Türkiye komployu yeniden ele almalı
- Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın ilk avukatlarından İHD Eşbaşkanı Eren Keskin, iktidar ve muhalefetin 9 Ekim sürecini yeni baştan ele alarak, sorunun çözümü konusunda çaba göstermeleri gerektiğini söyledi.
- Kürt sorununun şiddetle bastırılmasının sorunu daha da derinleştirdiğini vurgulayan Keskin, "Artık bunun görülmesi gerekiyor. Kürt sorunu şiddetle çözülmedi ve çözülmeyecek, ancak karşılıklı oturup konuşarak çözülecektir" dedi.
Uluslararası güçlerin ve kurumların, hem Kürt Halk Önderi'ni hedef alan komplodaki hem de Kürt sorununun çözümsüzlüğündeki rollerine dikkat çeken İHD Eşbaşkanı Eren Keskin, aynı tavrın tecrit meselesinde de sürdüğünü söyledi. Türkiye'deki ana muhalefet başta olmak üzere siyasi partilerin ve sendikaların tutumuna da dikkat çeken Keskin, şunların altını çizdi: "Türkiye işçi sınıfı, barış için bir gün bile grev yapmadı. Bu, çok korkunç bir şey. Filistin için gösterilen tepkinin binde biri bile gösterilmedi. Türkiye’de iktidar sorunu olduğu kadar bir muhalefet sorunu da var. CHP, AKP’yi eleştirirken ‘Niye barış sürecini tamamlamadın, Kürt sorununu çözemedin?’ diye sormuyor, ‘Neden barış sürecini başlattın, teröristlerle oturdun?' diyor. Sendikalar, 'Bana vermen gereken parayı neden Suriye'deki cihatçılara veriyorsun?' diye sormuyor. Savaş sorunu, Türkiye'nin en önemli sorunu olurken, işçilerin ve sendikaların bunu neden hiç konuşmadıklarının sorulması gerekiyor."
Adım adım komplo
Dönemin ABD Başkanı Bill Clinton, 27 Ekim 1994'te Şam’da Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad ile bir araya geldi. Ziyaretin "Ortadoğu'da kapsamlı barışa ulaşılması" için yapıldığı açıklandı, ancak dört saatlik görüşmenin üç saati Abdullah Öcalan ile ilgili oldu. Görüşmede, Abdullah Öcalan "en büyük tehdit" olarak hedef alındı. Türkiye ve İsrail arasında 23 Şubat 1996'da askeri alanda yeni bir iş birliği anlaşması imzalandı. Suriye’ye karşı iş birliği de söz konusu anlaşma arasında yer aldı. Bu kapsamda Suriye'ye baskı arttırıldı. ABD Başkanı Bill Clinton, 9 Nisan 1996'da Yunanistan Başbakanı Kostas Simitis ile Beyaz Saray’da "gizli" bir görüşme gerçekleştirdi. Görüşmede Türkiye-Yunanistan arasındaki ilişkiler ele alındı. Simitis, ABD’nin bölge politikalarını destekleyip Türkiye ile iş birliğini kabul etti. Clinton da Türkiye-Yunanistan sorunlarının çözümünü vaat etti. Karşılıklı "iş birliği ve çözümde" pazarlık yapılan konuların başında Abdullah Öcalan'ın geldiği sonraki süreçte netleşti.
Şam'da imha etme girişimi
Devletler arası görüşme ve anlaşmalar sürerken Abdullah Öcalan’a yönelik 6 Mayıs 1996'da Şam’da bomba yüklü bir araçla suikast girişiminde bulunuldu. Abdullah Öcalan’ın bulunduğu sanılan evin yakınında C4 patlayıcı yüklü araba patlatıldı. Patlamadan çok kısa bir süre Londra kaynaklı gazeteler, Abdullah Öcalan’ın yaşamını yitirdiğine dair haberler yapmaya başladı. Suikast başarıya ulaşamadı.
Dönemin Türk Savunma Bakanı Turhan Tayan, Mayıs 1997'de İsrail ve Golan Tepeleri’ni ziyaret etti. İsrailli yetkililer, ziyaret sonrası ilk kez Kürt partileri aleyhine açıklamalarda bulundu. Böylece uluslararası ve bölgesel çember örüldü. Türk Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Atilla Ateş, 16 Eylül 1998'de Suriye sınırında 'meydan ukuyarak, Abdullah Öcalan'ın sınır dışı edilmesini veya teslim edilmesini istedi. Hemen ertesi gün KDP Genel Başkanı Mesud Barzani, Ankara’ya çağrıldı. Barzani, daha sonra YNK Genel Başkanı Celal Talabani ile buluşturularak, Washington’a gönderildi. KDP-YNK-ABD arasında Washington Kürt Otonomi Antlaşması imzalandı. PKK'nin tasfiyesi ve Suriye konusunda iş birliği de anlaşmanın hedefleri arasında yer aldı. Tüm bunların ardından Türk Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel başkanlığında 30 Eylül 1998'de yapılan Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısında Suriye’ye yönelik askeri seçenekler masaya yatırıldı. Demirel, 1 Ekim'de Suriye’ye askeri müdahalede bulunma tehdidinde bulundu.
NATO Suriye sınırında
NATO, 3 Ekim 1998'de Suriye sınırında bulunan İskenderun’da kapsamlı bir askeri tatbikat başlattı. Tatbikata 2 bin 500 ABD askeri ve personeli de katıldı. Ayrıca tatbikat kapsamında Amerikan donanmasına ait savaş gemileri ve gelişmiş füzeler, Doğu Akdeniz’de Suriye sınırına kaydırıldı. Aynı günlerde İsrail de Golan Tepeleri’ne askeri güç yığdı. Buna paralel olarak Türk tarafının Suriye’yi ve Abdullah Öcalan’ı hedef alan açıklamaları sürdü. Çok geçmeden Hatay’dan Şirnex’in Cizîr (Cizre) ilçesine kadar uzanan 618 kilometrelik Suriye sınırına birlikler kaydırıldı ve Amed-Meletî hava üslerine kırmızı alarma geçiş niteliği taşıyan turuncu alarm verildi. ABD, Mısır ile Suudi Arabistan nezdinde diplomatik girişimde bulunarak, Suriye’ye baskı uygulanmasını istedi.
Suriye baskılara boyun eğdi
Suriye, baskılara boyun eğdi ve 9 Ekim 1998'de Abdullah Öcalan'ı ülkeden çıkmaya zorladı. Abdullah Öcalan, bunun üzerine Suriye'den ayrıldı. Öcalan, Şam Havaalanı’ndan Suriye’ye ait bir yolcu uçağıyla Atina’ya hareket etti. Komplocuların hedefine göre; Öcalan gitmek istediği Yunanistan’a sokulmayacak ve geri dönüşte havada yok edilecekti. Öcalan'ın geri dönmeyip Yunanistan'dan Rusya'ya gitmesiyle bu plan boşa çıktı.
Öcalan'a göre iki yol vardı
Abdullah Öcalan'ın anlatımlarına göre; Suriye'den çıktıktan sonra önünde iki yol vardı; Kürdistan dağları ve Avrupa yolları. Abdullah Öcalan, "dağ" yerine Avrupa'ya gitmeyi tercih etti, bunun nedenini ise sonraki süreçte şöyle açıkladı: "Avrupa’daki niyetim Kürt sorununu demokratik bir platforma çekmekti. Avrupa’da geliştireceğim demokratik çözüm siyaseti savaşın sonunu getirebilirdi. Destek olunsaydı Türkiye’nin de bu tavra gelmesi zor olmayacaktı."
Avrupa, olanak tanımadı
Abdullah Öcalan "çözümü zorlamak" için gittiği Avrupa'da "istenmeyen kişi" ilan edildi. Bu nedenle Suriye'den ayrılıp gittiği Atina'da iltica talebi reddedildi ve aynı gün Yunan Dışilişkiler Bakanlığı tarafından hazırlanan özel bir uçakla Moskova'ya götürüldü. Sonrasında ise 130 gün sürecek olan “sürek avı” başladı. Öcalan, 15 Şubat 1999'da Türkiye'ye getirilerek, İmralı Cezaevi'ne konuldu.
Dört çivi çakıldı
Abdullah Öcalan, 130 günlük süreci daha sonra kaleme aldığı kitabında şu sözlerle özetledi: “Ben Türkiye’nin değil, Uluslararası Komplo'nun mahkumuyum. İlk çivi Moskova’da çakıldı; ihanetin yılan soğukluğunu yaşadım. İkinci çivi Roma’da çakıldı; kapitalizmin ince oyunlarına karşı onurdan vazgeçmedim. Üçüncü çivi Atina’da çakıldı; eşi görülmemiş dostluğa bir ihanet karşısında adeta dilim tutuldu, felç oldum. Dördüncü çivi Nairobi’de çakıldı; idam cezasıyla arandığım Türkiye’ye teslim edildim. ‘Çarmıh (dört çivi) komplosu’ sonucu Marmara Denizi’ndeki İmralı tek kişilik ada hapishanesine konulup, çarmıhta ölme (idam edilme) beklentisi içine alındım. Türkiye’nin komplodaki rolü burada ölümümü bekleme, yani infaz ve gardiyanlık olmaktadır.”
26 yıldır rehin
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın 9 Ekim 1998'de Suriye'den çıkarılmasının üzerinden 26 yıl geçti. Öcalan, yaklaşık 26 yıldır kendisi için "özel" dizayn edilen İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde ağır tecrit altında rehin tutuluyor. Abdullah Öcalan ve aynı cezaevindeki üç tutsaktan 43 aydır hiçbir şekilde haber alınamıyor.
Uluslararası bir karardı
Abdullah Öcalan’ın ilk avukatlarından biri olan İnsan Hakları Derneği (İHD) Eşbaşkanı Eren Keskin, 26. yılına giren komplo süreci ve uluslararası kuruluşların buna dair tutumunu MA'ya değerlendirdi. Abdullah Öcalan Türkiye’ye teslim edildikten sonra avukatları olarak birçok uluslararası güç ve büyükelçilikle görüşme gerçekleştirdiklerini hatırlatan Keskin, görüşmelerde kendilerine "Kürt sorununun çözümü konusunda Türkiye söz verdi ve bu nedenle Öcalan Türkiye'ye teslim edildi" denildiğine işaret ederek, "Ama bunun böyle olmadığını çok acı bir şekilde yaşadık. Tabii ki bu uluslararası bir karardı. Uluslararası güçlerin gerçekleştirdiği bir operasyondu" dedi.
Çözümsüzlükte payları var
Keskin, Kürt sorununun sınırları aştığını ve İran, Irak ve Suriye'yi de doğrudan ilgilendiren bir Kürdistan sorunu olduğunu vurgulayarak, "Bu sorunun çözümsüzlüğünde uluslararası güçler ve sömürgeci güçlerin çok büyük bir payı var. Abdullah Öcalan'a yönelik gerçekleştirilen komplo, Kürdistan sorunudur. Bu sorun çözülmeden Türkiye’de hiçbir sorun çözülemez. Kürt meselesinin özellikle 90’lı yıllarda geldiği nokta ağırdı. Çok büyük hak ihlalleri, savaş suçları işlendi. İnsanlar katledildi, gözaltında kaybedildi, kadınlar cinsel işkencelere maruz kaldı, köyler yakıldı. Her süreç zaten acılı ama 90’lar tam bir savaş konsepti olarak yaşandı" diye konuştu.
Tüm sözleşmeler ihlal edildi
Komplo sürecinde Abdullah Öcalan'ın farklı ülkelere yaptığı iltica taleplerinin kabul edilmediğini anımsatan Keskin, bu durumun tüm uluslararası sözleşmelerin ihlal edildiğini gösterdiğini kaydetti. Keskin, "Sayın Öcalan’ın Türkiye’ye getirilmesi, gözaltına alınış şekli, gözaltında yaşananlar ve ardından tutuklanması... Hepsi hukuksuz bir şekilde yapıldı. Tutuklanması sonrası hem avukatların hem de kendisinin yaşadıkları da tamamen iç hukuka aykırıdır. Bugün bu hukuksuzluk, keyfi engellemelerle sürüyor" dedi.
Çözümsüzlüğün bedeli ağır
Uluslararası Komplo, tecrit ve Kürt sorununun çözümsüzlüğünün bedelinin ağır olduğuna dikkat çeken Keskin, Kürdistan'daki savaş ve ihlallerin Birleşmiş Milletler'in (BM) gündemine girmediğine işaret ederek, şunları söyledi: "Örneğin Türkiye, Cenevre Savaş Hukuku Sözleşmesi'nin tarafı. Bu sözleşmenin ihlal edildiğini defalarca gördük. Raporlar düzenledik ve suç duyuruları yaptık. Maalesef uluslararası düzeyde bir çatışma yaşıyoruz, hukuksal anlamda. İşte bu nedenle sivil siyasetin önü kapalı. Bugün cezaevinde silahlı savaşçılardan çok Kürt siyasetçiler var. Milletvekili, yazar, çizer, gazeteci... Çok büyük bir bölümümüz adli kontrolle rehin olarak yaşıyoruz. Bu durum uluslararası düzeyde hiç konuşulmuyor."
Uluslararası baskı yok
Kısa bir süre önce Ankara’da bazı büyükelçiliklerle görüşmeler yaptıklarını söyleyen Keskin, şunları paylaştı: "Bize 'Biz çok üzülüyoruz, Kürt sorununun çözülmesini istiyoruz ve bu konu için Türkiye'ye baskı yapıyoruz' dediler. Ben de 'Siz yeterince baskı yapmıyorsunuz' dedim. Çünkü Türkiye Avrupa Birliği ülkelerinin uluslararası sözleşmelerde imza ortağı ve bu imzaların hepsini ihlal ediyor. Kısacası bu sorun çözülmesi istenmiyor. Uluslararası hukuk kurumları tecride karşı rollerini oynamadı. Türkiye, Ortadoğu’da konumu itibarıyla stratejik bir yerde. Her zaman da kendi değerini biliyor ve kullanıyor. Devletler arasındaki ilişkiler uluslararası sözleşmelere göre yürümüyor, çıkar ilişkileriyle devam ediyor. Uluslararası güçlerle, siyasetçilerle, büyükelçilerle yaptığımız görüşmelerde Sayın Öcalan ile ilgili hukuksuzlukları dile getirdiğimizde, ‘Evet, haklısınız ama Türkiye’yi Avrupa Konseyi'nden mi atalım, bunu mu öneriyorsunuz?’ diye soruyorlar. Biz böyle bir şey önermiyoruz. Biz de 'Türkiye'nin imzacı olduğu sözleşmelere uygun davranmasını denetleyin' diyoruz. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) bağlayıcılığını kabul etmiş ama hiçbir şekilde kararları uygulanmıyor."
İntikamcı devlet sorgulanmıyor
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Abdullah Öcalan’a ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilmesine dair aldığı "ihlal" kararını hatırlatan Keskin, "Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, 17-19 Eylül arasında yaptığı toplantıda, gerekli önlemlerin geciktirilmeden alınmasını istedi. Komite, adım atılmaması halinde Eylül 2025'teki toplantıda ara karar hazırlanacağı uyarısında bulundu. Bu yaptırımın, bu kadar uzun sürmesi akıl dışı bir şey. Yazılı hukukun önüne intikamcı bir devlet aklı geçmiş durumda. Bu intikamcı devlet aklı, yeterince sorgulanmıyor" şekinde konuştu.
Filistin'i görenler, görmüyor
Komplonun etkilerinin günümüzde açık bir şekilde hissedildiğini vurgulayan Keskin, şunların altını çizdi: "Bugün sığınmacılardan şikayet edenler, Kürt meselesini yeterince tartışsaydı ve barışçıl çözümler üretseydi şikayet edilen sığınmacı sorunu olmayacaktı. İktidarın ortağı olan Devlet Bahçeli, oradaki cihatçı örgütlerin komutanlarıyla fotoğraf çektiriyor. Ana muhalefet başta olmak üzere sendikalar bu konuyu tartışıyor. Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde işçi sınıfı, barış için bir gün bile grev yapmadı. Bu çok korkunç bir şey. Haklı olarak Filistin için tepki gösteriliyor ama bu tepkinin binde biri bile bizim coğrafya için gösterilmedi."
Muhalefet sorunu da var
"Türkiye’de iktidar sorunu olduğu kadar bir muhalefet sorunu da var” diyen Keskin, şöyle devam etti: "CHP, bugün AKP’yi eleştirirken ‘Niye barış sürecini tamamlamadın, niye Kürt sorununu çözemedin?’ diye sormalı ama ‘Neden barış sürecini başlattın, neden teröristlerle oturdun?' diyor. Şimdi böyle bir ana muhalefetin olduğu yerde sorunun çözümsüzlüğü daha da büyüyor.
Sendikalar da sormuyor
Kürtler, üç nesildir büyük acıları yaşıyor. Ailesinden bir kişi gözaltına alınmamış, öldürülmemiş, işkence görmemiş bir Kürt ailesi yoktur. Kürt sorunun çözümsüzlüğü sadece Kürtlere zarar vermiyor. Türkiye'deki insanlar açlık sınırında yaşıyor. Savaş yüzünden çekiliyor bu açlık. Bakın sendikalar, 'Bana vermen gereken parayı neden Suriye'deki cihatçılara veriyorsun?' diye sormuyor. Bugün DİSK bile bunu sormadı. Neden sormuyorlar bu soruyu? Bunları sormayan bir muhalefet ve sendikal hareketler var. O nedenle bütün bunlar birbirini etkiliyor."
Şiddetle çözülmedi, çözülmez
Keskin, iktidar ve muhalefetin 9 Ekim sürecini yeni baştan ele alarak, sorunun çözümü konusunda çaba göstermeleri gerektiğini; Kürt sorununun şiddetle bastırılmasının sorunu daha da derinleştirdiğini söyledi. Keskin, şunları ekledi: "Herkesin artık bunu görmesi gerekiyor. Kürt sorunu yüzyıldır şiddetle çözülmedi ve çözülmeyecek. Bu sorun ancak karşılıklı oturup konuşarak çözülecek bir sorudur. Maalesef bu çözümsüzlükten nemalanan emperyalist ve sömürgeci güçler, bundan çıkar sağlıyor. Onların sağladığı çıkarlar, tüm Ortadoğu halklarına açlık, göç ve yoksulluk olarak geri dönüyor. Bunu görmeyen bir işçi sınıfı var. Savaş sorunu, Türkiye'nin en önemli sorunu olurken, işçilerin ve sendikaların bunu neden hiç konuşmadıklarının sorulması gerekiyor.” İSTANBUL