Sağlık simsarlara bırakılamaz
Dosya Haberleri —
Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı ile sağlıktaki çürümenin nedenlerini, kâr hırsının sonuçlarını konuştuk:
- "Ortada bir suç çetesi var. Bu suç çeteleri sadece yeni doğanlar alanında yok, yoğun bakım, diyaliz ve daha birçok alanda var. Böyle sürerse onların da kirli yüzlerini göreceğiz. Aslında sistem bu suç çetelerinin sağlık alanını tümüyle ele geçirmesine neden oldu. Öyle ki her alanda simsarlar kullanılıyor.
- Ne yazık ki sağlık sorunları nedeniyle sağlık kurumlarına giden insanlar bu sistemde rızaları üretilmiş insanlar. Daha sık hastaneye gitmek zorunda kalıyor, çünkü kendini yeterince sağlık hizmeti almış gibi hissetmiyor. Dolayısıyla tomografisi çekilmeyen MR'ı çekilmeyen kimse kalmıyor ülkede.
- Siz sağlığı ticarete dönüştürürseniz sağlık hizmetini kâr etme hırsıyla beraber müşterinin gereksinimlerinin karşılanması değil müşterinin size ne kadar ödeyeceği temel ilke olur. Bir süre sonra bu tür kurumlar özel sağlık sektörü kara para aklama mekanlarına dönüşüyor.
GÜLCAN DERELİ
Hep söylenir her şeyin başı sağlık diye. Bu bireysel olduğu kadar kurumsal ve ülke için de öyledir. Şu günlerde her şeyin başı olan sağlık sisteminin kurumsal çöküşüne vahşeti andıran bir olayla şahit oluyoruz. Yenidoğan ünitelerinde SGK'den daha çok gelir elde etmek için bebeklerin sistematik olarak öldürüldüğü, birçok özel hastanenin bu yöntemi kullandığı ortaya çıkmıştı. Bu sağlıkta çürümüşlüğü gösteren davanın ilk duruşması 18 Kasım'da başladı. 47 sanığın bulunduğu davada 22 sanık tutuklu. Kamuoyunda "Yenidoğan Çetesi" olarak nitelendirilse de sadece bu bölümde değil başta sağlık ünitelerine de sızmış bir Suç Çetesi'nden bahsediyoruz. Biz de kendi alanında dünya çapında bir isim olan Adli Tıp Uzmanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı ile konuştuk. Fincancı'nın ilk itirazı bu suç çetesinin "Yenidoğan Çetesi" olarak nitelenmesine oluyor. Fincancı, bu kavramlaştırmanın doğru olmadığını, birçok başka ünitede de benzer durum olduğunu, dolayısıyla bir ünitede çalışanların tamamını töhmet altında bırakmanın doğru olmadığını söylüyor. Fincancı, "Ortada bir suç çetesi var, bu çete ne yazık ki yeni doğanları kullanarak kâr elde etmeye çalışıyor. Bu suç çeteleri sadece yeni doğanlar alanında yok, yoğun bakım alanında ve daha birçok alanda var. Aslında sistem bu suç çetelerinin sağlık alanını tümüyle ele geçirmesine neden oldu. Neden 'yenidoğan çetesi' dememeliyiz anlatmam gerekiyor. Çünkü herkes bunu (Yenidoğan Çetesi) kullanıyor ve bunu duyunca gerçekten her seferinde benim tüylerim diken diken oluyor. Doğru olan kavram Suç Çetesi'dir" vurgusu yapıyor.
Sağlıkta dönüşüm adı altında kamu hastanelerinin özelleştirilmesi, şehir hastaneleri ve özel hastane furyası kısaca sağlığın piyasalaşması nasıl sorunlar ortaya çıkardı? Bu çete sistemin bir ürünü mü?
Sağlık ticari bir sürece dönüşünce özellikle yıllar içinde tüm sosyal güvenlik kurumlarını tek bir çatı altında toplama girişiminde bulundu. Ve Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) oluşturuldu, Emekli Sandığı da, Sosyal Sigortalar da, Bağkur da bu çatı altında toplanmış oldu. Aslında olumlu gibi görünüyor olsa da SGK bizim vergilerimizle, primlerimizle, tüm emekçilerin ödediği primlerle kaynağını önemli ölçüde sağlayan bir kurumken sistemin açılmasıyla birlikte özel sağlık sektörüne kaynak aktarmaya başladı. Daha önce kamu kurumlarından aldığı hizmeti şimdi satın alan bir duruma düştü. Finansmanla kaynak sağlamayla hizmet sunumu birbirinden ayrıldı. Ve hizmet sunumu özel sağlık sektöründen de kamu sektöründe satın alınır hale geldi. Şimdi sağlığın satın alınabilir bir nesne haline dönüşmesi zaten kendi başına çok tehlikeli. Ancak bu satın alma davranışı aynı zamanda da sağlık sektöründe sektöre dönüştü. Çünkü sağlık bir hak ama bakın “sağlık sektörü” diye tanımlıyoruz artık, oysa böyle bir şey olmamalı. Bir hak ve bu hakkın elde edilmesi ancak kamusal kaynaklarla ve kamusal ortamlarla olması gerekirken ne yazık ki özel sağlık sektörünün de finanse edilmesi ile birlikte burada özellikle ahlaki olmayan bir takım kazanımlar sağlamaya dönük olarak da değişimler gerçekleşti.
Tabii özellikle yoğun bakımlar zamanında çok kâr elde edebilir alanlar olması itibari ile özel sağlık sektörü yoğun bakımlara ağırlık verdi ve öyle bir noktaya geldik ki örneğin İstanbul'da kamunun tek bir yoğun bakım yatağına karşılık özel sağlık sektörünün üç yoğun bakım yatağı oldu. Çünkü kâr edilen bir alan olarak görüldü. Ancak tabii ki bütün bu teknolojinin gelişmesi, ileri teknolojiye ihtiyaç duyulması, malzeme ve alet sağlama zorunluluğu yüksek yatırım yapmayı da gerektirdiği için özel sağlık sektörü bu yüksek yatırımları yapmak istemedi. Ve bir süre sonra kendisi karşılamak yerine bu alanları ihaleyle sattı. Yani taşeronlaştırdı. Ayrıca sağlıkta en önemlisi denetleme mekanizmalarından biri asla bu simsarlara bırakılamayacak bir alandır, çünkü bir ticaret değildir. Bizim neredeyse 100 yıllık Deontoloji nizamnamemizde ortaya çıkmış olan bu tüzüğe de dayanarak sağlık alanında simsar kullanılamaz. Yani hiç kimse bir kişiyi sağlık hizmetine ihtiyaç duyduğunda bir başka kuruma yönlendiremez, sağlık alanında böyle aracı kurumlar olmaz.
Yani sağlık bir ticarete dönüştürüldü diyebilir miyiz?
Evet, aracı kurum ticarette olur. Ticaretin doğası gereği zaten kâr etmeye dayalı ve en fazla kârı elde edebilmek için en fazla müşteriyi bulmak zorunda. Ama sağlık alanında müşteri olmaz, sağlık alanında aracı olmaz ama bu hale dönüştü sağlık sistemi. Ve bu aracılar, simsarlar yoğun bakımları niteliğine bakmaksızın suç ortakları da bularak özellikle yönlendiren 112 gibi yapılarda, acil hizmetlerde hastanın götürülmesi kararının verildiği, hangi hastaneye gidecek, hangi yoğun bakıma gidecek sistemin içinde de suç ortakları yarattı. Yani bir suç çetesinin kuruluşu böylece tamamlanmış oldu bütün bu yıllar içinde. Bu suç çeteleri her yerde, sadece yoğun bakımlarda da değil... İhaleyle fizik tedaviler, radyolojiler, görüntüleme merkezleri taşeronlara devredilmiş durumda. Diyaliz de pek çok alanda taşeronlaştırıldı. Sadece özel sektörde değil bir süre sonra kamu kurumlarına da yansıdı. Ne yazık ki bu denetimsizlik böyle sürerse onların da kirli yüzlerini göreceğiz.
Bu çark nasıl işliyor?
Kamu kurumlarında pek çok bölüm taşeronlar ile işletiliyor. Böyle bir sisteme olanak veriliyor. Siz sağlığı bir meta olarak dönüştürürseniz, ticarete dönüştürürseniz sağlık hizmetini kâr etme hırsıyla beraber müşterinin gereksinimlerinin karşılanması değil müşterinin size ne kadar ödeyeceği temel ilke olur. Çünkü bu bir ticaret, tüccarlar yönetmeye başlıyor, bir süre sonra sağlık ortamı olmaktan çıkıyor artık ve aynı zamanda bu tür kurumlar özel sağlık sektörü kara para aklama mekanlarına da dönüşüyor. Yüksek sermayeyi elinde bulunduran her kimse onlar sağlık sistemini ele geçiriyor, yüksek sermaye nereden elde ediliyor tabii ki silah ve uyuşturucu pazarından elde ediliyor. Sonuçta bir kara para aklama mekanına da dönüşmüş durumda bütün bu ortamlar ne yazık ki. Sağlık emekçilerinin bu olaylarla uzaktan yakından hiçbir ilgisi yok ama ne yazık ki ekonomik koşullar, hayatlarını sürdürmek zorunda olmaları, belli bir ücrete bağlı olmaları nedeniyle bu ortamlarda çalışıyorlar. Sonuçta bu ortamlar sağlık ortamları, onlar patronu, ticareti bildiklerinden değil ama bu ortamlarda çalışmak zorundalar. Ve üstelikte sistem ekmeğiyle esir ettiği için bütün emekçiler açlığa talip olmamak adına o bizim çok kıymetli olan mesleki özerkliğimizin elimizden alınmasıyla da sonuçlanıyor. Çünkü sistem rıza üretiyor, aç kalmamak için, kiranızı ödemek için, çocuklarınızın okul parasını ödemek için mesleki özerkliklerinizi teslim edebiliyorsunuz. Sistem hepimizi kirletiyor sonunda...
İktidar bir ara şehir hastanelerine müşteriniz artacak diye müjde veriyordu. Hastanın müşteriye dönüşmesi nasıl sorunlara neden oluyor?
Ne yazık ki kamu hastaneleri taşeronlar eliyle yürütüldüğü için hele bu devasa hastanelerde aslında sağlık sistemine hiç uygun olmayan ortamlar aslında, kamu hastaneleri de özelleştirilmiş durumda. Sizin de söylemiş olduğunuz gibi; hizmet satıyorlar ve bu hizmetin karşılığını da SGK'den alıyorlar. Tabi SGK'den satın aldıkları yani SGK'ye sattıkları bu hizmeti üretenler kim tabii ki sağlık emekçileri, hakimler. E peki daha fazla kâr etmenin yolu ne yazık ki sağlık bakanlarının da sık sık dile getirdiği gibi daha fazla hasta. Yani sistem bizim hasta olmamız üzerinden kâr ediyor. Böyle bir sisteme dönüşmüş durumda ve diyor ki daha fazla yatağımız var, daha fazla hastamız olacak. Oysa doğrusu ne kadar az hastaneye yatış olursa bir toplum o kadar sağlıklı olacaktır, ne kadar az hasta olursa bir toplumun o kadar sağlıklı olduğunu düşüneceğiz. Ama ne yapıyor birinci basamağı da aynı şekilde özelleştiriyor. Birinci basamak üzerinde de bütün kontrol mekanizmalarını kuruyor, daha fazla hasta olsun birinci basamakta ama koruyucu sağlık hizmetlerine zaman ayırmasınlar. Aşamalar o kadar önemli değil, ne kadar fazla hastası varsa ne kadar fazla reçete yazıldıysa o kadar iyi olacak.
Önce performans adı verilen bir sistemle hasta başına ücretlendirme yapmaya başlıyor sağlık emekçisine ve bu performans -temel maaş çok düşük olduğu için- ne kadar yüksekse o kadar hayatını idame ettirecek koşulları sağlıyor sağlık emekçisi. Geleceğini kurabilmek adına bu sisteme boyun eğiyor insanlar. Daha fazla hasta görmeye zorlanıyor, daha fazla hasta görmeye başlayınca ayırdığı zaman azalınca bu kez daha fazla tetkik yapmak zorunda kalıyor.
Çünkü hastasının gözünün içine dahi bakacak zamanı yok artık, değil ki dinlemek, değil ki yeterli bir muayene gerçekleştirmek... Ve ne yazık ki sağlık sorunları nedeniyle sağlık kurumlarına giden insanlar da bu sistemde rızaları üretilmiş insanlar. Bir daha sık hastaneye gitmek zorunda kalıyor çünkü kendini yeterince sağlık hizmeti almış gibi hissetmiyor, o kadar kısa sürede iki tetkik istenmesine o kadar alışmış ki tetkik istemediğinde hekimi sorguluyor ve yetersizmiş gibi gelmeye başlıyor. Dolayısıyla tomografisi çekilmeyen MR'ı çekilmeyen kimse kalmıyor ülkede.
Sistem nüfusunun neredeyse iki katı acil başvurusu var çünkü poliklinik istemini kaldıramadığı için sistem yeşil alan diye bir garabet yaratıyor acil diye poliklinik hizmeti veriyor. Bir bakın geçen sene 2023 sağlık hizmetleri istatistikleri yıllığında verilen rakamlar itibari ile 937 milyonun üzerinde sağlık kurumu başvurusu var. Türkiye'de her ay bir hastaneye, bir sağlık kurumuna gidiyoruz biz. Ne kadar sağlıksız bir toplumuz.
Sağlık sisteminin bir röntgenini çekseniz hangi ana sorunları sıralardınız?
Sağlık sisteminin temel sorunu ticari bir sürece evrilmesidir. Sağlıkta ticaret ölüm getirir, bu kadar basit temel sorun budur. Alınıp satılabilir bir meta değildir, sağlık bir tüketim nesnesi değildir. Sağlık, sağlıklı yaşam hakkı üzerinden bir haktır ve tüm insanlarda bu hakkın öznesidir. Bunu dönüştürdüğünüz anda herkesin yaşamı tehdit altındadır.
Sağlık sistemi konusunda dünyada örnek bir sistem var mı?
Farklı tutum alabilen bir avuç ülke kaldı. Başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere dünyanın hemen her yerinde sağlığı bir ticarete dönüştürdüler. Bir tüketim nesnesine dönüştürdüler sağlığımızı. Bakın 1980'lerde Birleşik Krallık'ta kamu hastanelerine özelleştirme girişimi vardı. Ve çok büyük eylemler, hastane işgalleri yapılırdı, Battle omu Hastanesi’nin özelleştirilmesi girişimini hatırlıyorum 80 sonları 90 başları ve Margarit Teacher'ın düşmesinin temel nedenlerindendir. Ama geldiğimiz yılda 40 yıl sonra Birleşik Krallık'ta ulusal sağlık sistemi diye bir şey kalmadı.
* * *
Çözüm koruyucu sağlık hizmetlerinde...
Sorunlar giderek ağırlaşıyor. İnsanlar bir yandan tedaviye ulaşmakta güçlük çekerken bir yandan da kuşkular oluştu sağlığa dair. Bunun çözümü ne?
Tabii çok daha detaylı hani bu hastalığın tedavisi de öyle kolay değil. Şimdi kapitalist neoliberal ekonominin olduğu bir dünyada bunun tedavisi sistem tedavisinden bağımsız olamaz öncelikle. Ama biz buna rağmen özellikle sağlıklı yaşamı bir hak olarak tanımladığımız koşullarda bu hakkın korunması için de özellikle sosyal devlet ilkesinin gereği devlet denilen organizasyonun bir takım hakları bize tüketim üzerinden sağlayamayacağını devletlere anlatmamız gerekiyor. O yüzden kamusal bir sağlık mekanizması kurmak gerekiyor. Denetiminin de kamusal olmak gerekiyor. Kamu meslek örgütleri sendikalar denetim mekanizmasını doğrudan içinde yer almak zorunda. Ve tabii ki bütün süreci özel sağlık sektörünün kazanç sağlayabileceği ortamları açmak ve onları finansa etmekten geri çekilmesi gerekiyor. Yani bizim primlerimizle, bizim emeklerimizle, bizim vergilerimizle elde edilen özel sağlık sektörüne akıtılmaması gerekiyor. Kamusal alanın geliştirilmesi için kullanılmalı denetim mekanizmaları olabildiğince yerelleşmeli yerel yönetimlerin organizasyonda mutlaka yer alması için çaba gösterilmeli. Ama ne kadar zor olduğunu biliyoruz yerel yönetimlerimiz yok artık. Yerel yönetimlerimiz bir gecede merkezi yönetime devredilebiliyor. Bir sabah uyandığımızda üç belediyenin kayyuma teslim edilmiş olması gibi. Dolayısıyla sistem bir bütün olarak ele alınmak zorunda. Benim buna bir hekim olarak ve bu alanda meslek örgütünün bir aktivisti olarak yanıtım: Şu anda acil olarak; mutlaka kamu kurumları dışında herhangi bir özel sağlık sektörüne bizim kaynaklarımızın aktarılmaması, kaynaklarımızın kamu kurumlarıyla sınırlı olması, kamu kurumlarının özelleştirilmesinin durdurulması, devasa hastaneler yerine ulaşılabilir orta ve küçük ölçekli sağlık kurumlarının kurulması, birinci basamağın güçlendirilmesi, koruyucu sağlık hizmetleri için donanımın sağlanması ve denetiminde özellikle kamusal olması.