Türkçe jeopolitik kimin politiği-2

Forum Haberleri —

Erdoğan

Erdoğan

  • Hem ABD hegemonyasının hem de Rusya'nın Avrasyacı stratejisinde Türkiye'ye biçilen rol, eşdeğer bir ortaklık ve tamamlayıcılık temelindeki bir rolden ziyade kullanım ve taşıyıcılığa dayalı bir araçsallaşmadır.
  • Türk devlet aygıtının ve uzantılarının "Çekirdek Devlet" ya da "derin devlet" olgusu, bağımsız kalma ve her koşulda Türklüğün çıkarlarını, devlet olma halini koruma iddiasını taşısa da sağı ve solu, dincisi, liberali ve kendini dahi muhafaza edemeyen muhafazakârlarıyla işbirlikçidir.
  • Türk devlet aygıtı, Orta Asya politikalarında Rusya'yı, Rusya'nın olmazsa olmazlarını dikkate alma mecburiyeti gösterirken, Orta Doğu politikalarında en karşı görüntü verdiği konularda dahi ABD stratejisine paralel iş görmektedir.

BIŞAR AKBAŞ

Görevleri, iki imparatorluk arasındaki satranç oyununda piyon olmaktı ve bu onların trajedisiydi.

Olaf Caroe

I. O.Lesser ve G. E. Fuller, 1993'te hazırladıkları "Balkanlar'dan Batı Çin'e Türkiye'nin Yeni Jeopolitik Konumu" başlıklı kitaplarında, “Bir çok Türk'ün de kolaylıkla kabul edeceği üzere, Türkiye'ye ilişkin strateji sadece Türkiye'ye bırakılmayacak kadar önemlidir" vurgusunda bulunurlar.

Kitabın bütünlüklü bir okumasını yaptığınızda, vurgunun boş yere yapılmadığını, kitabın bizatihi kendisinin Türkiye'ye ilişkin yeni bir stratejik girizgah belirlediğine tanık olursunuz. Buna göre, iki kutuplu dünyanın Sovyetlerin çözülmesi ile ortadan kalkması üzerine Türkiye'nin Avrupa'nın güvenliğine katkı yapan stratejik önemi ortadan kalkmıştır. Ancak Körfez Savaşı Türkiye'yi stratejik açıdan yeniden ön sıralara itmiş, "Sovyetler Birliği'nin dağılması ve Balkanlar'daki karmaşa ile birlikte Ankara Doğu Avrupa'dan Batı Çin'e kadar uzanan büyük bir bölgede lider bir rol oynama konumuna gelmiştir."

Peki bu rolü nasıl yerine getirecektir?

Yazarlara göre Türkiye geleneksel M. Kemal tarzı soyut kalma politikasından hızla uzaklaşmalıdır. Dünya çapında milliyetçiliğin yükseldiği göz önüne alındığında, gelecekteki bir Türk liderinin Türkçülük kartını oynamaktan fayda sağlayabilmesi imkan dahilindedir. Türkiye'de milliyetçi eğilimler bulunmakla birlikte bunlar ana siyasi görüşler haline gelmemiştir. Ayrıca Türkiye İslam kanalıyla Arap dünyası ile açıkça bağlantılı olsa da, bu noktada da laik yönelimi Türkiye'yi onlardan ayırmaktadır. Bununla birlikte son 20 yılda Türkiye çok daha açık bir şekilde “dinselleşmiştir”. Türk toplumu ve siyasetinde İslam'ın rolünün artmasının bu bağları canlandırmaya imkan kazandıracağı açıktır. Paul Henze, konuya güç kazandırma adına daha damardan girer; “Eski Sovyetler Birliği’ndeki Türkler ve Müslümanlar, ivme kazanmak, bağımsızlıklarını güçlendirmek ve dünya nezdinde statü kazanmak ve tanınmak amacıyla Türkiye'den yardım beklemektedirler."

Hegemonik ABD aklı, Türkiye'nin yeni stratejik pozisyonunu Orta Doğu ve Orta Asya açısından ele alıp AKP-F. Gülen serencamını buna göre dizayn edip iştahlandırırken şüphesiz yalnız değildir. Rus stratejist A. Dugin de Rus jeopolitiğini Avrasyacı yaklaşım ekseninde temellendirir ve Avrasya coğrafyasında imparatorluk kuran Rus ve Türk unsurlarını Avrasya’nın gerçek sahipleri olarak gösterir. A. Dugin, ince bir stratejist edasıyla ABD hegemonyasının Türkiye üzerinden Türki ve Müslüman Cumhuriyetleri kontrol altına alma ve Rusya'ya karşı kullanma politikasını adeta tersyüz edip kendi dinamikleriyle bağ içerisinde Avrasyacı bir karakterde yeniden örer. Hem ABD hegemonyasının hem de Rusya'nın Avrasyacı stratejisinde Türkiye'ye biçilen rol, eşdeğer bir ortaklık ve tamamlayıcılık temelindeki bir rolden ziyade kullanım ve taşıyıcılığa dayalı bir araçsallaşmadır. Türkiye, konjonktürel durumun açığa çıkardığı ihtiyaçlara göre yoğrulup biçimlendirilebilecek bir hamur olarak değerlendirilmektedir.

Osmanlı'nın son yüzyılı ve TC’nin kuruluşundan günümüze kadar süregelen süreç, böyle bir yoğrulmanın biçemlerini ve doktrinel zincirlerini taşır. Türk devlet aygıtının ve uzantılarının "devlette devamlılık" esası üzerine kurguladıkları "Çekirdek Devlet" ya da "derin devlet" olgusu, bağımsız kalma ve her koşulda Türklüğün çıkarlarını, devlet olma halini koruma iddiasını taşısa da sağı ve solu, dincisi, liberali ve kendini dahi muhafaza edemeyen muhafazakârlarıyla işbirlikçidir. İşbirlikçiliğin Türkiye'de egemen sınıf olma ve her şeyi kendi çıkarları doğrultusunda ele alma alışkanlığı, tüm toplumsal değerlerin önünde gelir. Bu nedenle, Türklük ve İslam bahsindeki tüm öne sürüm ve kurgulamalarında Vembsey’in, Cohen’in, Fulller’in, Brezensky’nin, Dugin ve benzerlerinin derin izlerine rastlarız.

Türkiye'de mevcut devlet anlayışının farklı tonlardaki yansımaları olarak tezahür eden Kemalist, Avrasyacı, yeni Osmanlıcı ve milliyetçi anlayışların varlık koşulları da böylesi bir işbirlikçi karakter temelinde şekillenmiştir. Devlet ve iktidar odaklı oluşum ağırlıkta olduğundan toplumsal yönleri oldukça zayıf, bürokratik özellikleri ise oldukça baskındır. Bu nedenle toplumsal dinamiği ve toplumsal niteliğe dayalı güç olma vasfına dayanmak yerine, askeri teknoloji ve nükleer güç geliştirerek kendini güvence altına alma yaklaşımı öncelikli sıradadır. Nitekim A.Külebi, "Türkçe jeopolitik”te konuyu "Bugün artık dünyada ulusal çıkarlarına aykırı düşen anlaşmalara sadakat zayıflara mahsustur. Türkiye'nin ulusal stratejisi ancak çıkarları doğrultusundaki uluslararası anlaşmalara uymak olmalıdır. Bizce strateji olarak nükleer güç haline gelip füze teknolojilerini geliştirmiş olduktan sonra öteki ülkelere bu konularda yasak koyan çifte standartlı zihniyete boyun eğmeyecek bir politika izlenmesi gerekmektedir" çerçevesinde formüle eden ve Orta Asya'nın uranyum gibi stratejik önemi giderek artan bir maddeyi bol miktarda bulundurması sebebiyle Türki cumhuriyetlerden Kazakistan, Özbekistan ve Kırgızistan'la kurulması gereken ilişkilere işaret eder.

Bu bağlamda, Türkiye siyaset zemininde sıkça dile getirilen ve Avrasyacı yaklaşımla izaha kavuşturulan ABD-NATO karşıtlığı ve benzeri yöndeki analiz ve tutumların, "Çekirdek Devlet" marifetiyle algı oluşturma ve toplumu hegemonik güçlerle pazarlığı yükseltmeye dönük bir içerik taşıdığını belirtmek gerekir. Zira "Çekirdek Devlet" hegemonik sistemin bir uzantısıdır ve ancak onunla varlık bulmaktadır. Celalettin Yavuz "Avrasya'da Türk Jeopolitiği" adlı çalışmasında bunu, "... Fakat şurası da muhakkaktır ki, zaman zaman Batı’nın Türkiye'ye ‘dokunmamasının’ ardında yatan bir diğer gerçekte, Türkiye'nin 60 yılı aşkın bir süredir kendi ittifaklarının üyesi olmasıdır. Türkiye, Avrupa Birliği üyeliği sürecinde direnişle karşılaşsa da, NATO Avrupa güvenlik ve savunma projesi içerisinde kalmakla hem bölgesindeki siyasi değişikliklerde ‘masada kalma’ şansını, hem de askeri ve diplomasi alanındaki personelini iyi bir şekilde yetiştirme şansını sürdürebildiğini unutmamalıdır" biçiminde tanımlar.

Suat İlhan ise, “Türklerin Jeopolitiği ve Avrasyacılık" başlıklı eserinde, Türkiye'nin Avrupa Birliği’ne katılımının Türk kültürü ve tarihi açısından teslimiyet olacağını belirtirken, ABD konusunda farklı bir tutum sergiler; "ABD, günümüzde ve bölgemizde özellikle Türkiye ve Türk dünyası için vazgeçilmez bir denge unsurudur. Stratejik, politik hataları insanlığın yeni ıstıraplar çekmesine yol açabilir. Bu ikilemi Türk politikacıları ve diplomatları yararımıza kullanmalı ve çözmelidir. Türkiye-ABD stratejik ortaklığı, jeopolitik ve Jeostratejik gerekçelerden kaynaklanır. Türkiye bu ilişkiyi dengeli ve eşit ortamlarda sürdürmeye mecburdur."

Avrasyacı zihniyetin yaptığı ABD karşıtlığı değil, ABD gücü karşısındaki sonsuz tavizkar çaresizliği Rusya ile dengeleme ve sınırlandırma çabasıdır. Bu nedenle Türk devlet aygıtı, Orta Asya politikalarında Rusya'yı, Rusya'nın olmazsa olmazlarını dikkate alma mecburiyeti gösterirken, Orta Doğu politikalarında en karşı görüntü verdiği konularda dahi ABD stratejisine paralel iş görmektedir. ABD ve TC arasında var olan çelişki, eksen kaynaklı bir sistem ihtilafına dayanmamaktadır. Emperyal ve sömürgeci paylaşım mücadelesinde TC’nin Kürt varlığına ve Kürdistan'a yönelttiği soykırım politikalarına gereğince destek "verilmemesi” ve işbirlikçi Türk devlet aygıtının hizmetlerine karşı yeterince pay almama ve değer görmeme çelişkisinin ana boyutlarını oluşturmaktadır.

Bundan da anlaşılacağı üzere egemen Türk "Çekirdek Devlet" aklı, ne kadar gelişme gösterdiği iddiasında bulunursa bulunsun, hala 20. yüzyılın başlarında kendisi için biçilen ve giderek yalnızlaşıp zayıflaması üzerine kurgulanan varoluş dayanaklarını inkar ve imha siyasetinin güdümünde hareket etmektedir. Türkçe ya da Türkçü jeopolitik bu nedenle istese de istemese de Kürt düşmanı bir jeopolitik ve Jeostrateji olmak zorundadır. Çünkü Türkiye toplumla ilişkili değil, Türklük iddiasını araçsallaştıran işbirlikçi egemen sınıfın Jeopolitiği ve Jeostratejisidir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.