Türkiye'nin krizi kroniktir
- Türkiye'nin içinde bulunduğu ekonomik krizin kronik hale dönüştüğünü ifade eden ekonomist İzzettin Önder, hükümetin politikalarıyla krizden çıkmanın mümkün olmadığını söyledi.
Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (TÜRK-İŞ) Haziran ayı verilerine göre; açlık sınırı 18 bin 978 TL, yoksulluk sınırı ise 61 bin 820 TL'ye yükseldi. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) Haziran’da yıllık enflasyonu yüzde 71,6 olarak açıkladı. Enflasyon Araştırma Grubu (ENAG) ise yıllık enflasyonu Haziran’da yüzde 113,08; aylık enflasyonu da Haziran’da yüzde 4,27 oranında hesapladı. TÜİK’in açıklaması öncesi elektriğe yüzde 38 zam yapılırken, sigara, akaryakıt ve diğer ürünlere de fahiş zamlar yapıldı. Ulaşıma, akaryakıta, elektriğe, temel besin gıdalarına yapılan zamlarla ekonomik sorunlar yaşayan yurttaşların borç yükü de artıyor. TÜİK verilerine göre, 6 aylık enflasyon yüzde 24,73 olarak gerçekleştiği için Temmuz'da memur ve memur emeklilerinin maaş zam oranı yüzde 19,3; SGK ve Bağ-Kur emeklilerinin yüzde 24,73 oldu. Böylece 16 milyon emekli ve 4 milyon memur, beklendiği oranda zam alamıyor. Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), TÜİK'in gerçek enflasyonu gizlediğini belirterek, "TÜİK, iktidarın talimatlarıyla, masa başı hesaplamalarla iktidarın daha baştan belirlediği rakamları açıklıyor. Kamu emekçileri, emeklileri olarak yıllardır bütçeden hakkımızı ve refahtan payımızı almadığımız gibi TÜİK eliyle her gün biraz daha yoksulluğa, sefalete terk ediliyoruz. Yaşadığımız gerçek enflasyon, hayat pahalılığı altında kamu emekçileri, emeklileri ezim ezim eziliyor" diyor. Ekonomik kriz nedeniyle yoksulluk derinleşirken, hükümet "kemer sıkma" politikalarıyla krizden çıkmayı umuyor.
Enflasyon oldukça ücreti yükseltemezler
MA'ya konuşan Prof. İzzettin Önder, krizin geldiği aşamada "kronik hale dönüştüğünü" ifade ederek, "Tablo maalesef olumsuz" dedi. Asgari ücrette zamma gidilmemesinin bu tablo ile doğrudan bağlantılı olduğunu dile getiren Önder, "Asgari ücreti neden yükseltilmedi? Asgari ücret yükseltildiği zaman emekçiler biraz rahatlayacak fakat bundan yararlanan iş insanları asgari ücretin yükseltilen kısmını karlarından ödemeyip fiyatları yükseltecek. Yani 'Asgari ücret enflasyonu yapar' lafı dolaylı yoldan düşünülmesi gereken bir olgudur. Asgari ücret yükseldiği zaman işletmenin maliyetleri yükselmiş gibi algılar patronlar veya şirketler. Dolayısıyla firmaların kendi fiyatlarını yükseltmesi arz yanlı ve arz yönlü bir enflasyon olarak karşımıza çıkar. Bu nedenle enflasyon olduğu sürece asgari ücreti yükseltmeyeceklerdir" dedi.
Türkiye borç batağında
Türkiye'nin borç batağının içerisinde, söz konusu borçlanmanın ise kendi içerisinde birçok sebebi olduğunu kaydeden Önder, şunları söyledi: "Türk ekonomisi verimsiz bir ekonomi ve Türkiye çok ağır borç ödüyor. Türkiye'nin cari açığı daima yüksektir ve yükselmeye de devam ediyor. İthalat, ihracatı fersah fersah aşıyor. Dolayısıyla böylesi bir cari açık sorunu var. Evet, AKP ciddi işler yapmadı ama bu sadece AKP'nin hatası da değil. 2000 Programı Türkiye'yi sanayisizleştirme programıdır ama bu gerilik geçmiş dönemlerden süregelen bir kronik hastalıktır. Burjuva iktidarı bunu yapamaz, çünkü ilk önce sermayeye bakar. Sermaye ise kaynak aktarmaya bakar ve kaynak aktarıldıkça verimliliğe falan bakmaz, çünkü sermayeyi halk için değil, kendisini büyütmek için ister. Hükümet durmadan vergi avantajı sağlıyor, zaten niye verimliliğini arttırsın ki. Politikanın tersliği de buradan geliyor. Bu bir ekonomi politikası değil, burjuvazinin, sermayenin, devleti sömürme politikasıdır. Bu sömürü o kadar acıdır ki sermaye verimsizliğinden yiyerek büyürken ne istihdam yaratabiliyor ne de ekonomiyi büyütebiliyor."
Emekçi, emekli sömürülüyor
Sömürünün içteki faturasının, emekçi kesimlere kesildiğine işaret eden Önder, "İktidar, emekçileri, emeklileri sömürüyor. O yüzden halk böyle perişan bir halde. Yine aynı şekilde madenlerimizi, doğamızı sömürüyoruz. Maden aramalarının hepsi birer sömürüdür. Yap, işlet, devret gibi kamu özel ortaklığı meselesi çok ciddi bir sömürü aracıdır aslında. Bu proje insanlara hoş geldi ama asıl devletin işine geldi bu. Hatırlarsanız Cumhurbaşkanı buna dair, 'Bütçeden bir kuruş bile çıkmıyor' der ve bununla övünürdü. Evet, bunda bir yalan yoktu ama işler bittikten sonra faturayı koyarlar önünüze. 'Bakın para bu ama bunun bu kadar da faizi var' derler. Biz şu an onu ödüyoruz. Alt yapı, üst yapı lazım ama harcaması bütçenize göre uygun şekilde yapılır. BFabrika değil ki, geri dönüşü çok çabuk olamaz, bunlar birer hizmettir. Bunlar kalkınma için gereklidir ama kalkınma hızına uyumlu yapılması lazım" şeklinde konuştu.
İktidar bir düşman gösterir
Mevcut ekonomik krizin derinleşmesinden dolayı iktidarın bugün savaş siyaseti ve beka söylemi üzerinden kendisini ayakta tutmaya çalıştığına dikkat çeken Prof. Önder, şunları dile getirdi: "Her iktidar, bir düşman ve olay gösterir; etrafında projesini gerçekleştirir. Bütün mesele gösterdiği olay veya düşmanın halkla bütünleşmesidir. Yani eğer halkla bütünleşemezse iktidarın ortaya attığı olay etkisiz olur ve iktidar çöker. Eğer halklar arasındaki bu zıtlaşma sürdürülürse bu yanlış bir şeydir. Örneğin halkın iradesine kayyum atanması yanlıştır. Bakın İsviçre üç dil kullanıyor ama dünyanın en zengin ülkelerinin başında gelir. Kimsenin öyle bir derdi yok. ABD’ye baktığımızda eyaletlerden oluşmuş vaziyette. Hepsinin ayrı bayrağı var ama kimse ayrılmıyor, çünkü zenginliğe gider herkes. Türkiye’nin temel sorunu kaynak, zenginlik üretememesidir. Zenginlik ürettiği zaman aslında bu sorunlar çözülebilir."
Kısa vadede iyileşme zor
Kısa vadede bir iyileşmenin söz konusu olamayacağının altını çizen Önder, şunları ekledi: "Mevcut tabloda emekçiler başta olmak üzere dar gelirli halkın genel refah düzeyinin kısa sürede düzelmesi çok fazla mümkün değil. Örneğin devletin şu an sermayeden kazanç üzerinden belirli miktarda vergi alması gerekirken almamayı tercih ediyor. Yine kamuda çok büyük bir israf var. İsraf boyutunun mutlaka önlenmesi lazım. Bunlar kanunla çözülebilecek şeyler. Nasıl işçi ve emekçilere ücretlerinin azaltılması bir anlamda onlara yeni bir eylem ve bilinçlenme imkanı sağlıyorsa siyasetin böyle yozlaşması da umuyorum halkımıza bir bilinçlenme olanağı sağlasın."
* * *
Güvenli bir gelecek güvenceli bir iş
Kamu emekçilerinin iktidara payanda olmayan kesimini temsil eden KESK'in, talepleri şöyle:
* Yeni vergi yasası değil, gelir vergisi birinci dilim oranının yüzde 15'ten yüzde 10'a düşürülmesini, yoksulluk sınırına kadar olan maaşların-ücretlerin birinci vergi diliminde sabitlenmesini istiyoruz.
* Güvenli bir gelecek, güvenceli bir iş istiyoruz.
* En düşük kamu emekçisi maaşının Temmuz itibarıyla eş ve çocuk yardımı, kira yardımı, ulaşım ve yakacak yardımı gibi sosyal yardım kalemleri ile yoksulluk sınırının üzerine çıkarılmasını istiyoruz.
* Bu rakamın üç ayda bir yoksulluk sınırında yaşanan artışa göre güncellenmesini, üzerine her çeyrekte yaşanan büyüme rakamlarının refah payı olarak eklenmesini istiyoruz.
* Sözü verilen kira yardımının yapılmasını, mülakatın kaldırılmasını istiyoruz.
* Servislerin kaldırılması kararından, kazanılmış haklarımıza göz dikilmesinden vazgeçilmesini istiyoruz.
* Kamu emekçilerinin söz ve karar sahibi olacağı demokratik bir çalışma yaşamı istiyoruz.
* Yandaş konfederasyonlarla yapılan ve yoksulluğumuzu derinleştiren toplu satış sözleşmesi değil, grevli özgür ve gerçek toplu sözleşme istiyoruz.