Kürdistan'ın kayıp 'prensi'

Kültür/Sanat Haberleri —

İbrahim Bulak

İbrahim Bulak

  • Kakelo, Viranşehirli. Yolu önce Londra’ya düşer. Orada pantolon ütücülüğü yapar. Paris’ten Berlin’e, Atina’dan ABD’ye kadar “Kürdistan Prensi” ve “Milan Aşireti Prensi” olarak sosyete ortamlarına girer. Beyaz Saray’da dönemin ABD Başkanı Warren G. Harding ile görüşür. 1922 yılında ABD’li bir gazeteci onun “sahtekar” olduğunu ifşa eder fakat o hiçbir zaman prens olduğu iddiasından vazgeçmez.

İSMET KAYHAN

Kakelo, Viranşehirli. Yüzyılın başında Londra’ya gidiyor. Orada pantolon ütücülüğü yapıyor. Bir süre sonra Londra’dan başlayarak Avrupa kentlerinde “prens” olarak sosyete ortamlarına girmeye başlıyor. Sonra Amerika yolculuğu başlıyor. Beyaz Saray’da dönemin ABD Başkanı Warren G. Harding ile “Kürdistan Prensi” olarak görüşüyor. Peki bütün medyanın peşinde koştuğu bu “prens” kim? Yazar İbrahim Bulak’ın uzun süredir üzerinde çalıştığı 'Kakelo-Batıda Sahte Bir Kürt Prensi' kitabında bu sorunun peşinde gidiyor. Nûbihar yayınlarından bir süre önce okuyucuyla buluşan kitabın yazarı İbrahim Bulak ile Kakelo’nun maceralarını konuştuk.

Neden Kakelo’nun peşine düştünüz? 

Berlin’de 1925 yılında çıkan bir haberde şöyle bir bilgi geçiyordu: Sinan adındaki 'Gerçek Kürt Prensi' Berlin’de tutuklu bulunan ve kendisinin Kürdistan Emiri’nin oğlu olduğunu iddia eden biriyle görüşmek için polise başvurmuş ve görüşmüş. Gerçek Kürt prensi dedikleri Sinan kim, sahte Kürt prensi dedikleri kişi kim üzerinden daha fazla araştırdım. Sonra sahte prens dedikleri Kalelo’nun Berlin’de kaldığı kısa sürede epey medyatik olduğunu anladım. Berlin macerası çok kısa ama çok ilginç detayları içinde barındırıyor. Peki bu adam Berlin’den önce nerdeymiş Berlin’den sonra ne yapmış merakıyla yola koyuldum ve bu kitap ortaya çıktı.  

 

Kakelo dönemin en ünlü sinema yıldızlarıdan biri olan Priscilla Dean’la. Daily News ,15.10.1922

 

Kakelo bir sahtekar mı? 

Kakelo’yu karikatürize etmeden kim olduğunu anlamanın bana göre birkaç boyutu vardır. Birincisi, bu sahte prenslik meselesi. O yıllarda bir tek Kakelo kendisinin prens olduğunu iddia etmiyor onun gibi çok sayıda insan var prenslik iddiasında bulunan. Bu sahte prenslik fenomenin yirminci asrın ilk çeyreğinde yoğun bir biçimde ortaya çıkması da tesadüf değil. Çünkü Birinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrasında hem Ortadoğu’da hem Doğu Avrupa ülkelerinde büyük siyasi ve sosyal değişimler yaşanır. Bu zamanlar hanedanlıklarla yönetilen rejimlerin çöktüğü ve yeni bir yönetici elitinin bu rejimleri yönetmeye başladığı zamanlar. Birkaç yıl arayla Rus Çarlığı, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Osmanlığı İmparatorluğu, Alman İmparatorluğu ortadan kalkıp yerine cumhuriyete dayalı yeni rejimler inşa edilir. Özellikle bu değişimle beraber bugünküne benzer Üçüncü Dünya ülkelerindeki kentli orta sınıfın Batı’ya göçmesi gibi Osmanlı ve Rus imparatorluklarındaki soylu sınıfı da Avrupa ülkelerine göçmeye başlar. Fakat Almanya ve Avusturya gibi ülkelerde ise durum farklıdır çünkü soylu sınıfın kendi ülkesinden kaçmasını gerektirecek radikal bir değişim yaşanmamıştır. Fakat o da güçten düşmüştür. İşte bu hareketlilik ve hengamede özellikle 1920’lerle yoğun bir biçimde Avrupa başkentlerinin sosyete ortamlarında kendisinin prens olduğunu iddia eden insanlar peyda olmaya başlar. Bu o dönem için çok yeni bir fenomen değildir aslında çünkü öncesinde sahte prenslik fenomeni vardı. Fakat Birinci Dünya Savaşı sonrasında olayların sıklığı ve bu iddiada bulunan kişilerin profilinin benzerliğiyle bu fenomenin aslında bir dönem yaşanan sosyal ve siyasal değişimi sonucu olduğu görülür. Özellikle medyanın bu fenomenle ilgilenmesi, hatta sinema ve edebiyata da taşınmasıyla halk kitleleri sahte prenslerin hikayelerine yoğun br ilgi gösterir. 

Başka böyle kimler var? 

* Harry Domela, Almanca konuşulan ülkelerde en çok tanınan sahte prens. Baltık Almanlarından olan Harry Domela’nın hayatı da çok ilginç. Domela 1927 yılında Köln’de tutuklanır ve tutukluğunun yedinci ayında 'Der falsche Prinz’ (Sahte Prens) kitabını yazar. Bu kitap o yıllarda en çok satanlar listesine girer. Sonrasında Domela bu kitaptan kazandığı para ile sinemaya atılır. Hayatı maceralarla doludur. 1979 yılında Venezuela’da ölür.

* Anastasia adıyla da bilinen Anna Anderson var. Rus Çarı II. Nikolay’ın kızı olduğunu iddia etmiştir. Kendisinin Sovyet Devrimi’nden sonra Çar’ın ailesinin kurtulan tek ferdi olduğunu söyler. Çok sayıda kitabın konusu olur ve hakkında bir film de çekilir. Hakkında çok sayıda efsane vardır. 

* Arnavutluk’un bağımsızlığını ilan ettiği sürede Osmanlı saflarında bir asker olan Alman Otto Witte, Almanya’ya döndüğünde Arnavutluk’taki siyasi boşlukta 5 gün Arnavut devletine krallık yaptığını anlatmaya başlar. Hem bir maceraperest hem de bir meddah olan Otto Witte’nin sokaklarda anlattığı hikayesi bir süre sonra basının da ilgisini çekmeye başlar ve krallık hikayesi bir gerçek gibi yayılmaya başlar. Oysa onun gerçekten de iktidar boşluğunda Arnavutluk devletinin kralı olduğunu destekleyecek hiçbir delil yoktur. 5 günlük krallık hikayesi çok ilgi çeker kitaplara bile konu olur. 

Bu prenslik veya krallık hikayelerinde çoğunun ortak bir noktası vardır. Bir prenslik hikayesi anlatılır ve bu hikaye tutulur artık magazinsel bir hal almaya başlar. Fakat Kakelo bambaşka biri. Birincisi beyaz yani Avrupalı değil, ikincisi birçok hikaye uydurur, üçüncüsü sürekli hareket halindedir dördüncüsü ise sürekli kimlik değiştirir. Hiçbir zamandan da prenslik iddiasından en ufak bir geri adım atmaz. Kakelo en çok Domela ile anılır. Domela’nın Doğulu versiyonu gibi tabirler kullanılır onun için. Fakat Domela’nın sahte prenslik hikayesi Kakelo’nunkinin yanında ancak küçük bir fragman olabilir.         

 

Kakelo, Beyaz Saray'da (1921)

 

Peki meselenin diğer boyutları nedir? 

Diğer boyutu ise Kürdistan. Her yerde babasının Kürdistan’ın kralı veya emiri olduğunu ve kendisinin de doğalında Kürdistan’ın prensi olduğunu söyler. Burda da Kürdistan faktörü devreye giriyor. Öyle bir hal alıyor ki Kürdistan, isyanlarıyla bile Kakelo’nun maceraları kadar gündem olmuyor. 20. yüzyılın ilk çeyreğinde yeniden çizilen haritalarda Kürdistan yok. O dönem Kürdistan’ın teritoryal olarak nereyi kapsadığı da muğlak. Günümüzdeki gibi sınırları belli bir Kürdistan imajı o yıllarda olsa olsa küçük bir Kürt eltinin tahayyül edebileceği bir şeydi. Bu bağlamda günümüzdeki artık genel kültür bilgisi haline gelen 'dört parçaya ayrılmış  Kürdistan’ imajının son 50 yılın ürünü olduğunu söylemek mümkün. Buna rağmen Kürdistan adı Batı’da biliniyor çünkü seyahatnamelerde ve haritalarda sıkça geçer. Fakat bu Kürdistan’ın politik bir kimliği yoktur. Kakelo bence yeni dünya nizamında Kürdistan’ın sahipsiz olduğunu fark ediyor. Sosyete ortamlarına da aşina olmuş artık. İşte o da bu şekilde hem insanların bilgisizliğinden hem de kendisinin prenslik iddiasını yalanlayabilecek bir kurumun olmamasında faydalanıp Kürdistan’ı bir dönem kullanmaya başlar.

Bu yıllar aynı zamanda oryantalizmin zirve yılları. 

Zaten oryantalist anlatımlara oldukça ilgi var. Kakelo bunu da çok iyi fark etmiş. Sadece Kakelo değildir, oryantalize edilmiş Kürdistan imajını kullanan. Nitekim mesela kendisine Ali Baba adını veren ve Kürdistan’ın merkezinde olduğu bir hikaye uyduran ABD’de yaşayan Ermeni bir güreşçi Kürdistan adına güreş maçlarına çıkar. Kim olduğu çok da belli olmayan bu kişi, Ali Baba personasını yaratırken oryantalize edilmiş Kürdistan imajından oldukça faydalanır. Hatta Leyla Bedirxan’ı da bu gruba dahil edebiliriz. Aslında Avrupalı bir kadın olan Leyla Bedirxan bilinçli ve usta bir biçimde kendi sanatını Kürdistan’ın merkezinde olduğu bir şekilde oryantalize etmiş ve bu şekilde basının ilgi odağı olmuş. İşte meselenin ikinci boyutu, günümüzde politize edilmiş Kürdistan’dan ziyade bu oryantalize edilmiş Kürdistan imgesidir. 

Meselenin üçüncü boyutu ise Kakelo’nun kendisidir. Adam o kadar ilginç bir karekter ki o yıllarda bazıları onun ruh hastası olduğu üzerine ciddi ciddi kafa yormuş. Hakkında bu kadar belge olmasaydı onun gerçekte yaşamış biri olduğuna bile çoğu insan inanmazdı. Bana göre ne Kürt edebiyatında ne de Kürt sinemasında gerçekte yaşamış biri olmasına rağmen Kakelo kadar sağlam bir karekter yoktur. Ben onun maceralarının peşine düşünce Mihail Bulgakov romanı okuyor ya da Wes Anderson filmi izliyor gibi hissediyordum kendimi. 

Peki gerçek Kakelo kim?

Kakelo anlaşılması çok güç bir karekter. Kısaca şunları söyleyebilirim. Viranşehirli, bir biçimde yolu Londra’ya düşüyor. Londra’da pantolon ütücülüğü yapıyor. Bu işi yaptıktan bir süre sonra Londra’dan başlayarak Avrupa kentlerinde prens olarak sosyete ortamlarına girmeye başlıyor. Daha sonra Paris’te bir ABD’li kadınla evlenip oraya yerleşiyor. ABD’de bir süre sonra kendini Milan aşireti ve Kürdistan prensi diye tanıtıp sanat, siyaset ve iş dünyasında insanlarla tanışıyor. ABD’de ünlü biri oluyor. Daha sonra 1922 yılında bir gazeteci onun peşine düşüyor ve prens olmadığını yazıyor. Burda biraz ifşa olduktan sonra Avrupa’ya gidiyor. Nerdeyse bütün Avrupa başkentlerine gidiyor ve gittiği her yerde de ya hapis yatıyor ve sınır dışı ediliyor. Sonra yine ABD’ye gidiyor, ordan yine Avrupa’ya sınır dışı ediliyor en son tekrar ABD’ye dönüyor. 

 

Kakelo’nun ABD’deki maceralarının anlatıldığı bir karikatür.

 

Bu maceraya neden atılıyor?

Maceraya nasıl atılmış sorusuna ancak tahminde bulunabilirim. Kakelo’nun saray yaşamına müthiş bir özentisi var. Bunda   Viranşehir’de Milan aşireti reislerinin gösterişli yaşamlarına dair gördükleri ve duyduklarının payı vardır mutlaka. Bunun yanı sıra Londra’da ütücülük yaparken mutlaka 'Bu pantolonlarını ütülediğim soyluların hayatını neden ben de yaşamayayım' diye sormuştur kendisine. Hakeza Osmanlı saray hayatına da ilgisi var ki bunu eşlerine ve kızına verdiği isimlerden anlıyoruz. Osmanlı padişahlarının kızlarından bazılarını isimleri mesela şunlardır; Melekşah, Mihrişah, Hümaşah, Aynışah. O da ABD’de evlendiği kadınlara Osmanlı’da saray efradının isimlerine benzer şekilde sonu şahla biten Perişah ve Nurişah ismini vermiş. Nurişah’dan olan kızına da Bedrişah ismini vermiş.  

 

ABD’de onun hakkında çok sayıda haber çıkınca dönemin Osmanlı/Türkiye New York Konsolosu Şah Mir Efendi bir açıklama yaparak onun sahtekar olduğunu söyler. Daily News, 18.10.1922, s. 3

 

Beyaz Saray’a kadar giden, New York’tan Viyana’ya kadar devlet adamları ile görüşen ve bir ‘Kürt prensi’ olduğunu söyleyen Kakelo’yu ben okurken adeta bir diplomat gibi gördüm…

Doğru, çünkü kendisinin Kürdistan’ın prensi olduğundan zerre kuşkusu yok. O kadar emin ki bazıları mealen ‘Be adam bari bu kadar hunharca savunacaksan çıtayı yükselt ve ben Napolyon’um de’ diye kızar. Bazıları prenslik iddiasından hiçbir zaman geri adım atmamasının onun ruh sağlığının yerinde olmadığına bağlar. Hangi ülkeye gittiyse orda kendini Kürdistan prensi olarak tanıtır. Mesela Yunanistan’da devlet yetkilileriyle görüştüğü ve bu görüşmenin dönemin Yunan basınını da yansıdığı kesindir. Bu bilgi ikincil kaynaklardan teyitli bir bilgidir. 1922 yılında Kürdistan’ın statüsüzlüğünün tescillendiği Lozan Konferansı’na katılmaya bile teşebbüs etmiş. Hatta faşist lider Mussolini ile görüştüğü de söylenir fakat bunun efsane olma olasılığı da var. Beyaz Saray’da ağırlandığı kesindir. Bir ara Brüksel’de Suriye’nin temsilcisi olarak dolaştığına dair bilgiler de vardır. 

Kitapta prensliğini tescillediğini yazmışsınız

1931 yılında ABD vatandaşlığı alır. Akıllara durgunluk veren bir biçimde kendisinin ABD’de doğduğunu şahitler eşliğinde kabul ettirir. ABD vatandaşlığı aldığında ‘Prince’ sıfatını isminin önüne ekler. Yani Prince ifadesini isminin bir parçası haline getirir. Bu tarihten sonra artık prensliği tescillenir. Zaten gittiği her yerde de prens olarak karşılanır. Fakat bu dönemde artık Kürdistan’dan söz etmez. Bazı gazeteciler onun gerçek hikayesinin peşine düşse de gerçeği tam olarak aydınlatamaz. Kendisi prenslik hikayeleri dışında gerçekte kim olduğunu hiçbir zaman anlatmamış. 

1920 ve 1930’lu yıllar aynı zamanda Kürdistan’da isyanların, ayaklanmaların ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş sürecinde Kakelo acaba Kürt meselesini, Kürdistan’ı gündeme getirdiğine tanık oldunuz mu?

Kısmen evet. Mesela 1925 yılında yakalandığında sanırım Fransa’daydı. Kürdistan’da bir isyanın varlığından söz ediyor. En ilginci de Lozan Konferansı’na katılmak istemesi. Sanki orda Kürdistan’ın statüsüzlüğünün dünya nizamının bir parçası olacağından haberdar gibi.  

 

Viyana’daki mahkemede kendisini İbrahim Paşa Milî’nin yeğeni olarak tanıtır. Haberin bu kısımla ilgili bölümü. Illustrierte Kronen Zeitung, 30.10.1927, s.3 

 

Yüz yılın başındaki Batı basınında Kakelo nasıl anlatılıyor? 

Batı basınını, ABD ve Avrupa basını olmak üzere ikiye ayırmak gerek. ABD’de Avrupa’daki maceraları çok detaylı bilinmiyor daha çok Zerdecheno adıyla tanınır. Avrupa’da ise pantolon ütücüsü Kakelo adıyla tanınır ve ABD’deki vukuatları tam bilinmiyor. Özellikle 1920’li yıllarda abartısız dünyanın tanıdığı bir kişidir. Fakat hikayesi ve kimliği o kadar karışık ve belirsiz ki bu yüzden bir portre olarak diğer sahte prensler gibi tanınmamış. Bu kitap bir bakıma şimdiye kadar dağınık duran yapbozun parçalarını bir araya getirdi.  

Peki Türk basını?

Türk basınında özellikle 1924 yılında çok fazla yer aldığını tespit edebildim. Benim o yılın arşivlerine ulaşabilme şansım yoktu. Sadece birkaç şey bulabildim. Fakat dönemin gazete ve dergilerine bakıldığında onun hakkında çok sayıda haber ve yazının olduğu görülecektir. 

 

Yapmayı düşündüğü 'Kürt Özgürlük Filmi’ (kurdischer Freiheitsfilm) adının geçtiği bir haber, Der Tag, 07.10.1927, s. 4 

 

Kakelo sinemayla da çok ilgili…

1920’li yıllarda ciddi ciddi bir Kürt filmi yapmayı düşünmüş. Bu yıllar sessiz sinemanın geliştiği ve merkezinin Avrupa ve ABD olduğu yıllardır. Özellikle ABD’de Hollywood starlarıyla epey içli dışlı oluyor. Basında film yapmak istediğini sürekli dile getiriyor. 1925 yılında ise Berlin’de Danimarkalı yönetmen Holger-Madsen’le oturup ciddi ciddi film üzerine konuşuyor. Çekmeyi düşündüğü filmin adı da ‘Kürt özgürlük filmi’. 

Kakelo’nun ailesinden hayatta kimse var mı? Kitap için ailesine ulaşma imkanınız oldu mu?

ABD’de üç evlilik yapıyor. İkinci evliliğinden ve son evliliğinden bildiğim kadarıyla kızları oluyor. Üçüncü evlilikten olan Bedrişah sanırım hala hayatta. Fakat ulaşamadım ona. Doğrusu ulaşsaydım da babası hakkında benim işime yarayacak düzeyde bilgi sahibi olacağını sanmıyorum. Çünkü o muhtemelen babasını, onun anlattığı kadarıyla tanıtıyordur. Babasının da ona gerçekte kim olduğunu anlattığını sanmıyorum. Belki görsel açıdan bir katkı sunabilirdi fakat ona da doğrusu çok ihtiyacım yoktu.  

 

* * *

Bulak’ın yeni çalışması

Kakelo gibi nevi şahsına münhasır bir insan olan Doğan Kılıç üzerine çalışıyorum bir süredir. Çalışmam bitmek üzere, kitap olarak çıkacak. Doğan Kılıç özellikle 60’lı yıllarda Kürtler ve Aleviler üzerine en çok kalem oynatan aydınlardan fakat nedense hakkında birkaç cümleden öte bilgi yoktu. 2019’da onun hakkında yazdığım yazı ilgi çekmişti. Bu kitapta onun hayatını bir bütün anlatmaya çalışıyorum.     

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.