9 Ekim’de hukuksuzluğu tüm topluma anlatacağız
Dosya Haberleri —
- Oluç, AKP iktidarının Öcalan üzerinden sistemleştirdiği hukuksuzluğa dikkat çekerek, “Meclisteki partilerin yapması gereken hukukun bu konuda işlemesini sağlamak. Özel hukuk yaratmak değil tam tersine var olan hukuk işlerse zaten tecridin ve iletişimsizlik halinin sona ermesi gerekiyor” diye vurguladı.
- Muhalefet partilerinin konu Kürt halkı ve Öcalan olunca, iktidara göz yumduğuna dikkat çeken Oluç, “HDP’ye ya da Kürtlere yapıldığı hesabı içine giren ‘bana dokunmuyor’ diye düşünen siyasi partiler var. Halbuki öyle değil… 9 Ekim Komplosu’nun yıl dönümü geliyor ve bu tarihte de bu yapılan hukuksuzlukları bir kez daha topluma anlatacağız” dedi.
- AKP’nin 41 yıllık darbe anayasasına ilişkin teferruat kabul edilebilecek değişiklikler yaptığına dikkat çeken Saruhan Oluç: “Ülkedeki politik iklime baktığımızda demokrasiyle, hukukun üstünlüğüyle, evrensel hakların kullanımıyla alakası olmayan bir dönemden geçtiğimizi görüyoruz. Bu koşullarda sağlıklı bir anayasa tartışması yapmak neredeyse imkansız.”
ERDOĞAN ALAYUMAT/İSTANBUL
Kurdistan ve Türkiye'de insan hakkı ihlalleri artarken hukuk iktidar tarafından askıya alınmış durumda. Geçtiğimiz hafta Meclis 28. Dönem 2. Yasama yılı Genel Kurul'un toplanmasıyla başlarken, Türk Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın açılışta yaptığı konuşmada yeni Anayasa'ya dair sözleri ciddiye alınmadı. Yerel seçimlerden önce Erdoğan’ın bu çıkışına muhalefetin tepkisi gecikmezken mevcut Anayasa'yı çiğneyen iktidarla yeni bir Anayasa'nın yapılamayacağı vurgusu öne çıktı. Kürtler ve demokratlar için Meclis’in açılışı Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a uygulanan ağır tecridin ve 9 Ekim Komplosu'nun yıl dönümü gölgesinde yapıldı. Abdullah Öcalan'dan 31 ayı aşkın süredir haber alınamazken, avukatların ve ailelerin yaptığı tüm görüşme başvuruları ise sonuçsuz kalıyor. Yeşil Sol Parti Meclis Gurup Başkan Vekili Saruhan Oluç'la, Abdullah Öcalan üzerinde devam eden tecridi, 31 aylık mutlak iletişimsizlik halini, Kürt sorununda gelinen aşamayı, Anayasa tartışmalarını ve önümüzdeki yerel seçim gündemini konuştuk.
Kürt sorununun demokratik çözümü ve tecridin son bulması için Meclis'in açıldığı gün TBMM’yi sorumluluklarına sahip çıkmaya çağırdınız. Bu çağrıyı tam da 9 Ekim Komplosu'na sayılı günler kala yaptınız. Meclis'in mevcut aritmetiğine bakıldığında sizce Meclis bir sorumluluk alabilir mi, alırsa da ne gibi adımlar atabilir?
Tecrit konusunu daha önce de Meclis'te dile getirmiştik. Meclis'te bulunan tüm siyasi partilerin hukuka sahip çıkmaları gerekiyor. Var olan tecrit durumuna baktığımızda bunu hem insanlık dışı hem de hukuk dışı bir uygulama olarak görüyoruz. 30 ayı aşkın bir süre oldu ve ne avukatlar ne de aile görüşleri yaptırılmıyor. Mutlak bir iletişimsizlik söz konusu. Bu zaten hukuka ve insan haklarına aykırı bir durum. Türkiye’nin imzalamış olduğu uluslararası anlaşmalara da aykırı bir uygulama. Meclis'teki partilerin hukukun bu konuda işlemesini sağlaması gerekiyor. Özel hukuk yaratmak değil tam tersine var olan hukuk işlerse tecridin ve iletişimsizlik halinin zaten sona ermesi gerekiyor. Bizim söylediğimiz hep bu. Bunu da esas yapacak yer yürütmedir. Yani bugün ki iktidardır. İktidarın bu anlamda adım atması gerekiyor ve mutlak iletişimsizlik ve tecrit halini ortadan kaldırması gerekiyor.
Toplumun bir kesimi ve belli muhalefet çevreleri şunu düşünüyor. Muhalefet açısından bakıldığında, bu ihlaller ve hukuksuzluk halinin HDP’ye ya da Kürtlere yapıldığı hesabı içine giren ‘bana dokunmuyor’ diye düşünen ve bunun için de çok fazla gündemine almayan siyasi partiler var. Halbuki öyle değil. Eğer ülkenin bir yerinde bir hukuksuzluk ve adaletsizlik yaşanıyorsa bu bugün Kürt halkına yönelik olabilir, İmralı’da Sayın Öcalan’a yönelik olabilir ya da kayyum atamalarında olduğu gibi HDP’li belediyelere dönük olabilir ama siz bu hukuksuzluğa karşı bir bayrak açmadığınız zaman yarın bu hukuksuzlukların hepsi size karşıda uygulanmaya başlanır.’ Kimse şunu düşünmesin ‘bu sadece Kürt halkına yapılan bir hukuksuzluk’ öyle değil toplumun bütününe yönelik her türlü hukuksuzluk ve adaletsizliğin de önünü açan adımlar oluyor. Biz bunu kayyumlarda ve tecrit uygulamasında da gördük. Nerede bir hukuksuzluk varsa onun üstüne herkesin birlikte gitmesi gerekiyor. Bu yapılmadığı için iktidar bundan cesaret alıyor ve bu hukuksuz uygulamalarını sürdürüyor.
9 Ekim Komplosu'nun yıl dönümü geliyor ve bu tarihte de bu yapılan hukuksuzlukları bir kez daha topluma anlatacağız. Bu konudaki hassasiyetimizi, hukuk ve insan hakları mücadelemizi sürdüreceğimizi bir kez daha vurgulayacağız. Mesele bir hak ihlali ve hukuk meselesi ama bunun ötesinde başka bir ihlal daha var. O da Kürt sorununun demokratik barışçıl çözümü için Sayın Öcalan’ın önemli bir aktör olduğu gerçeğidir, bu asla unutulmamalıdır. Demokratik ve barışçıl çözüm açısından onun önerileri, tutumu, özelikle de 2013-2015 aralığında ki tutumu, 28 Şubat Dolmabahçe mutabakatına kadar ilerleyen süreçteki tutumu, son derece önemlidir. Oynadığı rolün gerçekten Türkiye’de toplumsal uzlaşmanın ve toplumsal barışın gerçekleşmesi açısından büyük bir önem taşıdığını herkes gördü. Biz de buna dikkat çekiyoruz.
15 Ekim’de yapılacak kongreden sonra Kürt sorununun demokratik çözümü ve İmralı tecridi konularında kampanya başlatacaksınız. Kampanyanın eylem takviminde neler olacak?
Kongreden sonra yeni yönetim bunları daha detaylandıracak. Bu anlamda genel bir mutabakatımız var. Ancak detaylı olarak hangi adımlar atılacak, hangi etkinlikler yapılacak bunları 15 Ekim’de seçilecek yeni parti yönetimimiz masaya koyup somutlaştıracak. Genel kanaatimiz, Kürt sorununun demokratik barışçıl çözümü için elimizden gelen her türlü şeyi hem fikri anlamda hem de tartışmalar ve değerlendirmeler anlamında ortaya koyacağız. Ancak bu kampanyanın eylemselliği açısından bakıldığında yeni yönetimin bu konuları daha somut hale getireceğini söyleye bilirim.
Meclis'in açılışında konuşan Erdoğan ağırlıklı olarak yeni Anayasa vurgusu yaptı. Öte yandan toplum faydasına olan her şey iktidar tarafından hukukun dışına itiliyor. 1982 Anayasası’nı dahi geride bırakan uygulamalar varken, iktidar gerçekten toplumdan yana ve demokratik bir Anayasa yapmak istiyor mu?
41 yıldır 12 Eylül anayasasında köklü bir değişim yapılamadı. AKP döneminde ufak tefek madde değişiklikleri yapıldı ama sonuç itibariyle askeri darbe anayasasının ruhu ve esas gövdesi değişmedi. Eğer Türkiye’de cumhuriyetin ikinci yüzyılına girerken bir demokratik cumhuriyet mücadelesi verilecekse Anayasa'nın değişmesi gerekiyor. Herkes bir sivil Anayasa olması gerektiğine vurgu yapıyor. Anayasa elbette sivil olmalı. Ama zaten Meclis sivil Anayasa dışında bir Anayasa tartışamaz. Asıl önemli olan şey demokratik, özgürlükçü ve eşitlikçi bir Anayasa olacak mı, olmayacak mı? Anayasa tartışmalarında esas olan bu. Ülkedeki politik iklime baktığımızda demokrasiyle, hukukun üstünlüğüyle, evrensel hakların kullanımıyla alakası olmayan bir dönemden geçtiğimizi görüyoruz. Bu koşullarda sağlıklı bir anayasa tartışması yapmak neredeyse imkansız. Ayrıca, gerçekten sağlıklı bir Anayasa tartışması Meclis'le sınırlı olmamalı. Hem Meclis içinde hem Meclis dışında toplumun da bunu tartışabilmesi lazım. O zaman demokratik bir tartışma ortamının sağlanması gerekiyor. Bizim Anayasa tartışmasında önemli gördüğümüz noktalar var. Kimlik ve kültür haklarının tanınmasıyla ilgili çeşitli değişikliklere ihtiyaç var. Bunlardan bir tanesi; Türkiye’deki kimlikler, anadiller, kültürler, inançlar gibi bütün farklılıkların eşit ve özgür olduğunun esas itibariyle vurgulayan bir anayasa olması gerektiği. İkincisi; farklılıkların hepsinin saygın olduğu ve birbirine saygı göstermesi gerektiğinin altını çizen ve bunu garanti altına alan bir Anayasa olması gerektiği. Üçüncüsü; anadilde eğitimin yasak olmaktan çıkarılması gerekiyor. Tabii, tüm bunlarla sınırlı olmayan çok daha kapsamlı bir sistem tartışmasına da ihtiyaç var. Fakat iktidar yeni Anayasa tartışmasını sadece ufak tefek birkaç düzeltme olarak ele alacaksa oradan sağlıklı bir sonuç çıkmaz.
Meclis'in açılmasına birkaç gün kala Gezi davasında verilen cezalar onandı. Bunun dışında HDP'yi kapatma davası ve Kobanê davası ise hala devam ediyor. Hukukun bir bütün olarak askıya alındığı bir ülkede iktidarın yeni bir Anayasa önerisinin altında ne yatıyor?
İktidar sonuç olarak kendi pozisyonunu güçlendirecek adımları kendi içinde tartışıyordur. Ama bunun toplum tarafından görülmesi lazım. İktidara ‘Siz zaten kötü niyetlisiniz’ diyerek bunun topluma gösterilebileceğinden emin değiliz biz. Biz, bu tartışmanın demokratik bir ortamda yapılması gerektiğini söylemeli ve kendi taleplerimizi dile getirmeliyiz. Yani kimse görüşlerini açıkladığı için gözaltına alınıp tutuklanmamalı, susturulmamalı. Eğer demokratik bir ortamda tartışılmazsa demokratik bir anayasanın ortaya çıkması imkansız. Yeni bir toplumsal sözleşme tartışılacaksa o zaman hukukun üstünlüğü öne çıkmalıdır; şu anda var olan adaletsizlikler ve evrensel hukuk ilkelerinin ihlali, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarının uygulanmaması gibi durumların ortadan kalkması lazım.
İktidarın bu tutumundan vazgeçerek evrensel demokratik hukuk ilkelerine riayet etmeye başlaması lazım. Ancak bu koşullarda yeni Anayasa tartışılabilir ve bunlar olmasa o tartışma gerçekçi olmaz. Bir taraftan ‘Sivil toplum kuruluşlarını, akademisyenleri bu tartışmaya katacağım’ deyip ki Erdoğan Meclis açılış konuşmasına bunu söyledi ama diğer taraftan bir akademisyeni kendisini eleştirdi diye evine baskın yapıp tutuklatacaksınız; böyle olur mu? Olmaz. O nedenle bu ortam değişmediği sürece Anayasa tartışmasının amacına ulaşması mümkün değil. İktidar hem hukuk alanında hem haklar alanında bugünkü uygulamalarını olduğu gibi devam ettirecekse demokratik bir Anayasa ortaya çıkması beklenemez. Biz bunu her fırsatta söylüyoruz ve söylemeye devam edeceğiz.
Seçimler sonrası başlattığınız eleştiri ve özeleştiri sürecini 15 Ekim’de yapacağınız büyük kongreyle tamlayacaksınız. Önümüzde yerel seçimler var. AKP iktidarı neredeyse tüm kazanılmış belediyelerinize kayyum atadı. Partinizin yerel seçim strateji ne olacak?
Birincisi kayyum atanmış tüm belediyeleri tekrar geri almak gibi önemli bir hedefimiz var. Çünkü bunun büyük bir hak ihlali ve irade gaspı olduğunu düşünüyoruz. Özellikle Kürt halkının seçme ve seçilme hakkı açısından baktığımızda büyük bir irade gaspı ile karşı karşıya kaldığını düşünüyoruz. Birincisi kayyum atanmış belediyeleri geri almak, ikincisi sadece onlarla yetinmeyip Kurdistan coğrafyasındaki diğer belediyeleri de mümkün olduğunca güçlü bir şekilde kazanma hedefimiz var. Bunun için elimizden gelen çabayı fazlasıyla göstereceğiz ve seçimlerde en iyi sonucu almak için çalışacağız ve 15 Ekim’de yapacağımız kongreden sonra bu çalışmalarımızı daha da derinleştireceğiz.
2019 yılında yapılan seçimlerde tüm büyük metropol şehirlerde aday çıkarmayarak CHP adaylarını desteklediniz. Bu seçimlerde başta İstanbul ve Ankara gibi büyük şehirlerde nasıl bir stratejiniz izleyeceksiniz?
2019 yılı özel bir konjonktürdü. Biz o zaman sizin de söylediğiniz gibi kaybettirme gücümüz olduğunu iktidara ve tüm topluma göstermiştik. Uyguladığımız taktikle de başarılı bir sonuç aldık. Ama o 2019 konjonktürüydü şimdi 2024 yılında bu seçimlere gidiyoruz. Aynı koşullar yok dolayısıyla aynı taktiği aynı şekilde uygulayacağız diye bir kural da yok. Bu dönemin taktiği bugün ki koşullara uygun bir taktik olacaktır. Kongremize çok az bir vakit kaldı yukarıda da dediğim gibi yeni bir yönetim oluşacak ve eşbaşkanlar seçilecek. Yeni yönetim yerel seçimler taktiklerini tartışarak somutlaştıracak. Bu kadar az bir zaman kalmışken yeni yönetimin iradesine ipotek koymak doğru olmaz. Biz o yüzden kongreyi bekliyoruz ve kongrede sonra bu meseleleri karara bağlayacağız.