Ortak gelecek inşa edilmeli
Dosya Haberleri —
Yazar Recep Maraşlı ile söyleşimizin ikinci bölümünde Türkiye solunun Ermeni Soykırımı’nı nasıl 'dış güçler' söylemiyle açıklamaya çalıştığını konuştuk.
- “Siyasi örgütler, kurumlar, meclisler, yerel yönetimler soykırımı tanımalı ve soykırımdan dolayı yaşanan kayıpların nasıl telafi edileceğine dair çözümlerini açık ve net ifadelerle programlaştırmalı. Sadece soykırımları kabul etmek değil; aynı zamanda yanlışlardan dolayı özeleştiri yapmak, bugünkü kuşaklar arasında ortak geleceği inşa etmede de bir bilinç oluşturulması çok önemli.”
REWŞAN DENİZ
Ermeni Soykırımı her ne kadar İstanbul’da planlanıp, hazırlandıysa da hayata geçirildiği yerlerden biri de Kurdistan’dı. Bazı Kürt aşiretlerinin devlet eliyle bu soykırıma ortak olması ve sonrasında Ermenilerin mal ve mülkleriyle zenginleşmesi artık günümüzde Kürtlerin kabul ettiği ve üzerinde uzlaştığı bir konu. Özellikle 1980 sonrası Kürt hareketlerinin Ermeni Soykırımı’nı dillendirmesi ve sonrasında gelişen bu konuda oluşan duyarlılık HDP ve HDK gibi projelerle daha da somutluk kazandı. Yazar Recep Maraşlı ile söyleşimizin ikinci bölümünde Türkiye solunun Ermeni Soykırımı’nı nasıl 'dış güçler' söylemiyle açıklamaya çalıştıklarının yanı sıra Kürtler arasındaki tartışmalara yoğunlaştık. Kürt ulusal kurtuluş hareketlerinin, devrimci ve demokratlarının karşı bir “resmi milli tarih” kurmaya çalışmaktan özellikle kaçınmaları gerektiğinin altını çizen Maraşlı, ''Ermeni ulusal sorunu ve isteklerinin sürgün ve soykırımla bastırılmış olması, Kürt halkı için de tarihi bir derstir'' diyor.
1920-38 aralığında Kürt ulusal hareketinde yer almış aydınların Ermenilerin yaşadıklarına dair bilinçli veya bilinçsiz bir suskunluğu var. Bu konuda pek görüş belirtmemişler anılarında. 70’ler ve sonrasında Kürt ulusal hareketi sizin araştırmalarınıza göre ne zaman esaslı olarak tartışmaya başlıyor Ermeni Soykırımı’nı?
Kürt aydınları arasında 1920’li yıllarda bu konu üzerine duran kişiler var. Kürt ve Ermeni ulusalcılığının ittifak denemelerinin bir örneği olan Xoybûn Cemiyeti’nin (1927) kuruluşu sırasında konuşulup yazılan şeyler... Dr. Kemal Mazhar Ahmed ise bu konuda, derli toplu yazıp görüşlerini ortaya koyan ilk Kürt aydınıdır. “1.Dünya Savaşında Kürtler ve Kurdistan” (1975) kitabında hem 1915 soykırımı hem de Kürt-Ermeni ilişkilerini eleştirel bir gözle irdeler.
Ne yazık ki Irak, Suriye, Sovyet Ermenistan’ındaki bu yayınların bizim kuşaklara aktarımı ancak 90’lı yıllarda oldu. Cezaevlerindeki tartışmalara bir örnek olarak benim 1982’de İstanbul Alemdağ Askeri Cezaevi’ndeyken yazdığım bir taslak metni verebilirim. Bunun nedeni ASALA eylemleri nedeniyle soykırım “iddiaları” ve Ermeni taleplerinin devrimci niteliği olup olmadığı tartışmalarıydı. Daha sonra bu metni 1985 yılında, Diyarbakır sıkıyönetim mahkemesindeki Rizgarî/Ala Rizgarî davasında yaptığım savunmada kullandım. Orada ulusların kendi kaderini tayin hakkı açısından Ermeni, Kürt, Yahudi ve Filistin sorunlarını karşılaştırmıştım. 1915 bir soykırım olarak tanımlanmış ve Ermenilerin ulusal demokratik taleplerinin haklılığı vurgulanmıştı. Ancak 2007 yılında yayınlanabilen “Ermeni Ulusal Demokratik Hareketi ve 1915 Soykırımı” kitabımı da 1989-90 yıllarında Eskişehir ve Aydın Cezaevi’nde hazırladım.
Keza Elazığ’da Kawa davasından yargılanan Cemil Gündoğan da, 1982 yılındaki savunmasında Ermeni meselesini ele almış ve 1915’i soykırım olarak değerlendirmiştir. Belki de bunların olumlu etkisiyle olsa gerek hem Rizgarî hem Kawa hareketlerinde, 1980’li yılların sonuna doğru Ermeni meselesinin anlaşılması, 1915 soykırımın lanetlenmesi konusunda yayınlar yapıldığını, sahiplenici metinler ortaya çıktığını, kararlar alındığını görüyoruz. Kurdistan Press, Sterka Rizgarî ve Newroz dergilerinde yayınlanan yazıları; Pel yayınların çıkan kitapları örnek verebiliriz ve M. Kalman’ın “Batı Ermenistan (Kürt ilişkileri) ve jenosid” (1994) çalışması…
Türkiye sol hareketinin değerlendirmelerinde Ermeni Soykırımı için 'emperyalist oyunu’, 'dış güçler' retoriğiyle açıklama eğilimleri var mıydı?
Evet, Türkiye sol hareketindeki temel yanlışlık bence 1919-22 dönemini Türk resmi tarihine uygun bir şekilde “anti-emperyalist ulusal kurtuluş savaşı” olarak görmeleri. Daha öncesini ise 1. Paylaşım Savaşında (1914-18) Osmanlı İmparatorluğu’nun emperyalistler tarafından paylaşılması, “işbirlikçi azınlık burjuvazi” olarak tanımladıkları Rum ve Ermenilerin emperyalizmin oyununa gelerek, halkları birbirine kışkırtması sonucu ulusal boğazlaşmaların meydana geldiği bir dönem olarak görüyorlar. 1923 sonrası Cumhuriyet döneminde ise başlangıçta Kemalist iktidarın bir dizi ilerici reformları gerçekleştirdiği, ama giderek gericileştiği ve emperyalizme teslim olduğu anlatısı egemendir. Takrir-i Sükûn’dan İstiklâl Mahkemeleri’ne, Şeyh Said, Ağrı, Dersim katliamları ve sürgünleri de Kemalizmin gericiliğe, feodaliteye karşı mücadelesi olarak alkışlanıyor.
Bütün bu anlatılarda bu coğrafyanın yerleşik halklarına, Rum, Ermeni, Kürt, Süryani, Arap, Pontus vb. hiçbirine ilişkin hiçbir kaygı, hiçbir sempati yoktur. Türk olmak, Türk sayılmak doğal bir veri olarak kabul edilir, bunun Türk merkezli milliyetçi bir tarih bakışı olduğunun farkına bile varmayacak kadar “doğal” bulurlar bunu. Dolayısıyla Ermenilere karşı girişilmiş olan sürgün ve katliamlar Fransız emperyalizmine, Çarlık Rusyasına karşı yapılmış savununun bir sonucu olarak görülür. Ermeni halkı bu yabancı düşmanların bir parçası sayılır. Rumlara-Yunanlılara karşı girişilen katliamlar İngiliz emperyalizminin hanesine yazılır. Keza Araplar ve Kürtler de “İngiliz emperyalizminin oyununa” gelmişlerdir!
Osmanlı devletinin bu uluslar üzerinde tahakküm süren sömürgeci, despotik bir devlet olduğu inkar edildiği için bu devlete karşı, bağımsızlıktan özerkliğe ulusal talepler de emperyalizmin işbirlikçiliği olarak mahkum edilebiliyor. Osmanlı tarihinde değişik halkların “barış içinde bir arada, güzel komşular olarak huzur içinde” yaşadıklarını var saymak da onları rahatlatan bir söylemdir.
İnsanlığa karşı işlenmiş suçlar İttihat-Terakki yönetimine, Kemalist iktidara değil de sadece “emperyalizme” fatura edilince ortada bu iktidarlara onun devamlarına “dava” edilecek ne soykırım kalır, ne sürgün, ne milli zulüm… Eğer bu yönetimlerin karıştığı suçlar varsa, onlar da yine emperyalizmle olan iş birliği ve bağımlılıktan dolayı olmuştur.
Kemalist hareket de “emperyalizmle mücadele” ettiğine göre bütün suçlardan aklanmış oluyor. Sosyalistlerin görevi de başlatılmış olan ulusal demokratik devrimin sürdürülmesi, tamamlanmasıdır. Bugün Türkiye soluna egemen olan tarihi hikaye nüans farklarıyla aşağı yukarı budur.
Bu anlatının tümüyle yıkılması, terk edilmesi, gerçek bir “kuruluş” hikayesine dönülmesi gerekiyor. Gerçek olan; çok uluslu, çok etnikli, çok inançlı bir toplumsal yapıya sahip bir coğrafyanın; sürgün, soykırım, gasp, talan gibi etnik arındırmanın tüm araç ve yolları kullanılarak; homojen bir Türk yurdu haline getirilmesi, Türk ulus devleti inşa edilmesidir. Kürt, Laz, Çerkes gibi Müslüman halklar başlangıçta ittifakçı olarak yedeklenmeye çalışılmış; Hristiyan halklar tasfiye edilince sıra bu halkların Türklüğe asimile edilmelerine gelmiştir. Lazların, Balkan ve Kafkasya’nın göçmen Müslüman toplulukları asimilasyona fazla direnemezken; Kürt ulusunun direnişi ise sürgün ve katliamlarla bastırılmaya çalışıldı. Sonuçlarını halen bugün yaşadığımız bir süreç bu.
Süreç böyle algılanmayınca etnik arındırmanın tüm safhaları, halklara karşı işlenen tüm suçlar ya görmezden gelinmekte, ya inkar edilmekte ya da düpedüz savunulmaktadır.
Günümüzde şöyle bir bakış açısı da oluştu bazı Kürtlerde. Evet Ermeniler bir soykırım yaşadı fakat aynı yıllarda veya sonrasında Kürtler de benzer bir soykırımı yaşadılar bu sebeple kendi acılarımıza eğilelim, onlara daha çok kafa yoralım. Sizin bu konuda bir gözleminiz veya yorumunuz var mı?
Kürt ulusal kurtuluş hareketlerinin, devrimci ve demokratlarının karşı bir “resmi milli tarih” kurmaya çalışmaktan özellikle kaçınmaları gerek. İnkardan, gerçeklerin çarpıtılmasından çok mustarip olmuş bir halkın aydınları, gerçeğe en yakın nesnel bir tarih öğretisine odaklanmalı. Yüzlerce hatta binlerce yıl iç içe geçmiş, kaynaşarak veya çatışarak varlıklarını sürdürmeye çalışmış; büyük acılar ve yıkımlar yaşamış toplumların yaşadığı bir coğrafyada, sadece ulusal sınırlarla çizilmiş bir tarih yazmak anlamlı değildir. Ermenileri yok sayarak Kürt tarihini, Rumları yok sayarak Türk tarihini, Arapları yok sayarak Süryani tarihini; Alevileri, Êzîdîleri, Hıristiyan ve Yahudileri yok sayarak İslam tarihini anlayamaz, anlatamayız. Hepsinin birbiriyle ilişkileri, etkileri; sınıf mücadeleleri, ekonomik-toplumsal, kültürel gelişim farklılıkları, çatışmaları ile birlikte bütünsel süreçler olarak bakılmalıdır tarihimize. Ancak böyle bir bütünsellik içinde toplumumuz, halkımızın yerini daha iyi görebilir, gelecek için daha gerçekçi bir vizyon çizebiliriz.
Bahsettiğiniz gibi “kendi acılarımıza dönelim” diyerek birlikte yaşadığımız halkların uğradıkları zulümlere, haksızlıklara sırt çevirme, görmezden gelme yıkıcı bir inkarcılık olur. En azından komşumuz, hemşerimiz, iş arkadaşımız, dostumuz olmuş bu insanların, halen çoğu teyzemiz, halamız, büyükannemiz olarak akrabalarımız da olan bir halkın uğradığı bu büyük acıya, haksızlığa “bizi ilgilendirmez!” demek, ahlaken savunulamayacağı gibi “bizim uğradığımız haksızlıklar, acılar da başkasını ilgilendirmez” mantığını taşır…
Kaldı ki gerek Hamidiye Alayları’nın Sultan II. Abdülhamit dönemindeki Ermeni pogromlarında, gerekse işbirlikçi Kürt feodalleri ve çevrelerinin 1915 soykırımında oynadıkları yıkıcı rol bu meseleye daha sıkı sahiplenmemizi, sorumluluk alarak mağdur halkların acılarını içtenlikle paylaşmamızı gerektiriyor. Soykırımdan mağdur olmuş Ermeni, Asuri-Süryani halklarının aydınlarına, sanatçılarına, tarihçilerine, anılarını yazan insanlarına kulak verelim. Onlar kırım ve sürgünde rol alan Kürtlerden nasıl bahsediyorlar. Neden canları yanmış… Halklar arasındaki bu acı ve güvensizlik eşiğini nasıl kırabiliriz ona odaklanmalı…
Ermeni ulusal sorunu ve isteklerinin sürgün ve soykırımla bastırılmış olması, Kürt halkı için de tarihi bir derstir. Kürtlerden çok önce Ermeni fedaileri Osmanlı devletine ve yerel işbirlikçi Kürt feodallerine karşı bu dağlarda gerilla savaşı yürüttü. Peki neden ve nasıl kaybettiler bu savaşı, yanlış giden neydi? Bu soruların cevabı bizi çok yakından ilgilendiriyor olmalı. Dünyanın en uzak köşelerinden ulusal kurtuluş mücadelesi örneklerini analiz edip dersler çıkarmaya çalışırken, birlikte yaşadığımız toplumların mücadelesi deneyimlerinden ve akıbetlerinden habersiz ve kayıtsız olmak nasıl mümkün olabilir? Acılarını inkâr ettiğimiz milletlerin vatanlarını, varlığını, kültürel ve sosyal mirasını da reddetmiş oluruz. Onların soykırımla uğradığı bütün yok edilmişliği ve kayıplarını benimsemiş oluruz.
Yüzyıl önce Trabzon’da bağımsız bir yönetim vardı ve Karadeniz’de Rumlar gerilla mücadelesi veriyordu. Yüzyıl önce İzmir’in bağımsız mı, yoksa Türkiye ya da Yunanistan’la birlikte mi kalacağına dair siyasi bir süreç yürüyordu. Yüzyıl önce Van, Osmanlı ordusuna karşı Ermenilerce savunuluyordu. Bugün neredeyiz ve yarın nasıl olacak? Bütün bu tarihsel-toplumsal dinamiklerin herhangi bir önyargı ve komplekse kapılmadan nesnel biçimde kavranması, bilince çıkarılması; politik çizgi ve oluşumların buna göre dizayn edilmesi kritik bir öneme sahip.
Size göre Ermeni Soykırımı’nı topluma daha iyi anlatmada Türkiye sol hareketi ve Kürt Özgürlük Hareketi neler yapabilir?
Siyasi örgütler, kurumlar, meclisler, yerel yönetimler soykırımı tanımalı ve soykırımdan dolayı yaşanan kayıpların nasıl telafi edileceğine dair çözümlerini açık ve net ifadelerle programlaştırmalı derim. Sadece soykırımları, sürgünleri, yaşanan haksızlıkları tarihsel olarak kabul etmek değil; aynı zamanda sorumluluklarımızı tanımlayıp yanlışlardan dolayı özeleştiri yapmak, bugünkü kuşaklar arasında ortak geleceği inşa etmede de bir bilinç oluşturulması çok önemli.
Soykırıma uğramış ve vatanlarından edilmiş halkların yaşadıkları yıkım ve kırımları telafi etmeye çalışmak; kendi dilleri, kimlikleri ve kültürleriyle kadim kent ve yerleşimlerinde yeniden hayata dönüşlerini desteklemek, tarihi ve kültürel miraslarının korunması, onarılması için sorumluluk almak bugünden yapılabilecek şeyler. Bu nedenle örneğin “Halkların Demokratik Kongresi, platformu, partisi” gibi ortak projeleri, pratikleri çok değerli buluyorum. Her şey yolunda ve sorunsuz ilerlemese de, çok değerli, yol açıcı deneyimler kazanılacağını düşünüyorum. Elbette herkesin kendi özgün programatik hedefleri doğrultusunda ayrı örgütleri, bağımsız kurumları olması doğaldır. Fakat tüm zamanlar için “kendi kimlik ve kişiliğimizle, özgür ve eşit ilişkilerle, birlikte nasıl yaşayabiliriz” sorusunun cevabını bulmak çok daha önemli ve stratejiktir. Çünkü bağımsız bir Kurdistan olduğunda bile bu devletin sınırları içinde ve Türkiye’de yine çeşitli etnik ve inanç grupları bulunacak ve onların barış içinde bir arada, eşit ilişkilerle nasıl yaşamalıyız sorunsalı devam edecek.
Görüşlerimi iletmeme vesile olduğunuz için çok teşekkür ediyorum. Soykırım ve sürgün mağduru olmuş bütün mazlumların acılarını paylaşıyor, kayıpların anıları önünde saygıyla eğiliyorum.
* * *
Recep Maraşlı dair…
1956 yılında Erzurum’da doğan yazar, yayıncı Recep Maraşlı, Komal Yayınları, Stêrka Rizgarî Dergisi ve Gelawej sitesini yönetti. Türkiye’de 12 Mart ve 12 Eylül dönemleri dahil yayın faaliyetlerinden dolayı toplam 14 yıl hapis yattı. “Siyasi Savunma”, “Ermeni Ulusal Demokratik Hareketi ve 1915 Soykırımı”, “Diyarbakır ya da Sodom’un 5 No’lu Zindandaki Bin günü”, “Köroğlu ve Ayvaz, Sıradışı Bir Aşk Öyküsü” isimli kitaplarıyla, “Resmi Tarih”, “İsmail Beşikçi”, “Dönemler ve Zihniyetler -9” ve “Ulus, Devlet, Entelektüel” gibi kitaplarda makaleleri var. Çeşitli dergi ve gazetelerde makale ve grafik çalışmaları yayınlanıyor. 1999 yılından bu yana Berlin’de yaşıyor.