Kadın kırımına karşı mücadele stratejisi
Kadın Haberleri —
- Kadın kırımı tarihsel, kültürel, politik, ekonomik boyutları olan bir sistem olarak işliyor. Bizim de ona karşı mücadelede sistemsel çözüm stratejileri üretmemiz gerekiyor.
ZOZAN SİMA
Kadın kırımına dair tartışmalar, bu yüzyılda daha yoğunlaştı. Çünkü ataerkil sistem ile kadınların özgürlük istemi arasındaki çelişki daha da derinleşti. Kadın özgürlük bilinci ve örgütlenmesi geliştikçe itirazlar artıyor, bununla paralel saldırılar da yoğunlaşıyor.
Kapitalist sistem kadın emeğini ve bedenini sömürmeden yürüyemez. Bu nedenle sömürünün rengini değiştiriyor, bazen şiddetle bazen de yumuşak yöntemlerle mevcut statünün sürdürülmesini sağlıyor.
Bu noktada yürütülen mücadelenin kadın kırımını önlemeye yetmediğini görüyoruz. Öldürülen kadınlara sahip çıkma, katillerin cezalandırılmasını isteme, kadın kazanımlarına yönelen saldırıları protestolar etkili olsalar da sistemi dönüştürebilme gücünde değildir. Sürekli bir olaya, bir söyleme karşı tepkiyle yükselen, sonra dinen bir direnişin ötesine geçemezsek kadın kırımını önleyemeyiz.
Ev içi şiddet hala suç sayılmıyor
Kadına yönelik şiddetin tanımı ve kapsamı sürekli genişliyor. Fiziki şiddet daha görünürken ekonomik, psikolojik, duygusal, kültürel şiddet ancak kadınların mücadelesi ile görünür olabildi. Ev içindeki şiddet çok boyutlu ve katmanlı olmasına rağmen hala tüm yönleriyle suç kapsamına alınmış değildir.
Günümüzde dijital şiddet suçları giderek artıyor. Yakın zamanda yapılan bir araştırmada Tunus’ta kadınların yüzde 89’unun dijital şiddete uğradığı ortaya çıktı. Kadınların kadın olmaktan kaynaklı uğradıkları şiddetin yanı sıra farklı inanç, etnik kökene, sınıfa ait olmalarından kaynaklı uğradıkları şiddet de yeterince görünür kılınmadı.
Şiddet doğallaştırılıyor
Kadına şiddeti ve kadın kırımını tanımlamada güçlük yaratan bazı sorunlardan biri, kadınlara maruz kaldıkları şiddetin doğalmış gibi algılatılmış olmasıdır. Kadınların duygusal yakınlık yaşadıkları erkekler ya da evli oldukları erkekler tarafından tecavüze uğramasının bir şiddet ya da suç olduğunun farkına varılması bile yılları aldı. Evlilik içi tecavüz, hala pek çok hukuk sisteminde suç olarak tanımlanmıyor. Ortadoğu coğrafya ve kültürlerinde kadınların pek çoğu hala bunu suç olarak algılamıyor. Kadınların babanın, eşin, erkek kardeşin mülkü görülmesi nedeniyle namus cinayeti adı altında öldürülmesi toplumumuzda normal karşılanıyor. Biz buna karşı yoğun bir mücadele yürütmek zorundayız. Kadınların dövülmesi gerektiğine dair dini söylemler şiddeti meşrulaştırıyor.
Sektörlerin şiddeti
Diğer yandan güzellik kompleksi yaratılarak kadınların kendi bedenleri ile sorunlu hale gelmesi, cinsel meta görülmeleri de farklı şiddet biçimleri olarak ortaya çıkıyor. Moda, kozmetik, pornografi gibi sektörler milyon dolarlar kazanırken milyonlarca kadın bu sektörler yüzünden şiddete maruz kalıyor. Güzelleşme, arzulanabilir olma dayatmaları altında kadınlar bazen de kendi kendilerine şiddet uygulayabiliyor.
Diğer yandan erkeklerin kadınları öldürdüklerinde öne sürdükleri mazeretleri toplum, din, hukuk, devlet, polis geçerli sayıyor. Öldürülen ya da şiddete uğrayan her kadının mutlaka bunu hak edecek bir suç işlediği düşündürülüyor.
Kadına şiddet bireyselleştiriliyor
Diğer önemli bir nokta ise; her kadının yaşadığı şiddet ve saldırının kişisel olduğunun düşündürülmek istenmesidir. Psikolojisi ya da karakteri bozuk bir erkeğin işleri olarak görülen ve sadece olay olarak ele alınan bu gerçekliğin deşifre edilmesinde femicide kavramı önemli bir dönüşüm yaratmıştır. Bunun bir politika olduğunu, tek tek erkeklerin tek tek kadınlara karşı değil erkek egemenliğinin kadınlara karşı kullandığı bir yöntem olduğunu ortaya koymuştur.
Ataerkil gelenek, devlet, kapitalizm ve egemen erkeğin ittifakının bir sonucu olarak kadınlara karşı gelişen suçlar, şiddet ve öldürme faaliyetleri bu politikanın sonucudur.
‘Dört büyük operasyon’
Öncelikle bunun tarihsel arka planına bakmaya ihtiyaç vardır. Erkekler bu hakları nasıl edindiler? Bu konudaki tespiti Kürt Halk Önderi Abdullah Abdullah Öcalan, Özgürlük Sosyolojisi kitabında, ‘kadın üzerinde yürütülmüş dört büyük operasyon’ olarak tanımlar:
* Birincisi; kadını ev kölesi haline getirmesidir. Bu süreç korkunç sindirme, baskı, tecavüz, hakaret ve katliamlarla yüklüdür. Kadına biçilen rol, mülklü düzene gerekli olduğu kadar ‘döl’ üretmektir. Hanedanlık bu döle çok bağlıdır. Kadın bu statü içinde mutlak mülktür. Yüzünü bile başkasına gösteremeyecek kadar sahibinin malı, namusudur.
* İkincisi; kadını seks aracı kılmasıdır. Cinsellik tüm doğada üremeyle ilgilidir. Yaşamın devamını amaçlar. Özellikle kadın tutsaklığıyla birlikte ve ağırlıklı olarak uygarlık sürecinde, insan erkeğinde asıl rol sekse, cinsel arzunun patlamasına ve çarpıkça gelişimine tanınmıştır. Hayvanlarda çok sınırlı olan çiftleşme dönemleri (çoğunlukla yıllık), insan türünde erkek tarafından neredeyse yirmi dört saate çıkarılmak istenir. Kadın günümüzde seksin, cinsel iştah ve iktidarın üzerinde sürekli denendiği araç haline getirilmiştir. Özel ve genelev ayrımları artık anlamını yitirmiştir. Çünkü her yer ve her kadın artık genel ve özel ev ve kadın sayılır.
* Üçüncüsü; ücretsiz, karşılıksız emekçi haline getirilmesidir. Tüm işlerin zoru kendisine yaptırılır. Karşılığı biraz daha ‘eksik’ olmaya zorlanmadır. O kadar aşağılanmıştır ki, gerçekten erkeğe göre çok ‘eksik’ kaldığını kabul etmekte, erkek eline ve hâkimiyetine dört elle sarılabilmektedir.
* Dördüncüsü, en ince meta kılınmasıdır. Marks, paranın ‘metaların kraliçesi’ olduğunu söyler. Aslında kapitalizmde bu rol daha çok kadına yüklenmiştir. Kapitalist sistemde metaların gerçek kraliçesi kadındır. Kadının sunulmadığı hiçbir ilişki yoktur, kullanılmadığı hiçbir alan da yoktur. Bir farkla ki, her metanın kabul görmüş bir karşılığı olsa da kadında bu karşılık da koca bir ‘aşk’ yüzsüzlüğünden “Anaların emeği ödenmez” martavalına kadar koca bir saygısızlıktan ibarettir.
Tanımın eksik boyutları
Bu dört operasyonla inşa edilmiş kadınlık gerçeği katliamlara açık bir konuma getirildi. Kadın üzerindeki kırımın kültürel, sosyolojik boyutunu görmeden fiziki kırımı önleyemeyiz. Bu noktada kavramın tanımında eksik kalan bazı boyutları ortaya koymaya ihtiyaç var.
Cinsiyetçilik bir iktidar ideolojisi olarak kadın kırımının ideolojisini oluşturur. Bu açıdan kapitalizmin dayandığı temel ideolojiler olan dincilik, milliyetçilik ve bilimciliğin de ilk kaynağı cinsiyetçiliktir. Dincilik farklı inançlardaki insanları, milliyetçilik farklı halkları ve kültürleri, bilimcilik doğayı ve insanı nesneleştirerek cinsiyetçilikten öğrenilen kırımı yaymış oluyor.
Savaş suçlarında yargılama yok
Savaşlarda kadınların köle, cariye olarak alınarak haremlere kapatılmasını, kadınlara tecavüz edilmesini de kadın kırımı kapsamında ele almak gerekir. Sömürgeci ve emperyalist savaşlarda kadın kırımı kapsamında değerlendirilebilecek yüzlerce katliam gerçekleşti. Ezilen halkların kadınları erkek şiddeti ile birlikte devlet kaynaklı şiddet politikalarıyla iki kat karşı karşıya kalıyor. Kadın gerillaların cesetlerinin teşhir edilmesi, cinsiyetçi küfürlerin duvarlara yazılması, kadınların köle olarak pazarlarda satılması, Kürt halkı olarak yakın zamanda karşı karşıya kaldığımız uygulamalardı. Yine kadın aktivist ve devrimcilere dönük gözaltında işkence, tecavüz, öldürme temelindeki politik cinayetler, faili meçhul şekilde paramiliter güçlerce katledilmeleri, kadın gerillaların, savaşçıların bedenlerine yönelen saldırılar kadın kırımının farklı boyutlarıdır. Özgürleşme arayışındaki kadınlar daha özel hedeflenmekte, daha vahşice katledilmektedir. Hevrîn Xelef, Barîn Kobanê, Zehra Berkel, Rojava’da bunu simgeleyen kadınlardı. Katledilme biçimleri mücadele eden, yaşamı değiştirmek isteyen kadınlara bedel ödetme temelindeydi. Fakat bu suçların açığa çıkarılması, hesap sorulması, bunun önünün alınması temelindeki adımlar çok sınırlıdır. Kadınlara karşı işlenmiş suçların daha özel mahkemelerde yargılanması, bunun ortağı olan güçlerin açığa çıkarılması sağlanmış olsaydı bugün Şengal ve Efrîn’deki ya da Boko Haram’ın Afrika’daki uygulamalarının önüne geçilebilirdi.
Beyaz kırım femicide’den sayılmıyor
Femicide kavramının tartışılmasında eksik gördüğümüz diğer bir nokta ise tanımının ölüm, ağır yaralanma ile sınırlı tutulmasıdır. Acaba kadınlar fiziki zararlar görmeden de kırıma uğramıyor mu? Şöyle düşünelim, jenosidin birçok yol ve yöntemi var. Nazilerin Yahudi katliamı, Türk devletinin Ermeni ve Kürt katliamı, Amerika’da Kızılderili katliamı gibi birçok katliamın yanında beyaz katliam denilen yöntemler de uygulanıyor. Dilin yasaklanması, coğrafyanın talan edilmesi, ekonomik sömürgecilik, asimilasyon vb. Aynı biçimde kadın kırımının beyaz kırım diyebileceğimiz birçok yöntemi günlük olarak uygulanıyor. Kadınların fiziki zarar görmemek için katlandıkları birçok kırım biçimi yaşanıyor. Yani fiziki kırıma gelinceye kadar aslında kadınlar zaten bir kırım rejimi altındalar. Erkeğin kendisini döveceği ya da öldüreceği, evden kovacağı, terk edeceği, para vermeyeceği, çocuklarına zarar vereceği, tecavüz edeceği korkusuyla acaba ne kadar kadın kendinden nasıl tavizler vermek durumunda kalıyor?
Sistemsel çözümlere ihtiyaç var
Kadın kırımına karşı yürütülen mücadelede tarihsel, kültürel, ekonomik, sosyal boyutların daha bütünlüklü görülmesi ve buna göre sistemsel çözümler üretmeye ihtiyaç vardır. Bunun için;
* Zihniyet alanında yoğun mücadele gerekiyor. İnşa edilmiş kadınlık ve erkekliğin dönüştürülmesi gerekir. Bununla bağlantılı sorun daha çok kadın-erkek ilişkisi olduğundan aşk, cinsellik, evlilik, aile başta olmak üzere tüm kadın erkek ilişkilerindeki egemenliğin dönüşümünü hedeflemeliyiz. Biz bunu özgür eş yaşam kuramı ile ifade ediyoruz.
Egemen erkekle yoldaş olunmaz
* Erkeklik mutlak biçimde egemen bir kimlik olarak ve kadın karşıtlığı temelinde inşa edildiğinde aslında her erkek bir katil olma potansiyeli ile yetiştirilmektedir. Erkek olmak kadınsı olandan uzak olmak, kadından nefret (mizojini) temelinde şekillendiğinden kadın kimliğini ezme üzerine kurulmaktadır. Üzerinde egemenlik kuracak bir şey bulamayan erkek, kadın üzerinde egemenlik kuruyor. Tüm yenilgilerinin acısını kadından çıkarıyor. Tüm mülkiyetsizliğinin acısını kadından çıkarıyor. Tüm zayıflıklarının acısını kadından çıkarıyor. Bu erkek kimliğini dönüştürmek uzun bir zamanı alacak, bu nedenle önce bu erkeği sınırlamamız gerekiyor. Biz bunu egemenlik temelinde inşa edilmiş erkekliğin öldürülmesi olarak tanımlıyoruz. Egemen erkekle yoldaş da olunmaz, arkadaş da olunmaz, iş arkadaşı da olunmaz, sevgili de olunmaz.
Erkeğin zihniyet dönüşümü
* Erkeğin zihniyet dönüşümü uzun süreli bir mücadeleyi gerekli kılar. Bu nedenle kadınları örgütlü, savunmalı, bilinçli ve ekonomik olarak kendine yeterli hale getirmemiz gerekiyor. Hiçbir kadını erkeklerin, devletlerin insafına bırakmayacak kurumları geliştirmemiz gerekiyor. Kadınların katile dur diyebilecekleri örgütlerin, saldırılara karşı kendini savunacak araç, yöntem ve kurumların, yaşamlarını devam ettirmelerini sağlayacak komünal yaşam ortamlarının yaratılması gerekiyor. Biz bunun korunma, sığınma evleri biçiminde değil yaşam alanları olarak örgütlenmesi gerektiğine inanıyoruz. Kadın kooperatifleri, kadın akademileri, kadın köyleri, kadın komünleri bunun için oluşturulabilecek kurumlardır. Bu kurumlar, kadınların ihtiyacı olan bilgi donanımını sağlayacak ve kolektif dayanışma ile yaşam imkanlarını oluşturacak tarzda düşünülebilir.
* Kadınların tüm yaşamsal konularda söz, karar ve uygulama gücü kazanabileceği politik zeminlerin olması gerekiyor. Biz bunu her alanda eşit temsiliyet, eşbaşkanlık, kadın meclisleri ile yapmaya çalışıyoruz. Bir ülkeyi, şehri, en küçük birimden en uluslararası alana kadar siyasal karar süreçlerinde söz hakkımız olmalı. Savaş ve barış görüşmelerinde, yasaların yapılmasında, şehirlerin yönetilmesinde kadınların iradeleri tanınmadığında bunların bedellerini kadınlar çok ağır ödemek durumunda kalmışlardır.
Özsavunmanın kurumsallaşması ihtiyacı
* Kadınların savaş alanlarında silahlı olanı da dahil olmak üzere kendi özsavunma örgütlenmelerine, bireysel olarak kendilerini savunacakları araçlara, kapitalizmin ve erkek egemenliğinin tuzaklarına karşı duygu ve düşüncelerini, psikolojilerini koruyacakları araçlara sahip olmaları lazım. Bu nedenle geniş bir özsavunma örgütlenmesi tanımı ve kurumlaşmasına ihtiyaç var.
* Kadına yönelik şiddet devlet-ataerkil sistem işbirliğinin bir sonucudur. Bu nedenle devletlerin kadınları korumasını, koruyucu yasa ve sözleşmeleri uygulamalarını beklemek, buna umut bağlamak yerinde değildir. Kadınların örgütlenme, eylem ve direnişleri ile yarattığı kazanımların kadının toplumsal sözleşmesi ile uygulanmasını sağlamalıyız. Kadın kırımı ve şiddete karşı birçok yasa ve sözleşme olmakla birlikte bunlar kadın kırımını önleme gücünde değildir. Devletlerin keyfi yaklaşımları, iktidar değişimleri ile askıya alınabiliyor, hukuk kurumları rahatlıkla kendilerine göre yaklaşımlar sergileyebiliyor. Ancak kadınların örgütlü gücü, direnişi bu sözleşmelerin garantisi olabilir.
Sonuç olarak diyebiliriz ki kadın kırımı tarihsel, kültürel, politik, ekonomik boyutları olan bir sistem olarak işliyor. Bizim de ona karşı mücadelede sistemsel çözüm stratejileri üretmemiz gerekiyor.