Kürtler Rojava konusunda acilen ortaklaşmalı

Dosya Haberleri —

Hişyar Özsoy

Hişyar Özsoy

Akademisyen Hişyar Özsoy ile söyleşimizin ikinci bölümünde HTŞ’nin Türk devletiyle ilişkilerini ve Kürtlere dair senaryoları konuştuk 

  • Türkiye’nin yapmaya çalıştığını iyi anlamak ve tespit etmek gerekiyor. Bir taraftan Rojava’da elindeki bütün çeteleri Kürtlere saldırtıyor. Diğer taraftan Sayın Abdullah Öcalan’la görüşmeler konusunda ısrarlı bir ifade var. Geçici de olsa Suriye’de kimin nerede alan ve pozisyon tutacağı da belli oluyor. Şu an artık “Abdullah Öcalan ile bir görüşme olsun” noktasına gelebilirler.
  • Kürtlerin Rojava konusunda acilen ortaklaşması gerekiyor. Yaparlar, yapmazlar bilemiyorum ama Rojava konusunda da Kürtler arası bir diplomatik sürecin gelişmesi gerekiyor. Çünkü Rojava’nın kazanımları dört parça Kürdistan’ın kazanımları, Rojava’nın kayıpları dört parça Kürdistan’ın da kayıpları olacaktır.

BARIŞ BALSEÇER

Suriye’de her ne kadar baskıcı BAAS rejim son bulsa da Kürtler henüz rahat bir nefes alabilmiş değil. Türk devletinin ve ona bağlı çete grupları Til Rifat, Şehba ve Minbiç'i işgalinin ardından Kobanî’ye saldırmaya başladı. Bu sebeple Kürtlerin gözü kulağı Rojava’da. Akademisyen ve HDP eski Milletvekili Hişyar Özsoy, Türkiye için Suriye’de asıl önemli olanın Kürtlerin burada bölgesel bir yönetime gidip gitmeyecekleri, özerk kalıp kalmayacakları olduğuna dikkat çekti. Söyleşimizin bu bölümünde HTŞ’nin Türk devletiyle ilişkilerini ve Kürtlere dair senaryoları konuştuk.  

Türk devletinin Suriye’de kurulacak bir çözüm masasında Kürtleri denklem dışında bırakma ihtimali var mı? Veya Türk devletinin Suriye’deki Kürt politikasında değişim bekliyor musunuz? Türk devleti HTŞ’yi Kürtlere karşı kullanabilir mi?

Suriye savaşı başladıktan sonra Türk devletinin Suriye’ye dönük iki temel politikası vardı. Birincisi, Esad’ın gitmesi ve oraya daha İslam referanslı bir yönetimin gelmesi; ikincisi iktidar değişikliğinin yaratacağı boşlukta Kürtlerin siyasi statüsünün engellenmesi ve hiçliğe mahkûm edilmesi. Bu politika uzun bir dönem devam etti. Ama bir noktada dünya Esad’ın iktidarının devrilmesi konusunda Türkiye’yi yalnız bıraktı. Batı bu iddiadan vazgeçti. Tam da bu noktada Türkiye bir değişikliğe gitti. Batı Suriye’den çekilirken, o boşluğu hızlı şekilde Rusya ve İran doldurdu. Türkiye daha çok Rusya ve İran ile temas içerisine girerek asıl hedefi olan “Kürtleri statüsüz bırakma” politikasına yöneldi. Uzun bir dönemdir Türkiye de Esad’ın iktidarının devrilmesi hedefinden vazgeçmişti. Esad’la ilişkiler geliştirerek Kürtleri statüsüz bırakmak, bloke etmek, Kürtleri boğmak yoluna girdi. Yakın zamana kadar da bundan umutluydu. Erdoğan “Esad nihayetinde bir BAAS’çı ve Arap milliyetçisidir. Eskiden yaptığımız gibi bir noktada anlaşırız ve Kürtleri boğarız” siyasetine gidiyordu.

Sekiz yıldır ABD ve Batı, Kürtler konusunda Erdoğan’ın istediği noktaya gelmediği için Erdoğan Suriye konusunda Rusya’ya ve İran’a yakınlaştı. Çünkü onun için Kürtleri statüsüz bırakabilecek Suriye’deki en önemli aktör Rusya ve Esad’dı. Şu an bu iki güçten Rusya çekildi, Esad yok. Türkiye’nin Şam denklemi böylelikle çözülmüş oldu. Türkiye için asıl önemli olan Kürtlerin burada bölgesel bir yönetime gidip gitmeyecekleri, özerk kalıp kalmayacaklarıdır. Elindeki tüm aygıtlarla buraya saldırmaya çalışacak. Bu zaten Erdoğan rejiminin ve de Türkiye’nin temel politikasıdır.  HTŞ “Kürtler Suriye’nin asli unsurlarıdır. Bu toprakların insanlarıdır” gibi yumuşak mesajlar verdi. Halep’te en azından Kürtlerle bir çatışmaya şu an için girmediler. Fakat Türkiye elindeki güçleri kullanarak Kürtlerle bir savaşa girmesi konusunda HTŞ’yi de zorlayabilir. Şu an için HTŞ bir PR çalışması yapıyor. Her tarafa güller dağıtıyor. Esad gibi olmayacaklarını, Suriye’yi kapsayacak siyaset yürüteceklerini dile getiriyor. Ama iktidara yerleştikçe ve özellikle de ekonomik kaynak bulmada zorlandıkça Kürtlerin kontrol ettiği bölgelere çok saldırgan bir şekilde yönelebilir. Bunun zemini var. Ortadoğu’da her an ittifaklar değişebilir.

Türkiye Rusya üzerinden Esad’la normalleşme ve Kürtleri statüsüz bırakma siyasetine çok yatırım yaptı. Sırf Rojava’dan dolayı ABD, AB ülkeleriyle ilişkilerini bozdu. Bu devletlere “siz terörü desteklediğiniz için Rusya’yla ilişki geliştiriyorum,” hatta açıktan “Rojava’ya desteği kesin, S-400 meselesini çözelim” bile dediler. Türkiye’nin 8 yıllık bu siyaseti de şu an çökmüş durumda. HTŞ, Türk istihbaratıyla yakın çalıştı. Türk ordusuyla aralarında kimi zamanlar gerilimler oldu. ÖSO ile gerilim yaşadıkları zamanlar da oldu. Nihayetinde Türkiye, şu an elinde SMO çatısı altında beslediği ne kadar çete varsa bunları koordineli bir şekilde Kürtlere saldırtıyor. Ne kadar sağlam bir ittifak olduğunu bilmiyoruz ama Türkiye’nin HTŞ ile İdlib bölgesinde askeri, istihbarat boyutuyla 7-8 yıldır geliştirdiği bir ilişkiler silsilesi var. Şu an Şam ile daha rahat ilişki kuracak, konuşacak.

Ama diğer taraftan HTŞ, Türkiye’yi Suriye içerisinde görmek istemeyecektir. Milli referansları da olan bir yapı ve Suriyeli olmayan yapıları da orada istemeyecektir. Bir noktada Türkiye ile HTŞ birbirini zorlayan bir noktaya da gelebilir. Ortada bir sürü denge var.

Tüm bu gelişimlerin gölgesinde ve tüm çabalarına rağmen, Türkiye’nin Kürtleri Suriye’de tüm muhatapların olacağı bir çözüm masasının dışında tutmasının zor olduğunu düşünüyorum. Birincisi Kürtlerin önemli bir örgütlülüğü, askeri kapasitesi var. Şu an İsrail Suriye’nin savaş kapasitesini darmadağın etti. Yarın HTŞ Kürtlere saldırmak isterse, ellerinde savaş uçakları da yok. Açıkçası Suriye’nin savaş kapasitesinin bitirilmesi bir noktada Kürtlere de yarayan bir durum oldu. Yani en azından Şam’ın çok saldırgan olmasının önünü alabilir.

Diğer taraftan yeni kurulan Suriye denkleminde Kürtler önemli bir pozisyonda duruyor. Çünkü HTŞ’nin aşırı güçlenmesi de Kürtleri engelleyebilir. Ayrıca Batı da HTŞ’nin ya da Şam merkez siyasetinin aşırı güçlenmesini istemeyecektir. İstedikleri noktaya çekmek isteyeceklerdir. Bu açıdan Kürtlerle girdiği angajmanı da bir faktör olarak değerlendirebilirler. Bir de nihayetinde şu an Kürtler, İran - Irak sınırını da tutuyorlar. Bu Batılılar açısından “İsrail’in güvenliği” için önemli.

 

 

Peki çözüm masasında yer almak için Türk devletinin kullanacağı enstrümanlar nelerdir? Diğer taraftan da Kürtlerle çözüm için bazı söylemler de geliştirdi. Bu çelişkiyi nasıl yorumluyorsunuz?

Gücü sadece desteklediği SMO ile kalmayacak. HTŞ ile belli bir diyaloğu, alışverişi var. Sahada kontrol ettiği belli yerler var. Suriye’deki çözüm denkleminde yer almak için bunları kullanacaktır. Türkiye masada olacaktır, ama ne kadar güçlü bir pozisyon alacağını zaman gösterecek. Ama Türkiye Rojava konusunda bu ittifaklarla sonuç elde edemeyeceği ihtimalini düşünerek “Kürtlerle yeni bir süreç başlatabilir miyim?” diye başka bir söylem de geliştiriyor. Yani, 25 yıldır ağırlaştırılmış tecrit altında tuttukları Sayın Abdullah Öcalan’a gitmeye çalışıyorlar. Bu yaratılan karmaşada Türkiye de farklı senaryoları değerlendiriyor, pozisyon almaya çalışıyor.

 “Türkiye’nin Esad’ın düşmesini planladığını, koordine ettiğini, HTŞ’nin zaten Türkiye’nin her dediğini yaptığını, birlikte Suriye’nin kaderine karar vereceklerine dair” tartışmalar yapılıyor. Bunlar çok doğru yaklaşımlar değil kanımca. Türkiye de sarsılmış ve çıkış bulmaya çalışıyor. Ve bunu yaparken de değişik mekanizmaları, değişik planlamaları düşünmek zorunda. Yani “Bu planımız tutmazsa diğerini uygularız. En son baktık artık yapacak bir şeyimiz yok o zaman gidip Kürtlerin elini sıkmak zorunda kalacağız” siyasetinin hazırlıklarını yapıyorlar açıkçası. Hâlâ çok geniş bir skala var orada. Önümüzdeki dönem hangi yöne evrileceği pratik sahada verilecek mücadelelerle belirlenecek bir durum. Ama Suriye’nin genel siyaseti açısından şu an için Türkiye’nin istediği, kazandığı net bir durum söz konusu değil.

Türkiye’nin yapmaya çalıştığını iyi anlamak ve tespit etmek gerekiyor. Bir taraftan Rojava’da elindeki bütün çeteleri Kürtlere saldırtıyor. Diğer taraftan Sayın Abdullah Öcalan’la görüşmeler konusunda ısrarlı bir ifade var. En son Adalet Bakanı’nın “Görüşme için zamanlamaya bakıyoruz” açıklaması vardı. Zamanlama konusunda da Suriye’deki durumu iyice görmek istiyorlar. Pozisyon görmek ve nereye kadar Kürtlere saldırabileceklerini hesaplamaya çalışıyorlar. Geçici de olsa Suriye’de kimin nerede alan ve pozisyon tutacağı da belli oluyor. Şu an artık “Abdullah Öcalan ile bir görüşme olsun” noktasına gelebilirler.

 

 

Daha bu savaş başlamadan bu görüşme talebi yapıldı. Neden beklenildi ve Adalet Bakanı “zamanlamadan” bahsediyor?

Bence mesele istedikleri gibi gitmiş olsaydı belki de “bu görüşmeye ihtiyaç yok” da diyebilirlerdi. Suriye’de işler istedikleri gibi gitmediği ve sıkıştıkları için, zorlandıkları için bu açıklamayı yapıyorlar. Devlete hâkim olan Neo - İttihatçı dediğimiz Türkçü, ırkçı mantığın zorda kalmadığı müddetçe Kürtlerle barış yoluna gideceklerine ihtimal vermiyorum. “İmralı üzerinden yeni bir süreç başlayabilir mi?” gibi bir söylem, siyasetin koşulu oluşmuşsa, bu bölgedeki denklemin yarattığı zorlanmanın sonucudur. “İyidir veya kötüdür” gibi bir anlam çıkmasın. Bunu söylemiyorum. Ama bu aktörlerin temel motivasyonu şudur: Kürtleri yok edemezsek, kazanımlarını bitiremezsek anlaşmak durumunda kalabiliriz. Her iki ihtimalin siyasetini sürdürüyorlar. Bir taraftan savaşıyorlar bir taraftan da Kürtlerde bir çözüm gelişebilir beklentisi yaratıyorlar.

Türkiye gelişmeleri çok fazla öngöremiyor. Eğer Kürtleri mutlak bir statüsüzlüğe mahkûm edebilecekleri konusunda kendilerine güvenselerdi, İmralı ile ilgili yeni söylemlere girmezlerdi. Zorlandıkları ve Suriye’deki Kürtlere dair siyasetlerinde tıkanıklığa girdikleri için buradan dönüp “başka bir yol izleyebilir miyiz?” tartışmasını sıcak tutuyorlar. Bu tartışmanın da başlangıcındayız. Burada niyet okumak çok iyi değil. Niyetleri mümkün olursa Kürtleri statüsüz bırakma. Eğer bu mümkün değilse Kürtleri mümkün mertebe en düşük statüye mahkûm etme, Kürtlerin talep alanını, etki alanını daraltma; Suriye’de olabilecek bir iktidar paylaşımında Kürtleri mümkün olan en aza mahkûm etme, buna razı etme konusunda bir sürü angajman deneyeceklerdir.

Peki, bu hesapları ve siyasetleri ne kadar tutar?

Bu ayrı bir tartışma konusu. Yani doğru düzgün, ciddi bir projeyle gerçekten Kürtlere, Sayın Abdullah Öcalan’a giderlerse  -meseleye taraf olarak PKK de var tabii ki-  müzakere yaparak herkes için bir çıkış yolu bulmaya çalışırlarsa, süreç hızlı ve pozitif sonuçlar üretebilir. Ama Kürtlerin içerisine oynama, karışıklıklar çıkarma, tartışmaları arttırma; Kürtlerle demokratik temelde ilişkilenerek Kürt sorununda kalıcı bir çözüm bulma yerine 10 yıldır devam ettirdikleri “Çöktürme planını” bir takım çürütme taktikleriyle güncelleyip devam ettirme niyetleri varsa çok daha büyük kaybederler. Umuyoruz ki devlet bu defa hesabını, kitabını iyi yapsın. Uyguladıkları 10 yıllık “Çöktürme siyaseti” sonucunda içeride ekonomik, siyasi, toplumsal anlamda çökmüş durumdalar. Yani “Kürtleri çökerteyim” derken koca bir ülkeyi, kendilerini çökerttiler. Durum ortada.

Buradan çıkışın yolu nedir? 

Kürtlere dönük “Çöktürme siyaseti” sınırın her iki tarafında 10 yıldır kapsamlı şekilde yürütülüyor. Bu kapsamlı bir plan. Sadece HDP veya Dem Parti’nin belediyelerine yönelik değil. Güney’de, Rojava’da ve “sınır ötesi operasyonlarla” devam ediyor. Her tarafı savaş alanına çevirdiler. Buradan çıkışın yolu Kürtlerin kazanımlarını yok etme konseptinden vazgeçmekten geçiyor.

Kürtlerin kazanımlarını yok etme, Kürtleri statüsüz bırakma konseptinde mi ısrar edecekler yoksa bundan vazgeçerek Kürt sorununun demokratik çözümüne mi dönecekler? Türkiye ciddi bir yol ayrımında.  Ya dümeni Kürtlerden yana kıracaklar ya da bu savaş şiddetlenecek. Görkemli ve adil bir barışın da, kapsamlı bir savaşın da eşiğinde olabiliriz. Siyaset tarafından basiret gösterilirse, bu bölgesel kaos içerisinde herkesin nefes alabileceği bir imkân da oluşabilir. Pozitif bir siyasal iklim oluşması için de herkesin katkı sunması lazım.

 

* * *

Hata yapanı Kürtler de tarih de affetmeyecektir

Bu denklemin en önemli unsuru Kürtler kazanımlarını korumak, Suriye’de kurulacak çözüm masasında olabilmek için ne yapmalı? 

Son gelişmelerde de gördük ki Suriye savaşı cephelerde değil masa başlarında kaybedilip kazanılıyor. Örneğin Halep’te kimlerin kalacağına masa başında karar veriliyor sonrasında askeri pozisyon belirleniyor. Yani orası savaşılarak, yerelde silah sıkılarak kazanılmadı. Yukarıda, operasyon odalarında bir takım kararlar alınıyor. Askerler sadece bu kararları uygulama noktasında faal. Dolayısıyla diplomasinin ne kadar önemli olduğu bir daha açığa çıktı. Bu dönemde Kürtlerin kesinlikle diplomasi alanına daha çok önem vermesi ve Türkiye ile İsrail dâhil, Suriye’de önemli olan bütün aktörlerle diplomatik zemini zorlaması gerekiyor. Dikkat edilirse, Suriye’de 10 yıldır Kürt yetkililer “Türkiye ile savaş istemiyoruz, Türkiye ile bazı meseleleri müzakere etmek istiyoruz” mesajlarını yineliyorlar. Kürtler hiçbir zaman Türkiye ile açıktan savaşma noktasında da olmadılar. Saldırıldığı zaman kendilerini savundular. Böyle bir savunma pozisyonunda sürekli söylem ürettiler. Bir taraftan mücadele yürüttüler diğer taraftan da diplomatik zeminleri zorladılar.

Öte taraftan Kürt siyasetinde değişik siyasi yapı, parti ve eğilimler söz konusu. Bunlar kendi aralarındaki çelişkileri, çatışmaları kısa sürede çözemeyebilirler, ama bir ulusal ittifak esprisi çerçevesinde yan yana gelebilmek mümkün. Demek istediğim, Rojava’nın statüsü için tüm parçalardaki Kürtlerin kendi aralarında diplomasiyi etkin yürütmesi ve asgari düzeyde de olsa güç birliği yapması gerekiyor. Rojava’nın kazanımları dört parça Kürdistan’ın kazanımları, Rojava’nın kayıpları dört parça Kürdistan’ın da kayıpları olacaktır. Herkesin buna göre hesabını, kitabını yapması lazım. Rojava’nın içinde olduğu bu keskin tarihsel kavşakta, hata yapanı Kürtler de tarih de affetmeyecektir.

Ayrıca, Rojava’da Kürtler arası ilişkilerin güçlendirilmesi gerekiyor, onun için de iç diplomasiye de ağırlık vermek, hem uluslararası güçler hem de Suriye hükûmeti ile müzakerelerde pozisyon ve talepler konusunda ortaklaşmak lazım. Yarın, öbür gün Rojava’ya Suriye içinden ve/veya dışından kapsamlı bir saldırı da olabilir. Artı, Suriye’de Arap aşiretleri var. HTŞ iktidarda. Bu aşiretler taraf değiştirip farklı tercihlere ve ittifaklara da yönelebilir, dolayısıyla onlarla ilişkilerin yeniden düzenlenmesi, canlı tutulması gerekir.

Öyle görünüyor ki, önümüzdeki dönemde Kürtler Suriye’de kalıcı bir çözüm için her cephede diplomasiye ağırlık verecek, ayni zamanda olası büyük bir savaşın da hazırlıklarını yapacak. Bu diplomatik süreçlerden sonuç çıkmazsa çok şiddetli bir savaşın gelişeceğini öngörmek hiç de zor değil. Mücadele-müzakere diyalektiğini birlikte yürütmek gerekiyor.

Avrupa ya da Kürdistan’ın değişik parçalarında Kürtlerin ortaya koyacağı destek ve dayanışma Rojava’nın hem uluslararası güçlerle hem yeni Şam hükûmeti ve Türkiye ile olan müzakerelerinde pozisyonunu güçlendirecektir.

Çok sert bir kavşaktayız. Bu siyasi arenadan herkesin nefes alabileceği bir Suriye ortaya çıkabileceği gibi önümüzdeki 10 yılları kana boğacak çok daha şiddetli bir savaş da güçlü bir ihtimaldir. Türkiye’nin bu konudaki tavrı çok önemli. Yapıcı bir tavra girerse herkes kazanır. Ama yıkıcı bir pozisyon alırsa hem kendisine hem de Suriye’deki halklara kaybettirecektir. Umarız, bu defa doğru olanı tercih eder, Kobanî’de yaptıkları gibi tarihin yanlış tarafına düşmezler. BİTTİ

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.