Zelxê yasını yaşadı, yası ile öldü

Dosya Haberleri —

Zelxê, eşi Halil Çelebi ve kızı Emel Çelebi (Mine) ile...

Zelxê, eşi Halil Çelebi ve kızı Emel Çelebi (Mine) ile...

  • Zelxê, hem öksüz hem yetimdi. Evladını gömme hakkı elinden alınmış bir anneydi. Anneannem, yalnızca evladını gömme hakkı devlet tarafından elinden alınmış bir anne değildi; aynı zamanda Türkleştirme hevesinde olanlarca yas tutma hakkı da çiğnenmiş bir anneydi.
  • Bir devletin, toplumun ve ne yazık ki yakın çevrenizin de dahil olduğu bir süreçle sizi yasınızdan mahrum etmesiyle, acınız ile cezalandırması ile nasıl baş edebilirsiniz ki? Bunu paramparça etmeden var olmaya nasıl devam edebilirsiniz? Zelxê, tam olarak bunu yaptı. Çünkü yası her yerde saldırıya uğruyordu.
  • O, hayatı boyunca Galatasaray Meydanı’nı hiç görmemiş bir Cumartesi Annesi’ydi. Cenazesinde Amed’de emanet edilmiş bir beyaz tülbent, tabutuna serildi. Yaşadıkları, Amed’den Galatasaray Meydanı'na uzananların bir temsiliydi, denilebilir. Zelxê’nin tabutunda hem kendisi hem de kızı Mine uğurlandı.

İSMET KAYHAN

Zelxê Ana, 95 yaşında hayata veda etti. Erken yaşlardan itibaren zorlu yaslarla ya da yas tutma hakkının elinden alınması ile baş etmek zorunda kalan Zelxê, cenazesini ölüme, hayata ve yas tutmak hakkına dair bir müdahaleye dönüştürdü: Ne dede ne de imam istedi, inançsız bir Kızılbaş olarak toprağa gömüldü. Cenazesinde dua okunmadı, yalnız bir Kürtçe şarkı çalındı. Zelxê, 1992’de şehit düşen ve gömüp de vedalaşamadığı kızı Mine’nin (Emel Çelebi) ardından bakarak, onun yasını da yanına alarak göçüp gitti. Torunu Neşe Açık ile Zelxê’nin hayatını, yasını ve ölümünü konuştuk.

Anneannen Zelxê’yi kısa süre önce kaybettin. Zelxê, 1992’de şehit düşen ve benim de arkadaşım Mine’nin (Emel Çelebi) annesiydi. Zelxê, nasıl bir hayat yaşadı?

Zelxê, dünyanın hep cimri davrandığı kadınlardan biriydi. Evlendiği adam uzun yıllar Almanya’da çalışırken Zelxê, köyde çocuklarını tek başına büyütmek zorunda kaldı. Feodal ilişkiler nedeniyle eşinin kazancından da payına düşeni almamış, üstüne layık olduğu saygıyı da görmemişti.

Neşe Açık

Erken mi evlendirilmişti?

O dönemin koşullarına göre pek de erken evlendirilmiş sayılmazdı. 20’li yaşlarındaydı ve insanların çocuk yaşta evliliğe zorlandığı bir dönemde bu, erken bir yaş değildi. Evlendiği adam, Halil Çelebi Almanya’ya işçi olarak gidiyor ve Zelxê, dört çocuğunu köyde yalnız başına büyütüyor.

Çocukluğu nasıl geçmişti?

Zelxê, çocukluğuna dair çok az konuşurdu. Çocukluğunda ah ettiği birkaç şey vardı. Bunlardan biri, babası kendisine “Hazırlan, yarın seni okula yazdıracağım” dediği gün kaza geçirip ölmesidir ve o bunu anlatırken babasının ölümüne mi, okula yazdırılmamış olmasına mı daha fazla üzüldüğünü anlamak zordur. Babası için nadiren de olsa, “Bir gün daha yaşayamadı!” derdi.

Zelxê, annesi Sarê’yi henüz beş yaşındayken kaybediyor ve babası başka bir kadınla evleniyor; ne var ki Zelxê dokuz-on yaşındayken babası da ölüyor hem öksüz hem yetim kalıyor. Bana kalırsa Zelxê, sevilmemiş ve çok yalnız kalmış ve bir yerden sonra da sevmeyi ve çoğalmayı ya unutmuş ya da reddetmiş bir kadındı.

Zelxê, evladını gömme hakkı da elinden alınmış bir anneydi. Kızının şehit düşmesi onu nasıl etkiledi?

Mezarsız bırakılmak en inançsız insan için dahi bir işkence. Ölüm gibi kabullenilmesi zor bir duygu ile karşı karşıya kalıyor ama “acaba” sorusundan da uzaklaşamıyorsunuz. Bu, insanların yıllarca “Belki ölmemiştir” umudunu diri tutmalarına sebep olan korkunç bir işkence biçimi. Kendinizi toplum tarafından cezalandırılmış hissediyorsunuz.

Anneannem, yalnızca evladını gömme hakkı devlet tarafından elinden alınmış bir anne değildi; aynı zamanda Türkleştirme hevesinde olanlarca yas tutma hakkı da çiğnenmiş bir anneydi. Öte yandan, bir gün ziyaretine gelen bir akraba, “Bu dünyada nasıl bir günah işlediyseniz çocuğunuz mezarsız kaldı” demişti. Bence bunlar, Zelxê’yi adım adım inançsızlaştıran şeylerdi. Acısına yer bırakılmamıştı ve bu aynı zamanda en yakınındakilerle dahi arasında mesafe olmasına neden oldu. Zelxê, acısını ve yasını hiç kimse ile paylaşmazdı; her daim mesafeli ve soğuktu. (Bu soğukluğun ne anlama geldiğini özellikle kadınların hemen hissedeceklerini zannediyorum.) Böyle olunca yas tutmak yerine sertleşiyorsunuz; çünkü kendi evinizde dahi acınız/yasınız saldırıya uğruyor.

Zelxê’nin ölümünden sonra vasiyetini paylaştın. Zelxê, cenazesinde ne dede ne de imam istemişti; aile, cemevinde hayır yemeği vermeyi de kabul etmedi. Zelxê’nin vasiyetinde ölümü, dolayısıyla hayatı yeniden tanımlamak girişimi görüyor musun sen de?

Kesinlikle var. Aslında burası biraz daha derin ve karmaşık. Zelxê’nin annesi Sarê, Sivas’ta idam edilen Xoybûn’un ilk kadrolarından Sadiyê Talha’nın yeğeni. Sadiyê Talha, Yadîn Paşa, Şeyh Said… Sadiyê Talha, Sivas’ta idam edilirken Hasan Talha da Bulanık Kalesi civarında idam ediliyor.

Bu denli derin Sünni ve Kürdi bir gelenekten gelen, dedesi ve büyük amcası idam edilmiş bir kadının yıllar sonra inançsız bir Kızılbaş olarak gömülmek istemesi ilgi çekici…

Zelxê’nin annesi Sarê, bizzat Sadiyê Talha tarafından ulusal birliğin sağlanabilmesi için, Alevi ve Sünni aşiretlerinin bir araya gelebilmesi amacıyla yörenin en geniş ve güçlü Kızılbaş ailelerinin ileri gelenlerinden Ağa Muştaba ile evlendirilmiş. Bu stratejik evliliğin yanı sıra hayatı, Kürt olarak var olma mücadelesinin farklı taraflarının kesişim kümesi gibi. Bir yanda daha dini ağırlıklı bir Kurdistan mücadelesi veren Şeyh Said İsyanı'nda yer almış dedesi Hasanê Talxa yine Kürdi bir direnişin öncü kadrolarından Xoybûn içinde yer almış büyük amcası (dedesinin kardeşi) Sadiyê Talxa’nın asılarak öldürülmesi, diğer yanda ise Kurdistan’ın Özgürlük Mücadelesi'nde kaybettiği kızı var. Durum böyleyken Zelxê, sürekli öldürüldüğü bir dünyada var olmaya çalışan bir kadın olarak inançsızlığını yaşadı ve vasiyet etti.

Zelxê’nin cenazesinde sadece Kürtçe stranlar dinlendi ve bu bana yakın zamanda Türk devletinin Serêkaniyê’ye yönelik savaşında hayatını kaybeden ve “Eğer toprağa düşersem ağlamayın, dans edin” diye vasiyet eden Rohat’ı hatırlattı.

Yaşamın doğal akışında insanlar yaşıyor, ölüyor ve ölenler gömülüyor ancak biz doğal bir akışı uzun zamandır yaşamıyoruz. Ölümünden sonra dans etmemizi vasiyet eden Rohat arkadaşın duygusunun ağırlığı da yine öfkeden ve varılmak istenen yerden bağımsız değil ancak ben Zelxê’nin vasiyetini yine yakın zamanda kaybettiğimiz Aysel Doğan’ın öfkesine benzetiyorum. Aysel Doğan’da gömü hakkının çiğnenmesini kabul etmemiş bir kadındı ve vasiyetinde “Dağlarda şehit düşen yoldaşlarım gibi yıkanmadan, kefenlemenden beni toprağa verin. Üzerime bir Rojava kefiyesi ve Êzîdî kadınların beyaz fistanını atın” demişti.

Zelxê, otuz senedir gittiği her cenazede kızının gömülmemiş olması ile de yüzleşmek zorundaydı ve bu onda acının yanı sıra öfke de doğuruyordu. Cenazesinde ne dede ne de imam istediğini yalnız son yıllarında değil uzun zamandır söylüyordu; bu nedenle de duasız yıkandı. “Sevilen, sevdiğince yıkansın” denildi ve sevdikleri tarafından yıkandı.

Zelxê’nin cenazesinde tek bir şarkı çalındı. Bu, çok eski ama çok bilindik bir şarkıydı ve içinde geçen bir cümleden dolayı tercih edildi: “Paşika guliya bi mor e/ Bi şûştina xelkê çi zor e” (El kızını/oğlunu yıkamak, meğer ne zormuş). Zelxê yıllarca kızının ölüsünü bir başkasının yıkadığını ummuştu ve bundan acı duymuştu.

Zelxê’nin inançsızlaşması Mine’nin katledilmesinden sonra mıydı?

Zelxê, henüz altı-yedi yaşlarındayken bir küçük kardeşini de hastalıktan kaybetmiş ve bu konuda da çok konuşmazdı. Bingöl Depremi'nde çok sevdiği abisini, Mehmet Aydın’ı kaybettikten sonra da duygusal olarak çok zorlandı ama bu acısını diğerlerinin aksine paylaşıyordu. Buna rağmen duygularına ve inancına mesafelenmesi buralarda başlıyor, diyebiliriz. Kızının öldürülmesinden sonra ise bu duygularının ve inançsızlığının derinleştiğini açıkça gördük. Yalnız Mine’nin öldürülmesini değil, sonrasında yaşamak zorunda olduğu bütün süreci kastediyorum. Diğer yandan duygusu ve inancı üzerinden kendisine uygulanan baskı da onu tüm bu ritüellerin karşısında bir tutum almaya sevk etti.

Bir devletin, toplumun ve ne yazık ki yakın çevrenizin ve ailenin de dahil olduğu bir süreçle sizi yasınızdan mahrum etmesiyle, acınız ile cezalandırması ile nasıl baş edebilirsiniz ki? Bunu paramparça etmeden var olmaya nasıl devam edebilirsiniz? Zelxê, tam olarak bunu yaptı.

Neden helallik istemedi?

Ailesi bunu cemevinde nedenleriyle açıkladı: Zelxê’nin bu devletten alacaklı öldüğünü, bir evlat ve bir mezar alacağı olduğunu, bu nedenle de kimsenin ona helal edebileceği bir hakkının olduğunu kabul etmediklerini, kimseden helallik istemeyeceklerini söylediler. Bunu kabul etmeyen, en başta da Zelxê’nin kendisidir. Yaşarken kendisine verilmeyen gömme hakkını tarumar ederek gitti, diyebiliriz. Tarihine göre, adına göre, kendine göre uğurlandı. Bundan sonra dünyanın neresinde 95 yaşında inançsız bir kızılbaş görsem, bunun ayrıca korkunç bir öfke olduğunu düşüneceğim, çünkü aklıma anneannem gelecek.

Zelxê’nin Mine ile ilişkisi nasıldı?

Onun deyimiyle Mine, çocukları içinde en yumuşak tabiatlı ve şefkatli olanıydı; sevgisini gösterebileceği tek çocuğu oydu aslında. Mine’den daha fazla sahiplendiği veya desteklediği çocukları olsa da anne-çocuk ilişkisi içinde sevgi gösterdiği tek çocuğu Mine’ydi. Bunda Mine’nin en küçük çocuğu olmasının da etkisi olabilir. Bunun dışında çocuklarına karşı genellikle mesafeli bir kadındı ve “Sevdiklerimi hep kaybettim” derdi. Bu onun birini sevmesinde değilse de, sanırım o sevgiyi göstermesinde zorluklar yaratıyordu.

Zelxê’nin vasiyetini kızının ölümüyle yüzleştiğine yorabilir miyiz?

Anneannemin bu ölümle tam olarak yüzleştiğini söylemek kolay değil. En doğal hakkı olan evladı için yas tutma hakkının her fırsatta çiğnenmesi ile daha çok yüzleşti ve birçok tutumunda açığa çıkan öfkesi ve kırgınlığı da bundan dolayı idi. Zelxê’nin vasiyetini yerine getirmeye çalışan herkes için de bu ayrıca bir yüzleşme oldu. Zelxê, tabiri caizse bunu tokat gibi insanların yüzüne çarptı ve kaçmayı neredeyse imkansızlaştırdı. Vasiyetiyle herkesi bir yüzleşmeye mecbur bıraktığını söyleyebiliriz.

Kızının ölümü ile tam olarak yüzleşememesini bir örnekle daha anlatabilirim: Ben kızıma iki isim koydum ve biri teyzemin ismi “Mine”ydi. Zelxê, yaşamı boyunca torununa seslenirken bu ismi kullanmadı. Bundan da anlayabiliriz ki, bu kaybı kabullenmiş ya da onunla tam olarak yüzleşmiş değildi. O, hayatı boyunca Galatasaray Meydanı’nı hiç görmemiş bir Cumartesi Annesi’ydi. Cenazesinde Amed’te emanet edilmiş bir beyaz tülbent, tabutuna serildi. Yaşadıkları, Amed’ten Galatasaray Meydanı’na uzananların bir temsiliydi, denilebilir.

Emel Çelebi (Mine)  12 Ağustos 1992 yılında Ağrı’nın Hamur ilçesinde şehit düştü.

Peki ailesi, Zelxê’nin çevresindekiler bu yüzleşmeyi yapabildiler mi?

Geniş ailesinde dahi Zelxê’nin acısı ya Türkleşme refleksleri ya da kayıtsızlık dolayısıyla yok sayıldı. Zelxê’nin ölümünden sonra birçok insanın onun yaşadıklarını görmediğini de görmüş olduk. İnsanlar buna dair pişmanlıklarını paylaşmak için aradılar. Kendi kayıtsızlığına şaşırdığını söyleyen de fazlasıyla insan oldu. Bu tutuma kolaycılık mı yoksa geç kalınmış farkındalık mı denebileceğini bilmiyorum ancak bunda Zelxê’nin cenazesinin ve vasiyetinin çok etkisi olduğuna inanıyorum. O, öfkesini ve kırgınlığını görmekten kaçınan herkesin gözüne sokarcasına gitti.

Ailenin diğer fertlerinin bu yüzleşmeyi yapıp yapamadığını söylemek çok zor ama birçoğunun bazı soruları bir kere daha kendilerine sorduklarını düşünüyorum. Cenazesinde yapılan konuşmada şu cümle kuruldu: “Burada sadece Zelxê’yi değil, bu tabut içinde iki canı uğurluyoruz.” Bu da belki sorduğun sorunun cevabı olabilir: Zelxê’nin tabutunda hem kendisi hem de kızı Mine uğurlandı.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.