'Söz verdi, alnını öptüm'

Dosya Haberleri —

Sinan Cemgil Kahraman ve Şengê Kahraman

Sinan Cemgil Kahraman ve Şengê Kahraman

  • Üç gün sonra gideceğini söyledi. Ellerimi boynunda kavuşturdum. ‘Gözlerime iyi bak. Sen bir karar verdin katıldın, biz de seni destekledik. Bana bir söz vereceksin, sonuna kadar bu kararlılıkla yürüyeceksin’ dedim. Söz verdi. Alnını öptüm. ‘Önderlik Sahası’nda görüşeceğiz’ dedim. Orada ayrıldık.

REWŞAN DENİZ

Şengê Kahraman, Eylül 1950’de Elâzığ’da doğar. Kendisinden sonraki kardeşiyle aralarında çok yaş farkı olmadığı için Dersim’deki nenesinin yanına verilir. Biraz büyüyüp şehre gönderildiğinde ağlayıp her defasında köye döner. Köyüne ve onu büyüten nenesine çok bağlıdır. Tarihini, kültürünü, Dersim Soykırımı’nı yaşayan nenesinden öğrenir.

Genç bir kadın olduğunda akrabası Hozan Cömert ile evlendirilir. İlk çocuğu on sekiz yaşına gelinceye kadar her yıl düzenli olarak yaz mevsiminde köye giderler.

“Evliliğimde hep evdeydim. Dışarı hiç çıkamıyordum. Eşim bırakmıyordu. Babası Kuran kursuna yollamış. 15-16 yaşında Dersim’de babamın yanına geldi. Onun yanında çalışmaya başladı. Orada Alevi olduğunu öğrendi. Biz evlendik. Elazığ’a yerleştik.”

Eşi DEV-YOL sempatizanı ve milisidir. Çocukların üçü de Elâzığ’da doğar. Maddi durumları iyi olmadığı için on beş yıl eşinin ailesi ile oturur, onun kardeşlerini de büyütür. Siyasi faaliyetlerinden dolayı polis baskısı başlayınca eşinin yurt dışına çıkması kaçınılmaz olur.

 

Şengê Kahraman

 

Kadınlar için üzülüyordum

“Dokuz ay sonra kaçak yollarla ben geldim. Cömert daha oturum almamıştı. Altı ay sonra Taylan’ı getirdik. Bir sene sonra büyük oğlum geldi. Sinan okula gidiyordu. İki yıl sonra okulu bitince o da geldi. Üniversiteyi burada okumak istiyordu.

Ben Elâzığ’dayken DEV-YOL’cular gelip gidiyordu, ama onlarla bir etkileşimim olmadı. Eşim beni hep odama gönderiyordu. Televizyonda radyoda duyuyordum Apocuların olduğunu. Kadınların da bu hareket içinde yer aldığını. Yirmi dört saat içerideydim. Sadece ev işi ve çocuklarla uğraşıyordum. Kadınların başka bir yaşamı olmadığını düşünüp üzülüyordum. Bir tek gün yaşamım da olsa devrimci yaşamım olsun diyordum. Başka bir özentim olmadı. Mal mülk peşinde değildim. Avrupa’ya geldiğimizde diğer siyasi hareketler erimiş, Kürt hareketinden başka bir oluşum yoktu. Eşim, ‘Ben DEV-YOL’a yirmi yılımı verdim. Siz Kürt hareketini destekleyin, benim gibi yapmayın’ dedi.”

İlk temas

Eşi DEV-YOL sempatizanı olsa da Kürt hareketine de sempati duymaya başlar. Şengê Ana gelir gelmez yürüyüşlere, etkinliklere katılır. Hozan Cömert, DEV-YOL etkinliklerine katılmaya devam eder. Evin duvarlarının yarısı DEV-YOL flamaları, resimleriyle diğer yarısı Kürt özgürlük hareketinin sembolleriyle doludur.

“Yeni gelmişiz. Ausburg’da bir eve geçmiştik. Cömert’in bir konserine katıldım. Baktım Kürtçe söylüyor, ama pantolon gömlek giymiş. Bizimkiler şal û şepik giyiyordu. Gittim bir top kumaş aldım. Cömert’e şal û şepik diktim. Kürtçe stranlar söyleyince bunları giy dedim. Giyip sahneye çıktı. Herkes de çok beğendi. O sıralarda Sozdar heval ve Veli heval çevredeki iltica yurtlarında toplantılar düzenlemeye başladı. Ben de katılıyordum.”

Bir gün Veli eve gelir. 7 Mart’tır. Hozan Cömert’i kendi saflarına davet eder. O arada ertesi gün Nürnberg’e gideceğini, 8 Mart etkinliğinin olduğunu söyler. ‘Şengê heval de gelsin’ der.

O 8 Mart...

“Yıllarca beni evde tutmuş. İzin vereceğini hiç sanmıyorum. Öyle durup yüzüne baktım. ‘Tabii tabii gelebilir’ dedi. Şaştım kaldım. ‘Niye öyle bakıyorsun? Gidebilirsin tabii’ dedi. Ben hiç dışarı gitmemişim. On gün aç kalsam bakkala başkasını gönderirdim. Çeşmeye bile gidemezdim. Beş yıl babamgile gidemedim. Öyle kıskançtı.

O gece hiç uyumadım. Sevinçten uçuyorum. 8 Mart’a gideceğim. İstiyorum ki devrimle, devrimcilerle tanışayım. Sabah kalktım. Taylan’ı da aldım. Veli arkadaşla Nürnberg’e gittik. Kadınlar önce YJWK (Yêkitiyê Jînên Welatparezê Kurdistan-Kurdistan Yurtsever Kadınlar Birliği) kuruluş toplantısı yaptı. Ardından kısa bir müzik dinletisi yapıldı, şiirler okundu. Toplam on beş kadın ya vardı ya da yoktu. Mazlum Doğan’ın ablası Nezaket de oradaydı. O ile Cömert, Kuran kursunda tanışıyormuş. Geldi yanımda oturdu. Bana yardımcı oldu. Yönetim seçilecek. Ben de parmak kaldırdım. ‘Heval niye el kaldırıyorsun?’ diye sordu. ‘Onlar niye kaldırıyorsa ben de ondan kaldırıyorum. Bir şeyler yapmak, bir yerlere girmek istiyorum’ dedim. Güldü. ‘Ne kadar heyecanlısın’ dedi, ‘Yakında on günlük bir eğitim var. Oraya katıl sonra istediğin yere seçilirsin’ diye konuştu. ‘Tamam’ dedim.”

O gün çıkıp birlikte Şengê’nin evine giderler. Nezaket ile Cömert eski günleri yad ederler. ‘Bir ay sonra eğitim var. Gider misin?’ diye sorar Nezaket, Şengê’ye.

“Tabii dedim, ama Cömert bırakır mı bırakmaz mı belli değil. Gelince söyledim. O da, okul görmemiş bari biraz kendisini geliştirir düşüncesiyle ‘Tabii tabii çok iyi olur’ dedi. Ben sevinçten uçtum. Yirmi kadın vardı. Yurtsever hepsi. Kürdistan tarihi üzerine eğitim gördük. Zaten Dersim tarihini o kadar iyi biliyorum ki, çok etkilendim. Eğitim bitince ‘Hangi çalışma varsa girecem’ dedim. ‘Biz sana haber veririz’ dediler. O gün bu gündür o heyecanla çalışmalardayım. Hiç yorulmadan o kurumdan o kuruma koşturup durdum.

 

Sinan Cemgil Kahraman

 

On sekizinde Sinan...

O süreçte Sinan gelir. Kürt hareketiyle tanışıp gençlik kampına katılır. Kamptan geldikten sonra temel eğitime gider. Geldiğinde Kürt Özgürlük Hareketi’ne katılmak istediğini bildirir. Henüz on sekiz yaşındadır.

“Babası ‘hani sen okumak istiyordun?’ dedi, ama ben çok sevindim. Arkadaşları tanıdım. Toplantılara katılıyorum. Seviniyordum oğlum mücadeleye katılacak. Babası aldı karşısına anlattı. ‘Devrimde ölüm var, yaralanma var, açlık, susuzluk, zorluklar var. Bunlara katlanabilecek misin? Git geri gel, başımızı önümüze eğ onu da istemiyorum’ diye konuştu. O da güldü. ‘Hepsini biliyorum heval’ dedi. Cömert de gülümsedi, başarılar diledi.”

Gitme zamanı babası onu arabasıyla istediği yere bırakır. Dört yıl kadar Serxwebûn’da çalışır. O sırada tüberküloz olur. İki aya yakın tedavi görür. Biraz iyileşince çalışmasına devam eder. Basın çalışmasından sonra İsviçre’ye geçer.

 

 

Sinan’a moral gecesi yaptım

“Özgür Politika gazetesi açılınca oraya geldi. Selçuk arkadaşla birlikte kurucularındandı. Çok çalışıyordu. Hep uykusuzdu. Bir gün o kadar uykusuzmuş ki kazağını ters giyinip gitmiş gazeteye. Hareketleri, sakarlığı bana çok benziyordu. Benim gibi yerinde durmuyordu. Hep bir şeyler yapmak istiyordu. Özgür Politika’da bir buçuk yıl çalıştı. Eve gelirdi bürokratik işleri için. Bir gün evde yatmazdı. ‘Kimse yok’ deyip koştura koştura dönerdi.

Sinan bir gün ‘Gidiyorum’ dedi. ‘Öyle olmaz. Sana bir moral gecesi yapmak istiyorum’ dedim. Derneğe haber verdim. Dört müzik grubu çağırdık. Kendi ellerimle yemekler, tatlılar yaptım. Son olarak biz sahneye çıktık. ‘Biz bu yola baş koymuşuz/ bu yolda dönüş yok bize” stranını birlikte söyledik.

Ertesi gün Sinan’la istasyona gittik. Üç gün sonra gideceğini söyledi. Ona onu yolculamak istediğimi söyledim. Ne olur ne olmaz, belki kabul etmezler diye düşündüm. Ellerimi boynunda kavuşturdum. ‘Gözlerime iyi bak. Sen bir karar verdin katıldın, biz de seni destekledik. Bana bir söz vereceksin, sonuna kadar bu kararlılıkla yürüyeceksin’ dedim. Söz verdi. Alnını öptüm. ‘Önderlik Sahası’nda görüşeceğiz’ dedim. Orada ayrıldık.’’

 

Başkan beni çağırdı. Beni ortalarına aldılar. Fotoğraf çektirdik. ‘Bir ana-oğul romanı yazın, üzerine de bu fotoğrafı koyun’ dedi.

 

Başkan’a mektup...

Sinan annesinin önceden ne yaşadığını gördüğü için onu çok destekler. Eve geldiğinde ona rapor yazmayı öğretir, siyasi konularda eğitir.

“Yola çıkmadan ‘Başkan’a söyle ben de geleceğim’ dedim. ‘Mektup yaz, ben veririm’ dedi. Dedim ben ne bilirim yazmayı?  ‘Sen yaz, Başkan anlar’ dedi. Geçip yazdım. Sonuna da yazdım ki, ‘Neyse başınızı ağrıtmayayım. Oraya geldiğimde konuşuruz.’

Gitti, iki gün sonra geldi. O gece kaldı. Sonra onu kendim yolculadım. Mektubumu Başkan’a vermiş. Yedi ay sonra da ben gittim. Sarıldı, kucakladı, beni çok özlediğini söyledi. Herkese ‘annem, yoldaşım, hocam’ diye tanıtıyordu. O kadar mutluydu ki. Ben de çok mutluyum. Onları hiçbir gün yalnız bırakmadım. Aynı düşünceleri paylaştım.”

Saçlarını ne kes ne de boya...

Kürt Halk Önderi Öcalan bir gün “Sinan, Dersim kadını çok cesaretli. Annen de senden ve babandan daha cesur” diye konuşur. Öcalan’ın yanından ayrılınca annesini kucaklar. “Her yerde senin gölgende kalıyorum” der. Parmaklarını öper. Hiç boyamadığı uzun gri saçlarıyla oynar. “Böyle sana çok yakışıyor. Ne boya ne de kes” der.

 

 

Keşke sarıp öpseymişim...

Son görüşmelerinde Sinan başka bir alana gidecektir. Kimsenin ailesi yanında yoktur. Diğer arkadaşlarıyla nasıl vedalaşırsa Sinan’la da öyle vedalaşır.

“Onları nasıl öptümse Sinan’ı da öyle öptüm. O an bile onları düşündüm. İşte o içimde kaldı. Sarılıp doyasıya sıkmadım. Keşke sımsıkı sarıp öpseymişim.

‘Git Dersim’in intikamını al’ dedim. Başkan bana baktı. ‘Sadece Dersim’in intikamı mı?’ diye sordu. ‘Başkanım önce Dersim’in sonra Kürdistan’ın’ deyince güldü. ‘Anneni dinle. O nasıl istiyorsa öyle yap’ dedi. Beni çağırdı. Ortalarına aldılar. Fotoğraf çektirdik. ‘Bir ana-oğul romanı yazın, üzerine de bu fotoğrafı koyun’ dedi.

Başkan’dan ayrıldığında ağladı. Koşarak gidip arabaya bindi. Gidip ellerini tuttum. Espri yapıp moral verdim. Güldü ve gitti.”

Meğer şehit düşmüş...

Önderlik Sahası’ndan Rojava’ya geçer. Sinan gideli beş ay olmuştur. Kendisini çalışmalara verir.

“Bir gün kadınlarla toplantı yaptım. Mücadeleyi, şehadetleri anlatıyorum. ‘Benim oğlum yeni gitti. Belki de şehit düştü’ dedim. Meğer şehit düşmüş, ama ben sonradan duydum.

Toplantı bitti. Bana telefon olduğunu söylediler. Koşarak gittim. Taylan’a bir şey mi oldu diye düşündüm. Koştuğumu düşünüyorum, ama ayaklarım o kadar ağırlaşmış ki adım atamıyorum. Kendimi zor bela o eve attım. Kalbim güm güm atıyor. Telefon çaldı aldım. Kardeşim çıktı. ‘Abla neredesin? Ne yapıyorsun? Gelmiyor musun?’ diye peş peşe sordu. ‘Niye gelmiyorsun? Ne zaman geleceksin?’ diye üst üste sorunca ‘Niye? Ne oldu? Bir şey mi var?’ dedim. Telefon kesildi.

Tekrar aradılar. ‘Taylan’a bir şey mi oldu?’ diye sordum. Taylan kendisini günlerce hazırlamış. Kendisini yakanların mektuplarını toplayıp baş ucuna koymuş. Sabah kalkıp hastaneden çıkıp eve gelecek. Hastaneden çıktığında gazete alıyor. Bakıyor, Sinan şehit düşmüş.

Taylan zaten hazır, eylem yapacak sadece son bir kıvılcım kalmış. Haberi görünce yengesini arıyor. Ağlayarak Sinan’ın şehit düştüğünü söylüyor. ‘Gidin gazete alın’ diyor. Büyük oğlum da haberi alınca kendisini kaybediyor. Herkes onun başına toplanıyor. Taylan’ı unutuyorlar. Taylan tekrar arıyor. Yengesine ‘Abimi ver onunla konuşayım. Ben Sinan’ın yanına gidiyorum’ diyor. Kimse anlamıyor. Herkes büyük oğlumun derdine düşmüş. Kardeşim Frankfurt’ta haberi duyunca geliyor. ‘Gidin Taylan’ı getirin’ diyor. Yolda her yeri arıyor, ama kimse cevap vermiyor. Taylan da o sırada gidip eylemini gerçekleştiriyor.

 

 

İçim dolu, ama ağlayamadım...

‘Taylan’a bir şey mi oldu?’ dedim. Kardeşim ‘He’ dedi, ‘Taylan kendini yakmış.’ Yaşıyor mu şehit mi düştü diye soracam, ama dilim bir türlü dönmüyor. ‘Çok mu ağır?’ dedim. ‘Biraz ağır’ dedi. Arkadan sesler geliyor. O diyor sen söyle diğeri diyor sen söyle. Söyleyemiyorlar.

Bizim bir akraba var. Telefonu aldı. ‘Bunlar sana söylemiyor. Ben söyleyeyim. Sinan dağda şehit düşmüş Taylan da burada’ dedi. Telefonu kapattım. Hiçbir şey duymak istemedim. Tekrar aradılar. ‘İkisi şehit düşmüş. Gelemiyor musun? Taylan’ı ne yapacağız?’ dediler. ‘Lütfen kapatın’ dedim. On kere aradılar. Bilmiyorum ne yapayım.

Yıllarca ağlayamadım...

Bir iki dakika sonra elimi dizlerime vurdum. Ev sahibi ‘ne oldu?’ diye sordu. ‘Oğlum kendini yakmış’ dedim. Sinan’ı düşünmek istemiyorum. Sadece Taylan’ı düşünüyorum. Heval Zelal oradaydı. Onu çağırttım. Zelal’a sarıldım. ‘Taylan kendisini yakmış’ deyip ağladım. Birkaç saniye sürdü. Bir daha da yıllarca ağlayamadım. ‘Sinan da şehit değil mi?’ diye sordum. ‘Evet’ dedi. Ağlayamıyorum. İçim dolu, ama donup kalmışım. İnsanlara bakıp duruyorum. Cömert’i aradım.

Sonra büyük oğlumu aradım. 'Kardeşlerini seviyorsan, gerçekten bu mücadeleye değer veriyorsan gelen giden misafirlerle ilgilen. Ben iyiyim. Biz onların anısına bağlı kalacağız' dedim. Ona güç vermeye çalıştım. (Derin bir of çekiyor. Bir süre susuyor.) Taylan’ı ülkeye götürmelerini istedim. Elâzığ’a gömdüler. İki yıl sonra kendi köyümüze aldırdık.

Sinan’ın da mezarı yok. Bir gün arkadaşlarla oturmuşlar. Dut silkelemişler. Bir kadın arkadaşın saçlarına dut düşmüş. Espriyle ‘saçlarım kirlendi’ demiş. Sinan da ‘doğanın nimeti’ demiş. ‘Ben istiyorum ki şehit düştüğümde beni gömmesinler’ diye konuşmuş. Öyle bir bestesi var. ‘Üstüme toprak konmasın/ kefen beni sarmasın” diye...

Anısına saygıyla...

 

* * *

Sinan Cemgil Kahraman

Dersimli bir ailenin ikinci çocuğu olarak Elâzığ’da doğdu. Avrupa’da özgür basın çalışmaları yürüttü. Gazetemiz Yeni Özgür Politika’nın kuruluşunda yer aldı. Daha sonra yönünü dağa çeviren Kahraman 14 Eylül 1998 günü yaşanan bir çatışmada 27 arkadaşıyla birlikte ölümsüzleşti.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.