Kadınların sesi erkeklerin yüzleşmesi

Dosya Haberleri —

GotûbeJin belgeseli

GotûbeJin belgeseli

  • “Kürt kültürünün sözlü geleneği dengbêjlikten ilham alan GotûbeJin, kadınların tarihsel ve kültürel hafızalarını gün yüzüne çıkarıyor. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği, direniş ve kadın dayanışması temalarını bir araya getirerek sinemayı direniş alanına dönüştürüyor.
  • Hevî Nimet Gatar’ın yönetmenliğini yaptığı GotûbeJin belgeseli, kadınların seslerini bastırmaya çalışan bir dünyada onların hikayelerini ele alan bir çalışma. Kürt kadınlarının hem bireysel hem de toplumsal hafızalarını geleceğe taşıyan bir belgesel.  
  • Belgeseli izleyen erkek izleyicilerin eleştirilerle yüzleşme cesareti göstererek kendi rollerini sorguladığını belirten Hevî Nimet Gatar şu örnekleri paylaştı: “Bir izleyici ‘Belgeselinizle biz erkekleri biraz tokatlamak istediniz’ derken; bir diğeri ‘Kendimizi bu aynada iyi görmedik’ dedi.”

BARIŞ BALSEÇER

GotûbêJin belgeseli, Hevî Nimet Gatar'ın "Gezici Sinema Diyalogları: Kürt Kadın İmgeleri" projesi kapsamında hazırladığı bir çalışma. Van, Amed ve Dersim'deki kadınların gündelik yaşamlarını ve patriyarkaya bakışlarını ele alan belgesel, Kürt kadınlarının sinema aracılığıyla hikayelerini, politik duruşlarını ve toplumsal rollerini nasıl ifade ettiklerini gözler önüne seriyor. Sinemaya erişimi sınırlı kadınlara Kürt sinemasının filmleri ulaştırıldı; bu filmler aracılığıyla erkeklik ve kadın temsiliyeti gibi konular tartışmaya açıldı. Gösterimler sırasında kadınların verdiği tepkiler ve tartışmalar da belgelendi. Belgesel, köylere sinema taşıyarak kadınların hem kendi yaşamlarına hem de sinemanın gücüne dair yeni perspektifler geliştirmesine de olanak sağladı. 

İlk gösterimini 28 Nisan’da Düsseldorf Kürt Film Festivali’nde yapan belgesel, 1. Woman, Life, Freedom Film Festivali’nde yarı finale seçildi. Yönetmen Hevî Nimet Gatar ile filmin yolculuğunu konuştuk.

 

“Kürt sinemasında erkeklik” konusunu ele alma ve bunu belgeselleştirme fikri nasıl ortaya çıktı?

École des hautes études en sciences sociales’de (EHESS) Sosyoloji Bölümü doktora öğrencisiyim. Hamit Bozarslan ve Lucie Drescselová ile “Kürt Sinemasında Erkeklik Temsiliyetleri” üzerine çalışıyorum. Yüksek lisans tezimi de sosyoloji alanında “Kürt Sinemasında Kadın Temsilleri” üzerine Feryal Saygılıgil ile çalıştım. Basê, Nîgar, Helûn, Berfê gibi birçok kadın temsilinin hikâyesi çok güçlü geldi ve “Bu kadın karakterleri başka bir yerde kendi seyircisi izlese ne düşünürdü” diye sordum kendime. Ben akademik olarak buna dair çalışıyorum ama annemle izlediğimde aldığım cevap başka. Dolayısıyla bu cevaplara tezim için de ihtiyacım oldu. 

Kadınların patriyarkayı yani kardeşini, kocasını, babasını, erkek arkadaşını tartışacağı bir alanı bulması gerekliliği belgeselin temelini oluşturdu. Konumuz da bunu tartışma ihtiyacından doğdu. Bu filmleri “Helûnlar, Nîgarlar, Basêler ve Berfêler izlese ne düşünürler” diyerek saha çalışmasını yaptım. Sonuç olarak da belgeseli çektik.

Atölye çalışmalarınızı Amed, Van ve Dersim’de gerçekleştirdiniz. Bu üç kenti bir araya getirmeyi nasıl tasarladınız? 

Kuşkusuz üç kentin de farklı bir coğrafyası, kültürel dinamiği ve inancı var. Özellikle kayyum sürecindeki mücadelesinden sonra hepimize direnmenin önemini yeniden hatırlattığı için Van’ı; Kürt sinemasında üzerine çok fazla film, çok fazla anlatım olduğu için Amed’i; iki şehirden farklı inançsal kimliğe ve sinematografik denilebilecek bir doğal güzelliğe sahip olduğu için de Dersim’i seçtim. Ayrıca Aleviliğin sosyal ve kültürel olarak yaşamı dönüştüren ve ifadeleri daha güçlü kılan bir yanı olduğunu düşünüyorum.

Amed, Van ve Dersim’i kadın ve Kürt sineması üzerinden bir araya getirmeye çalıştım. Bu üç kent, kadın temsiliyeti açısından bana güçlü bir zemin sundu. Söylemin gücünü, kadın imajlarını, kültürel yaşamın kadın üzerinden devam ediyor olmasını ve patriyarkaya karşı kadının temsiliyetini bu üç şehir üzerinden arşivlemiş olduk. İlk belgesel çalışmamda bu deneyimi kazanmış olmak tarifsiz bir mutluluk.

 

Belgeselin çıkış noktası kadınlarla birlikte Kürt sinemasından filmler izlemek ve erkeklik temsiliyetlerini ele almaktı. Bu süreç planladığınız yönde ilerledi mi? 

Çalışmayı yaparken hangi filmleri ele alacağımızı çok düşündüm. Seçtiğim filmleri köylerde ya da şehir merkezlerinde sadece kadınların izlediği bir atmosferde nasıl göstereceğimi, bundan ne kadar verim alabileceğimi çok sorguladım. Van’da Star Kadın Derneği, Amed’de KASED (Komeleya Çand Huner û Wêjeyê ya Jinan) –KASED aynı zamanda çalışmamızın iştirakçisi-, Dersim’de de Demokrat Alevi Dernekleri’yle iletişim kurduk. Onların önerileri ve destekleriyle mekân ihtiyacımızı sağladık. Köylerde, Ovacık ve Hozat’ta da gösterdik filmleri. 

Belgeselde kadınların yaşamlarındaki erkekleri sinemadaki temsiller aracılığıyla tartışıyoruz. Atölyede de bunları çok rahat bir şekilde tartışarak diyaloglar kurduk. Kadınlara birçok sorunun yanında genel olarak sinemada erkeklik temsilini, karşılarındaki eşin, babanın, erkek kardeşin nasıl alımlandığı ve bunu nasıl gördüklerini sorduk. Göstermek istediğim bir diğer şey de kadın imajları içerisindeki emekti. Yani görülmeyen, değersizleştirilen, geri planda kalan kadın emeğine dair imajları üç şehir ekseninde açığa çıkartmak istedim. Gündelik hayatın içerisinde aktif bir şekilde sürekli çalışan kadınların imajlarını da çıkarmış olduk. Şimdiden amaçladığımız sonucun üstüne çıktığımızı söyleyebilirim. 

Belgeselinizin ilk gösterimi Düsseldorf Kürt Film Festivali’nde yapıldı. Bu festivali seçmenizde ne etkili oldu? Kadın yönetmenlerin katılımı nasıldı?

GotûbêJin, ilk belgeselim. İlk gösterimini bir Kürt festivali olan Düsseldorf Kürt Film Festivali’nde yapmak benim için önemliydi. Çünkü hem Kürt sineması alanında hem de feminist perspektifle çalışan bir belgeseli bu odakta bir etkinlikte sunmayı istedim. Düsseldorf’taki festival Êzîdîlere odaklanan bir seçkiyle öne çıkıyordu ve güçlü bir programla birçok kısa ve uzun metrajlı filme ev sahipliği yaptı. Kadın yönetmenlerin ağırlıklı olduğu bir festivalde yer almak, feminist bir çalışma olarak filmin ruhuna uygun bir tercihti. Festivalde ödül alan yapımlara bakıldığında çoğu yönetmenin kadın olduğu da görülüyor. 

Sonrasında 1. Woman, Life, Freedom Film Festivali’nde yarı finalist olduk. Burada Marjane Satrapi gibi bir ismin jüri üyesi olması benim için ayrı bir gurur kaynağıydı. Feminist hareketin sinemaya içkinliğini destekleyen bu festival, kadın yönetmenler açısından oldukça anlamlıydı.

14. Berlin Kürt Film Festivali de üçüncü durağımız oldu. Bu festivalin teması queer mücadelesi ve temsiliyeti üzerineydi. Bu, kadın ve toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifiyle güçlü bir bağ kuran bir seçki sundu. Özellikle izleyiciyle kurulan yoğun temas benim için önemliydi; çünkü sinema ancak izleyicisiyle buluştuğunda anlam kazanır. 

Avrupa, Kürdistan veya Türkiye’deki Kürt film festivalleriyle ilgili gözlemleriniz neler? Eksiklikler var mı? Zira bu festivaller kültürel soykırım ve asimilasyona karşı bir cephe de aynı zamanda…

Şu ana kadar katıldığım festivallerde büyük eksiklikler görmedim. Salonların dolması, izleyiciyle buluşmak, festivallerin amaçlarına ulaştığını gösteriyor. Düsseldorf ve Berlin festivalleri gibi etkinlikler gönüllü emekle gerçekleşiyor ve sinema sevgisiyle hayat buluyor. Özellikle Londra, Berlin gibi uzun süredir düzenlenen Kürt Film Festivalleri, Kürt sinemasını daha görünür kılmakta büyük katkı sağlıyor.

GotûbeJin belgeseli

 

Belgesele ilişkin izleyicilerin ilk tepkileri ne oldu? Özellikle kadınların temsiliyeti üzerinden nasıl tepkiler aldınız? 

Köydeki veya şehirdeki kadınların, bulundukları mekana bağlı olmaksızın, özgün fikirlerini ifade edebilmeleri büyük bir başarıdır. Belgesel, bu fikirleri görünür kılma amacını gerçekleştirdi. Karşılaştığım tepkiler, feminist ve Kürt kadın hareketlerinin gücünü ve bu hareketlerin ortaya koyduğu güçlü perspektifin görünür olduğuna işaret ediyor. Bu direnişe teşekkür etmemiz gerekiyor. Kadın ve de feminist hareketlerinin –özellikle Kürt kadın hareketinin- varlığı ve mücadelesi kadınların bu kadar özgüvenli olabilmesini ve bizimle konuşabilmesini sağlıyor. “Şehirdeki kadın güçlüdür, köydeki kadın değildir” gibi bir ikilem var. Ama baktığımızda köyde ya da şehirde herkesin özgün fikirleri var. Yani belgeselimiz kişiyi mekandan bağımsız bir özne olarak değerlendirmemizi sağladı.  

Belgeselinizde coğrafyanın "kader" olarak kabul edilmesine karşı çıkıyorsunuz. Coğrafya ve kader arasındaki ilişkiyi nasıl tanımlıyorsunuz?

Coğrafya değil ama düşünce kaderdir. Kader kavramını kullanmak da çok doğru değil. Coğrafyayı negatif olarak konumlandırmak istemiyorum. Örneğin Türkiye’deki Kürt kentlerine bakıp, coğrafyanın çok güçlü bir sinematografi oluşturduğunu söylersek pozitif bir anlam oluşturabiliriz. Bu şekilde üretken olduğumuz alanları ifade etmiş oluruz. Birçok Kürt destanı ya da Kürt kilamı coğrafyayla ilişkili. Bu aslında o coğrafyanın ne kadar güçlü olduğuyla da alakalı. Yani insanların üretmeye dönük pratiğiyle… 

Düşünce, pratik ve politika özgürleştirir. Dolayısıyla politik perspektiflerin negatife dönüşmemesi gerekiyor. 

Örneğin Van’daki kayyum atama girişimi dönemine dönelim. Herkes çok mutsuzdu ve kaybettik havası açığa çıktı. Bu coğrafyanın verdiği negatifliktir. Ama aynı zamanda coğrafya mücadele etmenin, politikanın, düşüncenin ve aslında var olabilmenin getirdiği bir güçlenme alanı. Yani bunu pozitife çevirme alanları. Van’daki direnişin bizi ne kadar pozitif bir noktaya taşıdığını da ifade ediyor. Ben coğrafyaya buradan bakıyorum. Kadınların bulunduğu konum, eğitim olanaklarının kısıtlılığı, ekonomik imkansızlıklar, ana dilini konuşamama vb. birçok sorundan bahsedebiliriz. Ana dilde konuşabilmenin bambaşka bir alanı olması gerekiyor. Dilin özgür bir alan olması gerekiyor. Kürtçenin bugün yasak olmaması, bilinmeyen bir dil, 'terör' olarak ifade edilmemesi gerekiyor. Herkesin kendisini özgürce ana dilince ifade edebilmesi gerekiyor. Biz de bunu Kürt sinemasıyla sağlamaya çalıştık aslında.

 

GotûbeJin belgeseli

Kadınların seslerinin görünür kılınması Avrupa’daki izleyiciler tarafından nasıl karşılandı?

Çoğu kişi film bitiminde gelip sarıldı. “Kadınların sözünü bu kadar güçlü şekilde bize taşımış olman çok değerli bir şey” dediler. Bu benim için çok kıymetliydi. Bir ses veya video kaydını belgesele dönüştürüp, kadınların patriyarka eleştirisini birçok yere ulaşacak bir gösterim haline getiriyoruz. İzleyici, kadınların bulundukları yerlerden seslendiklerini duyabiliyor. Kadınlar, patriyarkanın toplumu nasıl bu kadar güçlü bir şekilde etkisi altına aldığını, beslediği yüksek şiddeti, toplumu dönüştürme gücünü; buna karşı öz farkındalığı, mücadeleyi, aslında birlikte olmazlarsa bu mücadeleyi yürütemeyeceklerini ve örgütlülüğün önemini anlatıyorlar. Tam da Avrupa’da feministlerin, kadın hareketlerin, kadın çalışmalarının kalbine giden bir şey. 

Kadınlar, bu toplumsal sistemde mutlu değil. Hetero–patriyarkaya, hegemonyaya karşı geliştirdikleri eleştirel perspektifleri var. Biz de toplumdaki erkeğin ne kadar hegemonik bir konumda olduğunu belgesel aracılığıyla anlatmaya çalıştık ve kadınların eleştirilerine aracı olduk. Kadınların çoğu “Bu toplumda, sistemde birlikte yaşayamıyoruz” konusunda hem fikir aslında. Kimse verili olan bu partiyarkal sistemde, erkek hegemonyası altında yaşamayı kabul etmiyor. Zaten bunlar bizim şu an mücadele ettiğimiz ya da konuştuğumuz, karşı durduğumuz şeyler. Dolayısıyla tüm dünya kadınları olarak benzer bakış açılarına sahip olmamız güçlü ortaklaşmaları da berberinde getiriyor. Ve hatta çoğu izleyici, “Bu kadınlardan birine ulaşabilir miyiz?” diye sordu. Yani çok yakın bir temas var. Bir Alman, bir Fransız ya da bir İsviçreli kadın, “Onlarla aynı şeyi düşünüyoruz ve ilişki kurmak istiyoruz” diyebiliyor.

Belgeselinizdeki dengbêj kadınlar, diasporada kültürün korunması üzerine nasıl bir etki yarattı?

Dengbejliğin bağlamı coğrafya, toplum, kültür ve dildir. Avrupa’da bu sanatı üreten birilerine tanıklık etmek zor. Dili buradaki yapılar içerisinde korumak giderek zorlaşıyor. Çünkü dil bir yapıya sıkıştırılamaz, ayrı bir alanının olması gerekir. Dolayısıyla dengbêjler, mekandan bağı kopan insanların yeniden mekanla ve temsil ettikleriyle buluşmasına vesile oldu. Belgeselde Dayika Mukaddes, Dayika Meryem ve genç bir dengbêj olan Sarya dahil, üç dengbêj kadın yer aldı. 

Dengbêj kültürünün devam ettiğini görüp, dengbêjleri dinledikten sonra yanımıza gelen bir izleyicimiz oldu. Kendisi siyasi sığınmacı olarak Avrupa’ya gelmek zorunda kalmış biriydi. Çocukken dinlediği bir dengbêji hatırladığını, Dersim, Amed ve Van görüntülerini dengbêj eşliğinde izlediğinde köyünü hatırladığını söyledi. Duygulu bir andı. Zorunlu olarak doğduğunuz coğrafyadan kopmak, dilinizi konuşamamak, bu angajmanda kültürünüzü sürdürebilmek çok zor. Dolayısıyla bir özlem var. Kadın ve erkek meselesi değil buradaki konu. Cinsiyet farketmeksizin yaşadığı yere, toplumsallığına bir özlem. Sanırım belgesel biraz da bunu açığa çıkardı. Bu buluşma onlar için önemli ve değerli oldu. 

Ben Türkiye’ye gidip gelebiliyorum ve bu duyguları tekrar yaşayabiliyorum. Ama bu insanların böyle bir şansı yok. Bu onlar için çok vurucu. Gidememek aynı zamanda geçmiş bellekle bir kopukluğu da beraberinde getiriyor. Çünkü yürüdüğü sokaktan bir daha yürüyemiyor. “Özledim” deyip, kendi kültürünü yerinde yeniden deneyimleme şansı yok. Bu bir nevi özgürlükten yoksunluk. Buradaki durum aynı zamanda bir şiddet türü. Bu çok acı ve sanırım aidiyetsizlik de burada başlıyor. 

Erkek izleyiciler belgeselinizle nasıl bir yüzleşme yaşadı?

Erkek izleyiciler, belgeseldeki patriyarka eleştirileriyle oldukça etkili bir şekilde yüzleştiler. Bir festivalde gösterimi sonrası bir erkek izleyici, "Sanırım bu belgeselinizde biz erkekleri biraz tokatlamak istediniz" şeklinde bir yorumda bulundu. Erkek izleyicilerin "Kendimizi bu aynada iyi görmedik" şeklindeki geri dönüşleri, belgeselin toplumsal değişim açısından ne kadar etkili olduğunu da ortaya koydu. Bu, belgeselinizin amacını başardığını ve patriyarkal yapılarla yüzleşme sürecini tetiklediğini gösteriyor.

 

* * *

Hevî Nimet Gatar kimdir?

Arkeoloji Bölümü'nden 2011’de mezun oldu. 2016-2018 yılları arasında Jineoloji Dergisi'nin yayın kurulu üyesi ve editörü olarak toplumsal cinsiyet çalışmaları üzerinde çalıştı. 2019-2021 yılları arasında Sosyoloji Yüksek Lisansında ‘Yeni Dönem Kürt Sinemasında Kadın Temsilleri’ konusunu inceledi. Erasmus staj projesi kapsamında 2021’de Ecole des Hautes Etudes en Sciences Sociales/EHESS Paris'te Hamit Bozarslan ile 'Kürt Sinemasında Erkeklik' üzerine çalıştı. EHESS Sosyoloji Bölümü'nde doktora yapıyor. İlk feminist belgeseli GotûbeJin'in ilk gösterimi Nisan 2024'te 1. Düsseldorf Kürt Film Festivali'nde yapıldı.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.