Dinler adına yıkım savaşları
Ahmet TURHALLI yazdı —
- Savaşları dayatıp zorbalık yapanlar, dindar olmadıkları gibi milleti de açlık, sefalet ve yok olmaya derdest ederler. Toplumları dincilik ve ırkçılık adına savaştıranlar, toplumlara ve dindar kesimlere maddi ve manevi katkıları olmamıştır. Bilakis yıkım, fakirlik, cahillik ve huzursuzluklara sebebiyet vermişlerdir.
Uzun bir dönemdir Ortadoğu’da dinler adına yıkıcı savaşlar yapılmaktadır. Bu savaşların din adına yapılmasının ne kadar dinlerin hakikati ile bağlantısı vardır sorusunu, dindarlar birey ve toplulukların kendilerine sormaları gerekiyor. Bu sorulara verilecek doğru cevabın ise savaş ve çatışmaların da çözümüne katkı sağlayacaktır. Dinler ve Yaratıcı adına, öldürmek, yıkmak yakmak, zarar vermek ve yok etmek var mıdır?
Varsa bu nedir ve nasıldır? Bu savaşların, sınırları nelerdir? İnsanlık tarihi ve özellikle Ortadoğu tarihine baktığımızda, binlerce yıldır dinler ve mezhepler adına savaşlar yapılmaktadır. Bu talihsiz ve bilinmez savaşlarda sayıları bilinmeyecek kadar insan katl edilmiştir.
Medeniyetler, kültürler ve topluluklar yok edilmiştir.
Milletler, dinler ve mezheplerin taraftarları düşünce, inanç ve etnik kökenlerinden dolayı bu savaşlarda yıkım yaşamışlardır.
Kendi aralarında fırkalara bölünen ve mezhepler şeklinde isimlendirilen, İslam, Yahudilik ve Hıristiyanlık, sürekli bir çatışma içerisinde ve savaş içinde olmuşlardır. Bu durumun dinlerin ve mezheplerin kendilerinden kaynaklandığını söylemek doğru değildir. Çünkü İmam Ebu Hanife’nin muallimi İmam Caferi sadıktır. Bütün Alim ve İmamlar ilimleri ile toplumsal sorunların çözümü için çalışma ve çözüm odaklı perspektifler oluşturmuşlardır.
Dinleri ve mezhepleri iktidarları için ele geçirenler, taraflar arasında kin ve nefret yaymayı bir politika haline dönüştürmüşlerdir. Dini iktidara alet ederek “dincilik” mefkuresini oluşturanlar, iktidarlarını daha fazla tahkim edebilmek için, ırkçılığı da bu duruma karıştırıp, insani felaketlere yol açmışlardır. Böylelikle Türk’ün, Arap’ın ve Farsın muktedirleri her tarafı kan deryasına çevirmiş oldular. Kürtleri, Kıptileri, Berberileri, Çerkezleri, Asuri/Süryanileri, Keldanileri, Lazları ve Belucileri yok etmeye çalışmışlardır.
“Dincilik ve ırkçılık” biçiminde şekillenen bu mefkure ve uygulamalar, jenosit ve yıkımların da zeminini hazırlamışlardır. İnsanlık tarihinde yıkımların ve acıların müsebbibi olan dincilik ve ırkçılık akımları, yirmi birinci asırda da yıkımlar ve acıların zemini olmaya devam etmektedir. Birey ve toplumları en kolay ve rahat manipüle edebilme ve aldatma alanları; dincilik ve ırkçılıktır. Din ve etnisite alanları, toplumların yumuşak karınları olduğundan, kapitalist ve sömürgecilerin bu zeminde at koşturmaları daha rahat olmaktadır.
“Irkçılık ve dincilik” başkalarının fıtri, varoluşsal, milli, inançsal farklı düşünme, ifade ve yaşam haklarını kendisine saldırı olarak propaganda eder. Bu hakları isteyen kişi ve toplumları kafir, dinsiz, düşman ve hain ilan ederek yok etmeyi amaçlar. İktidar ve muktedirlerin en kolay beslendikleri ve taraftar buldukları zemin “dincilik ve milliyetçiliktir”. Savaşları dayatıp zorbalık yapanlar, dindar olmadıkları gibi, sözde milliyetçilik yaptıkları milleti de açlık, sefalet ve yok olmaya derdest ederler. Toplumları dincilik ve ırkçılık adına savaştıranlar, toplumlara ve dindar kesimlere maddi ve manevi katkıları olmamıştır. Bilakis yıkım, fakirlik, cahillik ve huzursuzluklara sebebiyet vermişlerdir. Neden ırkçılar ve din istismarcıları, din, inanç ve ırkını başkalarına zorla kabullendirmeye çalışırlar? Dinlerin sahibi Allah ise, ırkları şekillendiren ve onlara kimlik kazandıran yaratıcı ise, neden onları, biyolojik olarak ortadan kaldırmak için peygamberler ve kitaplar göndersin? Son dönemlerde dincilik adına Orta Doğu’da harlanan savaşlar birer din savaşları gibi gösterilmeye çalışılsa da hakikatinde öyle değiller. Hamas’ın saldırıları ile start alan ve Orta Doğu’yu kasıp kavuran bu savaşlar, dinler arası savaşlarmış gibi köpürtülmekte, toplumları birbirlerine boğazlatmak amacı güdülmektedir.
Kendi iktidarlarını sağlamlaştırmak ve sürdürmek için bütün iktidarlar tarafından dinler sonuna kadar ve ahlaksızca kullanılmaktadır. İran, İslam’ı Şiilik adı altında sentezleyerek iktidar devşirmiş ve bunu yaygınlaştırıp, genişletmek için bütün gücünü sahaya sürmüştür. İslam ve Yahudilik savaşı olarak dikte ettirilmeye çalışılan bu savaşların, ne İslam’la ne de Yahudilikle hiçbir alakası yoktur. Yaratıcı dünya ve ahiret saadeti için Resuller görevlendirmiştir, birbirlerini yok etmek için vazife tevdi etmemiştir. Peygamberler aynı davanın çağrıcılarıdır, o çağrı da yaşatmak ve adaleti gerçekleştirmektir.
Kur’an: “Bir insanı öldürmek bütün insanlığı öldürmekle eş değerdir. Bir İnsanı yaşatmak bütün insanlığı yaşatmaktır” der. (Maide 32)
Tevrat: "Allahtan başkasına kulluk etmeyeceksin. Allah’ın adını boş yere ağzına alıp kullanmayacaksın. Şabat gününü kutsal tutacaksın. Babana ve annene saygı göstereceksin. Öldürmeyeceksin. Zina yapmayacaksın. Çalmayacaksın. Yalan şahitlik etmeyeceksin. Komşunun namusuna göz dikmeyeceksin. Komşunun evini, eşyasını ve başka bir şeyine göz dikmeyeceksin.
Tevrat’ın emirleri ve bu emirlerin hepsi İncil ve Kur’an’da da tekrarlanmıştır.
Bu dinlere iman ettiklerini söyleyenler, inandıkları kitaplara neden dönüp bakmazlar?
İslam’a inandıklarını söyleyenlerin kahır ekseriyeti, İslam’ı dincilik eksenine oturtan iktidarların oluşturmuş oldukları algılarla hareket etmektedir. Bu algılardan dolayı, Yahudileri yeryüzünden silmeye ve yok etmeye odaklanmışlardır.
Netanyahu ve onun gibi düşünenler ise, Yahudilik adına toprakları genişletmeye kilitlenmişlerdir.
Her iki tarafta iman ettikleri kitapların ve peygamberlerin zıddı olan çağrılara kulak vermektedir.
Yıkımlar, savaşlar ve yok etmeler dindarların uygulamaları ve çağrıları olmamalıdır. Bu dinlerin kutsal olarak bilinen metinlerinde; ıslah etme, yaşatma, dayanışma, barış ve yardımlaşma çağrıları vardır.
Dincilik ve ırkçılık mefkuresi ile hareket edenlerin ise, toplumu kendi etrafında konsolide ederek, hükümranlık alanlarını genişletmek vardır. Netanyahu, Hamaney ve Erdoğan daha fazla yıkıma çağırmaktalar.
Topraklarımızda savaş ve yıkımları durdurmanın yegane yolu, “dincilik ve ırkçılık” hastalıklarından kurtulmaktır. Dindarlar savaşa değil, barışa çağırmalılar. Hakkaniyetli barış hepimizin kurtuluşudur.