Vartinîs derin bir yara
Kültür/Sanat Haberleri —
- “Vartinîs belgeseli hem geçmişle yüzleşme hem de adalet arayışının bir simgesi. Sadece bir anlatım değil, aynı zamanda bir adalet arayışı ve toplumsal dayanışma çağrısı haline dönüşüyor.”
MİHEME PORGEBOL
Muş’un Têlî (Korkut) ilçesine bağlı Vartinîs (Altınova) beldesinde 3 Ekim 1993’te aynı aileden 7’si çocuk 9 kişinin Türk askerleri tarafından diri diri yakılarak katledilmesi üzerinden 31 yıl geçti. Geçtiğimiz yılın Aralık ayında zaman aşımı gerekçesiyle davası düşürülen Vartinîs Katliamı’nın detayları, yönetmen Ömer Biçer’in “Vartinîs” adlı belgesiyle tarihe kaydedildi. Muş merkez, Bitlis, Ankara ve İstanbul’da çekimleri yapılan belgeselin ilk gösterimi 2 Kasım’da CandAmed’de yapıldı. Belgeselin yönetmeni Ömer Biçer’le konuştuk.
Vartinîs’i çekme gerekçeniz neydi? Bunun altında kişisel bir gerekçe veya motivasyon var mı?
Vartinîs, Kürt halkının hafızasında derin bir yara olarak durur; ancak bu olayın kapsamı ve vahşetin büyüklüğü birçok insanın katliamın detaylarına inmekten çekinmesine neden oldu. Yaşananların ağırlığı, anlatması bile güç bir tarihsel gerçeği yükleniyordu. Bununla birlikte, 2023 yılı Aralık ayında görülen son Vartinîs davasında, mahkemenin davayı zaman aşımı nedeniyle düşürmesi, bu olayın unutulmaması gerektiğini söylüyordu. Başta Vartinîsliler olmak üzere bir grup insan, adaletin ulaşamadığı bu anıyı hafızalarda diri tutmaya kararlı. Bu kollektif çaba, bende de Vartinîs'in öyküsünü duyurmaya katkı sunma isteğini güçlendirdi. Çünkü bu tür olaylar hatırlanmadıkça, üzerine konuşulmadıkça tarih içinde birer vakaya, yaşamını yitirenler ise birer rakama dönüşürler. Ancak her tanıklık, her anlatı ve her anı olayın ne denli derin etkiler bıraktığını, zamanın silip atamayacağı gerçekleri bize yeniden hatırlatır.
Böyle bir katliama ilişkin kayıt peşine düşmenin duygusal bir ağırlığı da olmuştur muhakkak. Çekim sürecinde neler yaşadınız?
Sinema eğitimimde özellikle oyuncu yönetimi ve yeni anlatım teknikleri üzerinde yoğunlaştım. Bu eğitimin yönlendirmesiyle, Vartinîs belgeselinin çekimine başladığımda röportajlarda duygusal mesafeyi koruyarak, tanıkların tamamen kendi iç dünyalarından gelen anlatımları ortaya çıkarmam gerektiğini biliyordum. Böylesine ağır ve travmatik bir olayı tekrar tekrar anımsatırken, röportaj yapılan kişilere travmalarını yeniden yaşatmama kaygısıyla da etik bir çizgiye dikkat etmek zorundaydım. Bu hassas dengeyi elimden geldiğince sağladığımı düşünüyordum, ta ki katliamdan sağ kalan tek aile ferdi Aysel Öğüt’le olan röportaja kadar…
Ne oldu o röportajda?
Tüm ailesini acımasızca kaybeden ve adalet arayışını 30 yıl boyunca sürdüren Aysel Öğüt’le konuşmak, içsel dayanıklılığımı zorladı. Başlangıçta diğer röportajlardaki gibi soğukkanlı durmayı amaçlasam da, Aysel’in trajedisinin büyüklüğü karşısında duygularımı kontrol edebilmem kolay olmadı. Aysel Öğüt’ün iç dünyasından yükselen sessiz direnç, yıllara yayılan adalet arayışı ve acının derin izleri bu projenin her aşamasında bana, Vartinîs’in nasıl büyük ve derin bir yara olduğunu tekrar tekrar hatırlattı. Bu nedenle, anlatıcı olarak kendimi mesafede tutmaya çalışırken, tanıkların duygularına da saygıyla yaklaşmanın önemini daha fazla hissettim.
Meselenin üzerine bu kadar düşüp ağırlığını hisseden biri olarak katliamın zaman aşımına uğratılıp cezasızlıkla sonuçlandırılması hakkında ne düşünüyorsunuz?
Böylesi bir vahşetin cezasız kalması karşısında hissedilen ilk duygular, öfke ve çaresizlik olarak öne çıkıyor. Adalet mekanizmasının işlememesi, Türkiye’deki Kürtler için duygusal bağların giderek zayıflamasına ve neredeyse kopma noktasına gelmesine sebep oluyor. Ancak, bana röportaj verenlerden edindiğim izlenim, Vartinîslilerin gösterdiği mücadele azminin belgeselleşme sorumluluğumuzu güçlendirdiği yönünde. Onların hikayelerini anlatmak, yaşananların unutulmaması ve geleceğe taşınması için bir gereklilik haline geliyor.
Başlangıçta hissettiğim çaresiz ve öfkeli duygular, Vartinîslilerden aldığım cesaret ve sorumluluk bilinciyle dönüşerek yeni bir anlam kazandı. Bu dönüşüm, sadece bir belgesel projesinin parçası olmaktan öte, toplumsal bir hafızayı canlandırma ve adaletin peşinde koşma çabası olarak algılanmalı. Belgesel, hem geçmişle yüzleşme hem de adalet arayışının bir simgesi. Bu sürecin bir parçası olmanın getirdiği sorumluluk ağır olsa da bir o kadar da onurlu bir yükümlülük.
Belgesel adalet arayışına da bir katkı mı aynı zamanda?
Evet. Vartinîs belgeseli sadece bir anlatım değil, aynı zamanda bir adalet arayışı ve toplumsal dayanışma çağrısı haline dönüşüyor. Bu mücadele, bizi yalnızca birer gözlemci olmaktan çıkarıp, bu olayın parçası olmaya, hafızalarda yer edinmesine katkıda bulunmaya yönlendiriyor.
Kürdistan’ın hafızası Vartinîs’e benzer sayısız katliamla dolu. Tarih ve hafıza saldırısı altında statüsüz bir toplum olan Kürtler için belgesel sinemayı nerede konumlandırıyorsunuz?
Tespit ettiğiniz bu iki duruma katılıyorum, yani Kürdistan’ın hafızası katliamlarla dolu ve bu hafızaya Kürtlerin statüsüzlüğünden alınan cesaretle saldırılıyor. Bunun aşılmasının tek yolu, statüsüzlüğün giderilmesi noktasında var olan mücadelenin parçası olmak. Sinemaya da bu bağlamda büyük görevler düşüyor. Özellikle Kürt belgesel sinemacılığının gelişimi oldukça önemli çünkü belgesel, toplumun hafızasında yer eden karanlık olayları, katliamları başkalarının anlatımıyla değil, kendi perspektifinden dünyaya taşımanın en güçlü yollarından biridir. Anlatılmayan ya da başkaları tarafından yanlış aktarılmış bir tarih, kimlik mücadelesinde büyük bir eksiklik yaratıyor. Bu yüzden Kürt belgesel sinemasının büyümesi ve güçlenmesi, Kürt halkının yaşadıklarının kayıt altına alınması ve yeni nesillere aktarılması açısından çok kıymetli.
Aynı zamanda bu tür belgeseller, Kürt halkının kendi hafızasını sahiplenmesini sağlarken, geçmişin acılarıyla yüzleşme ve geleceğe dair bir direnç oluşturma fırsatı sunuyor. Sadece Kürt halkının değil, insan hakları, özgürlük ve adalet arayışı içindeki herkesin desteklediği bir alan olarak Kürt belgesel sineması, kendi tarihini kendisi anlatabilen bir halkın mücadelesini temsil ediyor.