‘Hayaller ekerek umut topluyoruz’

Dosya Haberleri —

Dünya kadınları/ Foto:AFP

Dünya kadınları/ Foto:AFP

  • Filistin’den Afganistan’a kadar uzanan çatışmalardan etkilenen kadın ve kız çocuklarının sayısı yüzde 50 oranında arttı. Savaşlarda yaşamını yitiren her 10 sivilden dördü kadın üçü ise çocuk. İklim değişikliği, sağlık ve gıda krizi nedeniyle 2024 yılında 150 milyon kadın ve kız çocuğu insani yardıma ihtiyaç duydu.
  • Kadınları ezilen cins, sınıf ve sömürge olarak değerlendiriyorsak şayet o zaman Afganistan’da, Filistin’de, Rojava’da yahut Chiapas’taki kadınlara da aynı kalple, gözle bakmalıyız. Afganistan’da Taliban rejiminin baskısına rağmen cesaretle sokağa çıkan bir avuç kadının yaptığı eylemi de milyonlarca kadının sokağa döküldüğü kadın grevleri kadar değerli görmeliyiz.
  • Bu canavarın bizde yaratmak istediği çaresizlik duygusuyla direnişimizi etkisiz kılma çabasını görüyoruz. Ama böyle anlarda yönümüzü sizin mücadelenize çeviriyoruz.  İşte bizler de buradayız. Kız kardeşimiz, yoldaşımız Bety Carino’nun dediği gibi ‘hayaller ekerek umut topluyoruz’ diyerek sevgimizi, direniş ve isyan enerjimizi bu mektup aracılığıyla sizlere gönderiyoruz.

ZİLAN DİYAR

21. yüzyılın ilk çeyreğini geride bıraktık. Bu yıllara dair biz kadınların hatırlayacağı şeyler büyük umutlar, sevinçler, gerçek kıldığımız düşler olacak. Kadınların cesaret, umut ve yaratıcılıkta birbirini kıskandıran, etkileyen, dönüştüren ve bir kıvılcım çakar çakmaz tutuşan yangın gibi yayılan direnişleri olacak. Bu direnişler sadece yakın tarihte şahitlik ettiğimizden değil kapitalizm, devlet ve patriyarkanın sürekli ittifakına karşı yüzyılın akışını değiştirecek öneri ve iddiaya sahip olduğundan hatırlanacak. 

Hatırlamak istemediğimiz şeylere de şahitlik ediyoruz. Mesela toplumun militarizasyonunun güvenlik politikalarıyla cilalanmasına. Soykırım ve işgalin sınır güvenliği adı altında maskelenmesine. Silahlanma yarışının bir halkın varlık-yokluk sorunu adı altında meşrulaştırılmasına. Kapitalizm, ulus devlet ve patriyarkanın köklü ittifakı son kartını masaya sürüyor. Gündelik yaşamın her zerresine kadar nüfuz eden üçüncü dünya savaşı, gerçeğini olağan hale getirmek için tüm kavramların içini boşaltıyor. Halkların varlık savaşını terörizm olarak yaftalayanlar, soykırımı bir halkın kendini savunması olarak onaylıyor. Savaşın dehşeti canlı yayınlar ve sosyal medyayla bir aksiyon filmi tadında topluma yutturuluyor. Üçüncü dünya savaşı analistleri çoğalıyor. Hatta 'Eğer seçilmezsem üçüncü dünya savaşı çıkar’ diyen Trump gibi bu kartı açık oynayanlar da oluyor. 

Uzun vadeye yayılan bir savaş

Üçüncü dünya savaşına dair analizler hegemon güçlerin yüksek perdeden ilan etmesinden ve topluma kabullendirmesinden çok önce başladı. Önceki dünya savaşları gibi iki karşıt kutup üzerinden değil çoklu ve değişken ittifaklarla, fiziksel savaşlardan, vekalet savaşları ve kısa süreli çatışmalara kadar uzanan ve uzun vadeye yayılan bir savaş bu. Peki nasıl oldu da hegemonik güçler arasında otuz yıldır süren savaş, daha yoğunluklu ve şiddetli biçimde gündem oldu.

Yüzyılın ilk çeyreğine damgasına vuran kadın direnişleri yerine artık savaşın kadınlar açısından yakıcı sonuçları konuşuluyor. Bu, nedenleri ve sonuçlarıyla kadınları vuran bir savaş. BM Kadın Birimi’nin raporuna göre; Filistin’den Afganistan’a kadar uzanan çatışmalardan etkilenen kadın ve kız çocuklarının sayısı yüzde 50 oranında arttı. Savaşlarda yaşamını yitiren her 10 sivilden dördü kadın, üçü ise çocuk. İklim değişikliği, sağlık ve gıda krizi nedeniyle 2024 yılında 150 milyon kadın ve kız çocuğu insani yardıma ihtiyaç duydu. Bu sayının beş yıla kadar 236 milyona ulaşma riski var. 

 

Foto:AFP

Afganistan’da çıplak gerçek

Bu tablonun en kanayan yeri ise Afganistan. 15 Ağustos 2021’de yönetime gelen Taliban, İslam çerçevesinde kadınların eğitim ve çalışma hayatına dahil olacağını vaat etmişti. Ancak geçen üç yıl içinde kadınların üniversiteler ve kamu kurumları ve STK’larda çalışmaları, seyahat etmeleri, spor salonlarını kullanmalarına kadar her şey yasaklandı. Kısacası yaşamın her alanında varolmaları yasaklandı. 'Gender apartheid' kavramıyla tanımlanan bu uygulamaların faili olan Taliban yönetimi, BM’de yapılacak iklim konferansına katılıyor. Aynı salonda ortak tartışmalar yürütecekleri Avrupalı devletler ise Afgan kadınlara koşulsuz mülteci statüsü tanıyor. Üçüncü dünya savaşının çoklu ve değişken ittifakları var doğru. Kalıcı ve süreğen tek ittifak ise kadınların bedeni, yaşamı ve iradesi üzerinde kurulan tahakküm. 

İdam, istismar…

Savaşın merkezi ağırlık noktası olan Ortadoğu’ya gelince tablo yine kanatıyor. Filistin’de yaşanan soykırımda yaşamını yitiren 44 bine yakın kişinin yüzde 70’inden fazlasını kadınlar ve çocuklar oluşturuyor. Suriye nüfusunun yarısının yerinden edilmesine yol açan savaşta yaşamını yitiren 164 bin sivilin yüzde 24’ü kadın ve çocuk. Dünya Gıda Programı’nın verilerine göre gıda maddelerine erişim sorunu yaşayanların sayısı 12.9 milyon, açlık tehlikesinde olan nüfus ise 2.6 milyon. İran’da Jîna Amînî’nin katledilmesiyle başlayan Jin Jiyan Azadî serhildanlarında katledilen 675 kişiden 92’si kadın idi. Bu iradeyi korkuyu yayarak bastırmak isteyen İran rejimi, geçen yıl 22 kadını idam etti. 2024’ün başından bu yana idam edilen kadın sayısı ise 15. Kadınlar açısından son on yılın en yüksek rakamlarına ulaşılması, yine ülke genelinde Jin Jiyan Azadî serhildanlarından ötürü Werzişe Muradi ve Paxşan Azizi’ye idam cezası verilmesi bu iradeyi kırmanın bir yolu olarak devrede. Kamuya açık alanlarda gerçekleştirilen idamların 2022 yılına göre üç kart atması da bu politikanın açık bir göstergesi. Irak’ta evlilik yasasının 15’ten 9’a indirilmesi için yapılması düşünülen yasa değişikliği, Türkiye’de çocuk yaşta evlilik, çocuğa cinsel istismar, kadınların vahşice katledilmesi gündelik yaşamın bir rutini haline gelmiş durumda. 

 

Bu senaryoyu kadınlar bozabilir

Kadınlar hakikate sadece rakamları okuyarak ulaşamaz. Kadınları sadece savaşın kurbanı olarak tanımlamak yetmiyor. DAİŞ’in gerçekleştirdiği Êzîdî soykırımı, 9 Ocak 2013’te Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez ile başlayan bu suikastler sonucu Rojava, Bakur ve Güney Kürdistan’da 22 Kürt kadın öncünün katledilmesi. Binlerce kadın siyasetçinin esir alınması, gerillaya karşı kimyasal silahların kullanılması, eşbaşkanlık sisteminin gerekçe gösterilerek belediyelere kayyum atanması, Şengal’de, Rojava’da kadınların kurduğu sistemi hedef alan saldırılar ve çok daha fazlası. Bunlar sebep, sonuç, fail her ne olursa, kim olursa ve nerede olursa olsun bu savaşın hedefinde kadınların olduğunu tüm bedenimizle, ruhumuzla hissetmemize yetiyor. Ama bu tablo bizi ürkütmüyor aynı zamanda savaşa karşı direnişimizi nasıl örmemiz gerektiğini, ulus devlet, patriyarka ve kapitalizmin üçüncü dünya savaşı senaryosunu ancak kadınların bozabileceğini gösteriyor. 

Neler yapabiliriz?

Kadınlar düşünürken sıralama yapmaz. Mücadeleler arasındaki kesişimselliği görür ve bağlantı noktalarını yakalar. Çoklu çelişkilere ve saldırı biçimlerine çoklu, çeşitli ve iç içe geçmiş mücadelelerle cevap verir. Mücadele stratejisini belirlerken dönüştüren ve dönüşen, bütünlüklü ve akışkan bir yol izlerler. Bunu varoluşlarının bir gereği olarak görürler. Bu nedenle öncelik ve önem sıralamasına girmeden mevcut olanak ve avantajımızla neler yapabileceğimizi bakalım: 

* İtirazlarımızı daha yüksek sesle ve yaygınca dillendirmeliyiz. Topluma ulus devletinin çıkarlarına göre pozisyon belirlemek, taraf olmak yerine demokratik ulus, demokratik konfederalizm önerisini götürüp, uygulama olanaklarını genişletmeliyiz. Toplumun güvenliğini sağladığını iddia eden iktidar sahiplerinin kadınları sağlık, eğitim, barınma, beslenme gibi haklarından mahrum bırakıp sadece silahlanmaya yatırım yaptığını, kirli pazarlıklarını,  dilde ve yöntemde yeni biçimlerde süren politikalarını deşifre etmeliyiz. Üçüncü yol çözümünü daha geniş kesimlerle tartışmalıyız. Barış perspektifimizi oluşturacak çalışmalara, eylemselliklere ve örgütlülüğümüze anlatmalı, gerekirse yeni organizasyonlar ve insiyatifler geliştirmeliyiz. Ekim ayında Berlin’de yapılan ve başka ülkelerde de yapılması düşünülen konferans türü çalışmaları yaygınlaştırmalıyız. 

* Baş döndürücü bir hızla ilerleyen teknik gelişmelerin tüketen yanı var tartışmasız. Buna karşılık kadınlara birbirinden haberdar olma, etkileme, dönüştürme, harekete geçirme olanakları sunuyor. Bürokrasiye boğulmuş merkezlerin ağır ve bir o kadar toplumu dışında tutan karar mekanizmalarının aksine biz kadınların eylemleri ve topluma nüfuz edişi çok daha hızlı ve yaygın olabiliyor. Kürtaj protestoları, Me Too hareketi, Las Tesis protestoları, Rojava’da kadınların öz savunması, Jin Jiyan Azadî sloganının yayılmasını hatırlayalım. Herkesin kalbine kanı pompalayacak damara ulaşmak en büyük dayanağımız olabilir. Çağın iletişim, ulaşım ve teknik gelişmelerini kadınların lehine daha etkili kullanabiliriz. 

Foto:AFP

Aynı kalp ve gözle bakalım

* Evrensel çapta etki alanı olan eylem ve gelişmeleri yeterli görüp, yereldeki sorunları görmezden gelerek, kadın mücadelelerine dair genellemeler yapmak kazandırır mı? Yerel ve evrensel arasındaki dengeyi doğru kurmayı öğrenmeliyiz. Mücadeleyi tek bir merkezde yoğunlaştırmak yerine 'merkezlerin değişkenliği’ni esas almalıyız. Yani Asya’dan Abya Yala’ya, Afrika’dan Ortadoğu’ya kadın mücadelelerin ağırlık merkezi değişebilir. Biz bu değişkenliğe göre hareket etmeli, dayanışmanın ötesine geçerek kendimizi o mücadelenin sahibi ve parçası kılmalıyız. Kadınları ezilen cins, sınıf ve sömürge olarak değerlendiriyorsak şayet o zaman Afganistan’da, Filistin’de, Rojava’da yahut Chiapas’taki kadınlara da aynı kalp ve gözle bakmalıyız. Bir yerdeki direnişi kendimize yakın görüp güzellemeler yaparken, Afganistan’da Taliban rejiminin baskısına rağmen cesaretle sokağa çıkan bir avuç kadının yaptığı eylemi de milyonlarca kadının sokağa döküldüğü kadın grevleri kadar değerli görmeliyiz. Demem o ki dünya halklarından kadınların mücadelelerini tanımaya çalışırken zihnimizde önyargılardan oluşan dikenli telleri kaldırmalıyız. Kadın mücadeleleri arasındaki ortaklıkları içinde bulunduğumuz koşulların sınırlarına hapsetmek, benzeştirmek ve aşırı yorumlamak yerine her mücadeleyi kendi kavramları ve dinamikleriyle, kendi hakikatinden yola çıkarak tanımlamalıyız.  

Liberalizm tehlikesine karşı uyanık olalım

* Bu anlayışı oturtmaya çalışırken liberalizmin tehlikeli sularında yüzmemeliyiz. Bu riski sonuç aldığımız mücadele yöntemlerini birbirimize aktararak aşabiliriz. Kürt kadın hareketinin özgün örgütlenme, öz bilinç edinme, öz savunma vb konularda edindiği deneyim azımsanmayacak bir düzeyde. Kadın mücadelelerinin yaygınlaşması ve süreklileşmesi için elzem olan bu temel konularda daha ısrarlı olmalıyız. Zira bu konular sadece bizleri ileriye taşımadı hem Kürt kadın hareketinden beklentileri belirliyor hem de farklı kadın hareketlerinin temel bir ihtiyacı olarak öne çıkıyor. Özü bozmadan bu zeminin farklı formlarda gelişmesi için daha teşvik edici olmalıyız. 

Foto:AFP

İdeolojik çarpıtmalara karşı mücadele

* Kapitalist modernite güçleri 21. yüzyılın ilk çeyreğine damgasını vuran kadın mücadelelerini, bilinç çarpıtması üzerine kurduğu politika üzerinden etkisizleştirmeye çalışıyor. İki yöntem izliyor. Birincisi feminist politika adı altında kadına sistem içinde yer açma, sistem içileştirme (bunu geçmişte akademia içinde de uyguladı) ikincisi kadın mücadeleleri içindeki perspektif farklılıklarını ayrıştırma ve kutuplaştırmanın bir aracı haline getirme. Ataerkilin gündelik yaşamda kadınları nefessiz bırakan görünür saldırıları kadar sinsice ve özel savaş yöntemleriyle devreye koyduğu bu ideolojik çarpıtmalarına karşı da aynı kararlılıkta ve radikallikte mücadele etmeliyiz. Bilgi, pratik, deneyim döngüsü içinde ilerlemeliyiz. Zira pratikleşmeyen düşünce, çürümeye ve liberalizme, düşünceden kopuk pratik ise dogmatizme ve tekrara kapılarını açmış olur. 

Mevcut tablo korkunç olsa da değiştirme potansiyeli her zaman canlı. Bu potansiyeli harekete geçirmenin ve güçlendirmenin bir yolu var. Dünya Demokratik Kadın Konfederalizmi (DDKK) en gerçekçi, en olası ve en kalıcı çözüm olarak önümüzde duruyor. Bu önerinin tüm kadın mücadelelerine hitap edebilecek biçimde yaygınca tartışılması önemli. Bu tartışma sürecini bir sözleşmeye taraf olmak ya da imza atmak biçiminde ele almamalıyız. DDKK, yerelden evrensele doğru ilerleyen, ilerlerken sabit kalmayıp dönüşen ve dönüşüme uğratan, cesaretli, iddialı ve bir o kadar sabırlı olmayı gerektiren bir örme işidir. Ne her şeyi sil baştan ele alan ne de varolanla yetinen bir pratiktir. Bugüne kadar dünya kadınlarının biriktirdiği mücadele deneyimini ileriye taşıyan bir mücadele aracı hatta bir yaşam biçimidir. Toplum kırım/ kadın kırımına karşı koyma irademizi, potansiyelimizi, ideolojik dayanaklarımızı ve deneyimlerimizi kendimize dayanak yaparak bu isimde ve formda politika yapmak istiyoruz. 

Pratiğimizi bu sözler belirlesin

Bu yazıyı kaleme aldığım esnada Meksiko City, Veracruz, Guadalajara, Pueblo Oxaca, Morelos eyaletlerinde bulunan yerel halkların Rebêr Apo ile yapılan görüşme sonrası yayınladıkları mesaj elimize ulaştı. Mesajdan bir bölümü aktarayım. Pratiğimizin rotasını ise bu sözler belirlesin: 

Aynı bin başlı canavar (hidra) dünyanın her yerinde bizi takip ediyor. Ama bizi yok etmeye gücü yetmez. Rojava’da, Chiapas’ta ve daha birçok yerde gözlerimizi yaşartan tüm acılar için çok öfkeliyiz. Yaşadığımız bütün felaketlerin kaynağının bu kahrolası ataerkil kapitalist sistem olduğunu biliyoruz. Bu canavarın bizde yaratmak istediği çaresizlik duygusuyla direnişimizi etkisiz kılma çabasını görüyoruz. Ama böyle anlarda yönümüzü sizin mücadelenize çeviriyoruz. 

İşte bizler de buradayız. Kız kardeşimiz, yoldaşımız Bety Carino’nun [2010 yılında Meksika’da katledilen bir kadın öncü] dediği gibi ‘hayaller ekerek umut topluyoruz’ diyerek sevgimizi, direniş ve isyan enerjimizi bu mektup aracılığıyla sizlere gönderiyoruz.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.