Direniş tohumları 5 Nolu'da atıldı
Dosya Haberleri —
- Elazığ ardından Amed'de işkencecilere karşı direnişten taviz vermeyen Memli Güngör: Mazlum ve Dörtlerin şahadetinden sonra 14 Temmuz direnişi hepimize bir kimlik biçti. Zindandaki etkisi inanılmazdı. Bu eylem ile kitleler direnişe geçirildi.
DENİZ BABİR/BERLİN
Kurdistan tarihinde kritik zamanlar, önemli dönemeçler vardır ve "Büyük Ölüm Orucu" da bunlardan biridir. 14 Temmuz 1982’de başlayan ve 2 aya yakın devam eden zindan direnişinin üzerinden tam 41 yıl geçti. PKK’nin kurucu kadrolarından Mehmet Hayri Durmuş, Kemal Pir, Akif Yılmaz ve Ali Çiçek direnişleriyle tarihe adını yazdırdı. 1982 Newroz’unda Mazlum Doğan’ın ve 17 Mayıs’ta Ferhat Kurtay ve arkadaşlarının gerçekleştirdiği eylemlerin bir devamı ve zirvesi olan Ölüm Orucu, işkence merkezi Diyarbakır Zindanı’nda Kürtlerin makus tarihini yerle bir etti. Zindan direnişinin tanıklarından Memli Güngör ile 41 yıl öncesine gittik ve Diyarbakır Zindanı’ndaki vahşet ve direnişe dair tanıklıklarını dinledik. 15 yılı aşkın süre cezaevinde kalan ve son 23 yıldır da Almanya’da bulunan Güngör’ün mücadele geçmişi neredeyse yarım asır. Kürt Özgürlük Mücadelesi ile 1974 yılında tanışan Güngör, “Kurdistan ismini duyar duymaz tereddütsüz Kurdistan devrimcileri içinde yer aldım. O gün bugündür bu mücadele içerisindeyim” diyor.
Sakine ve Hamili direnişin temsilcileri
Dersim’in Nazimiye ilçesine bağlı Xosum köyünden olan Güngör, 1950 doğumlu. Siyasetle ilişkisi ilk olarak TİKKO’yla başlamış. Ardından Kürt Özgürlük Hareketi ile tanışan Güngör ilk olarak Ali Haydar Kaytan, Mehmet Karasungur, Hamili Yıldırım, Delil Doğan ve Veli Tayhan ile tanışmış. Güngör, “Veli Taylan arkadaş ilk yıllarda şehit düştü. Bingöl’de akrabalarımın yanına gidip gelirken de Mehmet Karasungur ile tanıştım. Onlar beni mücadele konusunda motive ettiler. Kurdistan devrimcileri Dersim’de artık çok iyi biliniyordu. 1975 yılında yurt dışına çıktım ve Berlin’de kaldığım sürede sürekli Kurdistan devrimcilerinin mücadelesini anlatıyordum” diyor. 1977 yılında tekrar Dersim’e dönen Güngör, hakkında yapılan bir ihbar nedeniyle aranıyor olsa da siyasal çalışmalarını sürdürür. PKK’nin kuruluşu ardından kurucu kadrolar içerisinde tutuklananlar olduğunu belirten Güngör, “Yakalananlar arasında Elazığ grubundan Sakine Cansız (Sara) ve Hamili Yıldırım da vardı. Sakine ve Hamili muazzam bir direniş gösterdi. Ama Şahin Dönmez gibi bazı kişilerin çözülmesi birlikte devlet bunu kullanmak istedi” diye anlatıyor.
Onurlu bir devrimci gibi…
Bu çözülmeler sonucu Güngör, 1980’de tutuklanarak Elazığ Cezavi’ne konulur. Bu süreçte cezaevlerinin tıka basa Kurdistan devrimcileriyle dolu olduğunu ifade eden Güngör, şöyle devam ediyor: “Hayri Durmuş, Mazlum Doğan, Kemal Pir ve daha nicelerini Amed 5 Nolu’ya götürmüşlerdi. Biz de oraya gitmek istiyorduk. Bir süre sonra Sakine, Hamili arkadaşların da bulunduğu 78 kişi -aramızda itirafçılar da vardı- paldır küldür Diyarbakır Zindanı’na götürüldük. Sorgularda çok işkence gördük. Ve bu sorgularda ne partimin ne de yoldaşlarımın ismini vermedim. Onurlu bir devrimci gibi direndim. Zordu, çok zordu…”
Her şey yeni başlıyordu
Elazığ Cezaevi’nde de işkenceye maruz kaldıklarını aktaran Güngör, “Diyarbakır Zindanı’na götürülmeden önce beni Elazığ’da işkence merkezinde tuttular. Elazığ tutukevine getirildiğimde Sakine ve Hamili beni alkışlarla karşıladı” diyerek, o dönem henüz Amed’de kendilerini bekleyen zulümden haberdar olmadıklarının altını çiziyor: “Amed’de de işkenceler olduğunu tahmin ediyorduk. Tekrar sorgulamaların yapılacağını ve itirafçılığın dayatılacağını tahmin etmiyorduk. Ama çok az insan bunu tahmin edebilirdi. Günlerdir Elazığ’da işkence gördük ve bir daha görmeyiz diye düşünüyorduk. Halbuki her şey yeni başlıyordu.”
Kalas ve sopalarla karşılama!
Diyarbakır Zindanı’na girdikleri andan itibaren işkenceye maruz kaldıklarını söyleyen Güngör, yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “Cezaevi girişinde ‘soyun’ dediler, soyunmadım. Özel bir ekip, ellerinde kalaslar ve işkence için özel yapılmış sopalarla doğrudan vücudumuz ve kafamıza vurmaya başladı. Bu saldırıyı 3 aşamada yapıyorlardı. Birinci aşamadan sonra bayılmışım. Gözümü açtığımda yerdeydim ve başım kan içindeydi. Etrafıma baktığımda duvarın dibinde çıplak insanları gördüm.”
İlk Mazlum’un sesini duydum
Elazığ grubu, Diyarbakır Zindanı’ndaki 35 ve 36. koğuşlarına konulur. Güngör, koğuş dense de aslında buraların çok küçük olduğunu belirterek, “hücre” diye tanımlıyor ve ekliyor: "17 kişi aynı koğuşa konulduk ve çıplaktık. Hücrenin pencereleri çatıya yakın bir yerdeydi ve üşüyorduk." Cezaevinde ilk duyduğu sesin Mazlum Doğan’a ait olduğunu belirten Güngör, “‘Elazığ grubu hoş geldiniz’ dedi. Sonrasında konuştuk diye askerler hepimizi sıra dayağına çekti. Konuşmak yasakmış. Elazığ grubundan bir arkadaş Mazlum’a seslenerek, ‘Tamam biz direnelim ama bu biçimiyle değil, koğuşlara gidelim, partiden haber bekleyelim’ dedi. Mazlum, ‘Parti zaten burada. Bizden istenilen şey direnmektir. Ben, sen, hepimiz partiyiz” yanıtı verdiğini anlatıyor.
Mazlum'un uyarısı...
Koğuşlardan İstiklal ve farklı marşların seslerinin geldiğini söyleyen Güngör, “Hücrede her saat başı dayak yiyorduk. Koğuşa geçme kararı verdik. Mazlum, ‘O koğuşlara giderseniz bir daha çıkamazsınız’ diye bizi uyardı. Ancak biz koğuşlara geçtik” diyerek, hayatı boyunca bu karara uyduğu için pişmanlık yaşadığını vurguluyor. Kendisinin 34. koğuşa, Hamili'nin 36. koğuşa, Sakine'nin kadın koğuşuna konulduğunu aktaran Güngör, “Bizim olduğumuz hücrede çoğumuz taraftardık ama bağlıydık. Zamanla koğuşun sayısı 128’e çıktı. Üst katımızda ise Ferhat Kurtay ve arkadaşlar vardı” diyor.
Yan tarafta revir olduğunu, revire giden hastaların işkenceye maruz kaldığını belirten Güngör, “Sonunda bize marş söylemeyi dayattılar. En sonunda bir iki marşı kabul ettik. Peşine diğer marşlar, Atatürk inkilap tarihi geldi. Geldikçe geliyordu” diyerek, Mazlum’un uyarısının ne anlama geldiğini o zaman anladığını söylüyor. Yıldırım Merkit, Şahin Dönmez gibi isimlerin rolüne işaret ederek, Elazığ grubundan yaklaşık yüzde 80’ine zorla itiraf imzalattırıldığını söyleyen Güngör, “Fakat Sakine, Hamili buna çok karşı çıktı. Ben de gücüm oranında etkilemeye çalıştım ama çok zor geçti” diyerek, ihanetle ve onurlu bir direniş arasında çetin bir savaş yaşandığını vurguluyor.
5 Nolu özel bir plandı
Diyarbakır 5 Nolu Zindan’ın Kürtlerin inkarı ve yok edilmesi için özel bir plan olarak devreye konulduğunun altını çizen Güngör, “Burda yapılan işkencelerden tutalım yayılan verem hastalıkları gibi birçok insanlık dışı yönelimler bu kapsamda yürütüldü. Düşünün insanlar işkenceye ve itirafçılığa dayanamayıp ölmek istiyor. Elazığ grubuna bakınca ben de itirafçı olmamak için bunları düşünmedim değil” diyor. Güngör, şöyle devam ediyor: “Öyle bir zulüm vardı ki, bir hücreden diğer hücreye iletişim kuramıyordun. İnsanlar güçsüz kalsın diye tüberküloz hastalığını yaydılar. Zindanda üzerimizde çok deney yaptılar. Bidonlarda toplu çay vermeler, aynı kaşığı herkesin kullanması. Sigaraların idare tarafından kontrol edilerek verilmesi vs. Örneğin çay gelmediğinde insanların kafaları ağrıyordu. İnsanlara üç metrelik duvara tırmanın deniyor ve tutsaklar elleri kanayana kadar bunu deniyordu. Düşünün gardiyanlar vurmaya başlamadan herkes irade dışı bağırmaya başlıyordu. Niye bağırıyorsunuz dediğimde ‘bilmiyorum’ cevabını alıyordum. Sen korkaksın diye birbirini döven arkadaşlar oldu. Bunların hiç biri normal değil ve inanılması güç olaylar. Bunları sadece korku, işkence ile izah etmek doğru değil. Sonraki yıllarda gelip Amed’de bu vahşeti yaşayan insanlar üzerinde bir araştırma yapılmadı. Bu Kurdistan devrimcilerinin ve şehitlerimizin günahı olarak kaldı. Bu hala cezaevlerinde devam ediyor.”
Tek kelime ile vahşetti!
“Yaşadıklarımız tek kelimeyle bir vahşetti” diyen Güngör, şöyle devam ediyor: “Diyarbakır Zindanı'nda yıllarca yıkanmadık, ışık yüzü görmedik. Mahkemeye götürülürken askeri marşlar söyletiyorlardı. Mahkeme salonlarında erkenden götürülüyorduk, burada saatlerce ayakta bekletiliyorduk, vücut takatsiz kalınca ister istemez düşüyorduk. Ringlerin içinde mahkeme gidişi ve dönüşü sırasında eller kelepçeli halde yetmiyordu birde ayaklar ve vücudumuz zincirleniyordu. Yazın sıcakken sıcaktan boğuluyorduk, kışın soğukken soğuktan donuyorduk.”
‘6 ay sonra şehadetini duyduk’
Cezaevinde bilgi alış verişinin de çok zor olduğunu belirten Güngör, “Mazlum arkadaşın şehadetini dahi 6 ay sonra öğrenebilmiştik” diyor. Güngör, “Aynı cezaevindesin, kimin ne yaptığını ve kime hangi işkencelerin uygulandığından haberimiz yoktu. Artık bu cezaevinin dünyada eşine az rastlana bir yer olduğunu anladık. Buradan başı dik çıkmanın büyük bir fedakarlık istediğini kavradık” diye ekliyor.
Güngör, Mazlum Doğan’ın şehadeti ardından koğuşlarda gizli bir şekilde örgütlediklerini, 14 Temmuz direnişçilerinin ölüm orucuna girdiklerini duyduklarında “Artık bunun böyle devam etmeyeceğini anladık. Ölüm nereden geliyorsa gelsin, vız gelir” diyerek işkencecilere karşı büyük bir direnişe geçildiğini belirtiyor.
Tarihin akışını direniş değiştirdi
Diyarbakır Zindanı’nda 1982 yılında peş peşe yaşanan direnişin Kürtlerin kaderini, tarihini ters yüz edecek büyüklükte olduğunun altını çizen Güngör, şöyle devam ediyor: “Diyarbakır Zindanı'nda başta Mazlum’un eylemi dağları oynattı yerinden ve taş olan yürekleri sarstı. Mazlum’un o eylemi olmamış olsaydı bizler 14 Temmuz Ölüm Orucu'nu görmeyebilirdik. Belki de devlet Hayri abi ve diğer yoldaşlarımızı ölüm orucuna girmeden öldürebilirdi. Kesinlikle hiçbir hakka sahip olmazdık. 14 Temmuz Ölüm Orucu ise bambaşkaydı. Mazlum ve Dörtlerin şahadetinden sonra 14 Temmuz direnişi hepimize bir kimlik biçti ve bu sayede kendimizi bulduk. Zindandaki etkisi inanılmazdı. Hiçbirimiz bu denli bir etki beklemiyorduk. Bu eylem ile kitleler direnişe geçirildi. Kısacası 14 Temmuz direnişi PKK tarihi açısından gerek kitle boyutuyla gerekse de devlete verilen mesajda önemli bir cevaptı. Devlet istediğini alamadı ve Temmuz direnişi sonrasında bunu kısmen yapmaya çalışsa da karşılık görmedi.”
Vahşet ters yüz edildi
Mazlum’la başlayan, Dörtler ve Ölüm Orucu’yla devam eden direniş tohumlarının Diyarbakır Zindanı’nda bir isyana dönüştüğünü vurgulayan Güngör, 1983 yılında yeniden ölüm orucuna başlandığını hatırlatarak ekliyor: “Devletin 3,5 yıllık vahşetini ters yüz edecek 1983 ölüm orucuna başladık. Adli tutuklular da katılmıştı. Yıllar sonra ilk defa nefes aldığımızı hissettik. Şunu iyi anladık, ne kadar iyi bir devrimci, savaşçı olsan da eğer örgütlü değilsen, yol gösterici bir kurumun yoksa, sen ölümüne de dirensen anlamı yok. Direnişi kitlelere mal ederek, onları da dahil etmen gerekiyor.”
***
Kemal Pir’in Esat Oktay’a resti
Cezaevinde uzun zamandan sonra Kemal Pir’i görme fırsatı yakaladığını Memli Güngör, o günü şöyle anlatıyor: “Esat Oktay koğuşa baskına gelmişti. Bir asker kulağına ‘Kemal Pir mahkemeden gelmiş, ne yapalım’ diye sordu. Esat, ‘buraya getir’ diye cevap verdi. Kemal Pir ismini duyunca itirafçılar hariç hepimiz heyecanlanmıştık. İtirafçılar hemen Erol Değirmenci, Şahin Dönmez ve Ali Gündüz’ün bulunduğu masaya toplandılar. Zorla itirafçılık imzalatılanlar yanımızda kaldı. Kemal Pir, bana ve Metin Cansız’a selam verdi. Yılar sonra Kemal’i görüyorduk. Bizim için tarifsiz bir duyguydu. Esat Oktay, ‘Kemal seni niçin çağırdığımı biliyor musun’ diye sorunca, Kemal ‘müneccim değilim, ne bileyim niye çağırdın’ diye yanıt verdi. Esat, ‘Kemal bak bu Memli ve Metin buradaki kurallara uymuyor, huzuru bozuyorlar. Diğerleri devleti tanımışlar ve kurallara uyuyorlar. Sen ne diyorsun’ dedi. Kemal Pir bize gülümseyerek, ‘Bizde bir kural vardır, kim direnirse biz ona saygı duyarız’ dedi. Esat’ın yüz ifadesi birden düştü ve Kemal Pir’i oraya getirdiğine bin pişman oldu. Bağırdı ve ‘bunu hemen hücresine götürün’ dedi. Kemal giderken her iki elini omuzlarımıza koyarak, ‘Kolay gelsin, böyle devam edin’ dedi. O günden sonra işkenceyi unutmuştuk artık.”
Kemal Pir cesaret demektir!
Kemal Pir’in her yerde “cesaretiyle” öne çıktığını vurgulayan Güngör, mahkemede yaşadıkları bir olayı da şöyle anlatıyor: “Mahkemeye getirilenlerin arasında ilk Kürt Cumhurbaşkanı adayı Nurettin Yılmaz’da vardı. Birde Urfa’daki Bucak aşiretinin silahlı adamı, birçok yurtsever arkadaşımızı şehit eden Xeliqez diye biri vardı. Xeliqez’i sandalyeye oturtmuşlardı. Ama Nurettin Yılmaz zincirden düştüğü için yerde dövüyorlardı. Elleri zincirliydi. Onun yere düşmesi arkadaşların peş peşe yere düşmemesi ve boyunlarından boğulma tehlikesi doğuruyordu. Kemal Pir arkadaş sandalyede askere ‘O adamı kaldırın ve Nurettin Yılmaz’ı oturtun’ dedi. Asker, ‘Sana ne ben kimi oturtturacağımı bilirim’ diye cevap verdi. Kemal abi, Xeliqez’e bağırarak, “Kalk oradan bu yaşlı adam otursun’ dedi’ O sırada asker Kemal Pir’e saldırdı. Biz karşı çıkınca, orada feci bir dayak yedik. Kemal Pir, cesaret demektir.”
* * *
Avareş cezaevinin yıldızıydı
Cezaevlerinde durumun değiştiğini söyleyen Memli Güngör, “Artık ışık yüzü görüyorduk. 3 yıl sonra bitlerden kurtuluyorduk ve su yüzü görüyorduk. 81-82-83-84 direnişlerin Mazlum, Kemal, Hayri arkadaşların dışında Mustafa Karasu (Avareş) cezaevinin yıldızıydı. Karasu zindanda büyük bir öncülük duruşu sergileyerek, 83 direnişini ölüm orucuna çevirdi. Devlet Karasu’yu öldürmek istiyordu, ama o hepimizin sembolü, ışığı oldu. Kurdistan halkına daha çok hizmetleri olacağı konusunda hiç şüphem yoktu. 83 direnişin 29. gününde haklarımız aldık. Ama arkadaşlar sürekli bizi uyarıyordu, bu haklar kalıcı değil bu devlete güvenilmez. Bu devlet defalarca kez Hayri’ye Mazlum’a ve Kemal Pir’lere namus ve şeref sözü verdikten bir hafta sonra tekrar işkencelere başladı. O dönemde dışarıda insan hakları kurumları ile yurtseverlerle ilişkilerimiz gelişti ve bu sayede sesimiz dışarıya ulaştı” diye belirtiyor.
Yeni bir dönem başladı
Göngör, sözlerine şöyle devam ediyor: "83’e kadar dışarıda yaprak bile kımıldamıyordu. 84’de direnişte ailelerin dışarıda vermiş olduğu direniş çok önemliydi. Aileler olmasaydı daha fazla şehit verebilirdik. Orhan ve Cemal’in şehadetinden sonra Karasu, Sakine ve 4 kadın arkadaş da hastanede ölüm sınırındaydı. Bir ara dediler ki halk cezaevinin etrafını sarmış. Bizi büyük bir heyecan sardı. Sonra taş sesleri gelince doğru olduğunu anladık. Dışarıda halkımız Kolordu’dan Ankara’ya giderek sesimizi duyurdular. 15 Ağustos eylemini de duyunca yeni bir dönemin başladığını anladık ve inancımız büyüdü. Partinin kurulması, Hayri’lerin Kemal’lerin direnerek şehit düşmeleri ve 15 Ağustos diriliş bayramı bir dönemdir."