri bu eşitsizliği sorgulayan teoriler geliştirirken, devrim hareketleri ve öncüleri bu sisteme karşı direniş mücadeleleri vermişlerdir.
20.yy.da sosyalist önderlerin öncülüğünde yükselen devrim dalgası, sistemin sınıfsal sömürüsüne karşı mücadele yükseltirken, kadınlar cins mücadelesi boyutuyla direnmeye başladılar. Ancak bu direnişler sistemi çok boyutlu olarak ele almakta yetersiz kalıyordu. Sınıf ideolojisi, sistemin çok boyutlu sömürüsünü tek boyutlu olarak ele alıyordu. Sistemin tek renk içinde eritmeye çalıştığı ulus ve cins sömürüsü tali kalıyordu.
Kadın hareketleri ise, Ataerkil sistemin çözümlemesini geliştirirken, sistemin kadını toplumsal yaşamın dışına iten mekanizmalarının çok boyutluluğunu irdeleme ve bu sistemin aşılmasına yönelik bir mücadele perspektifi geliştirmede yetersiz kalıyordu.
Kürt Özgürlük Hareketi, reel sosyalizmin eksikliklerinin bilimsel tahlili ve alternatif bir mücadele perspektifiyle yükseldi. Abdullah Öcalan, Kuantum felsefesi ışığında toplumların sosyolojik çözümlemesini geliştirdi. Evrensel Bağlantısal bütünlük ilkesi temelinde doğayı, bireyi, kadını, erkeği, toplumu yorumlayarak yeni bir paradigma geliştirdi.
Öcalan, geliştirdiği Kadının Kurtuluş İdeolojisi, Jineoloji Kadın bilimi, erkek egemenlikli ideolojinin tarihsel şekillenişini çok boyutlu olarak, bilimsel bir çerçevede çözümleyerek, bunun yıkımına karşı mücadele perspektifi sunuyordu. Demokratik Toplum, Demokratik Konfederalizm, Demokratik, Ekolojik, Kadın Özgürlükçü paradigma alternatif bir sistem modelini sunuyordu.
Bu sistem evrensel bağlantısal bütünsellik ilkesi temelinde gelişiyordu. Kadın eksenli şekillen bu model, toplumların fraktal desenlerini içinde barındırıyordu. Farklı toplumsal katmanlardan, farklı etnik kimliklerden, farklı inançlardan halklar bu fraktal bütünlüğün desen içinde varlık buluyordu. Öcalan Ataerkil zihniyet sistemini yorumlarken toplumu şekillendiren eşitsizliklerin-cinsiyet, etnik köken, dil, ulus ve sınıf gibi kategorilerin birbirinden izole ele alınamayacağını, bunların birbirine kenetli olduğunu, birbirini bütünlediğini savunuyordu.