Bizim günümüz gelecek
Kadın Haberleri —
- TJA’nın, dünyanın dört bir yanından kadınların katılımıyla gerçekleştirdiği konferansa katılan Sinn Fein Avrupa temsilcisi Martina Anderson, Kurdistan, Filistin ve İran’da kadınların benzer deneyimleri ve mücadeleleri olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Bizim günümüz gelecek!”
BİRCAN DEĞİRMENCİ/AMED
Amed geçtiğimiz hafta sonu çok önemli bir buluşmaya ev sahipliği yaptı. Tevgera Jinên Azad (TJA) tarafından organize edilen “Sessizlik Zinciri: Kadın Siyasi Mahpusların Etrafındaki Duvarları Yıkmak” başlıklı iki gün süren bir konferans gerçekleşti. Dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen kadınlar birbirlerine tutsaklık deneyimlerini aktardılar. Uzun zamandan sonra ilk kez bu kadar coşkulu, heyecanlı ve yaşam enerjisiyle dolu kadını bir arada görüyorduk. Filistinli, İranlı, Basklı, Filipinli, İrlandalı kadınlar, barış anaları ve feminist kadın hareketinden yüzlerce kadın renkleriyle, dilleriyle ve sesleriyle konferansa can verdiler.
Konferansta Sinn Fein Avrupa temsilcisi ve Avrupa Parlamentosu (AP) eski üyesi Martina Anderson da cezaevi deneyimlerini paylaştığı bir sunum yaptı. Kendisiyle oturum arasında kişisel deneyimlerine, kadın mücadelesine ve konferansa ilişkin görüştük.
600 erkeğin içinde iki kadın
Anderson, 1985’te IRA üyesi olmaktan ve bir bombalama komplosu suçlamasıyla yoldaşlarıyla birlikte ölüm cezasına çarptırılır. Londra’da 10 yıl boyunca bir İngiliz hapishanesinde kaldıktan sonra başka yere nakledilir. Ella O’Dwyer adlı kadın yoldaşıyla politik tutuklu olarak gönderildiği cezaevi 600 erkeğin kaldığı bir erkek hapishanesidir: “600 erkeğin arasında sadece iki kadındık. Burada kaldığımız 13 ay boyunca insanlık dışı uygulamalara maruz kaldık. Her gün erkek tutukluların gözleri önünde çıplak arama yapılıyordu. Bazen günde 6 kez yapılan bu aramalarda cinsel işkenceye uğruyorduk. Erkek tutuklular hücrelerinden demir parmaklıklara tutunarak tezahüratta bulunuyor; kimileri karşımızda mastürbasyon yapıyordu. Çok iğrenç ve aşağılayıcı bir durumdu.”
Cezaevinde kaldığı 13 ayın ardından bu kez kadın hapishanesine götürülmeyi umut ederken yeniden başka bir erkek hapishanesine götürülür. Bin erkek mahkûmun kaldığı bu cezaevinde 40 kişinin kaldığı bir kadın bölümü de vardır. Cezaevine dair, “Hücrede tuvalet yoktu. Sömürgeci bir idare vardı” diyor.
Cezaevi doktorunun işkencesi
Anderson, kadınların “doktor ölüm” adını verdikleri cezaevi doktorunun da şiddetine maruz kaldıklarını anlatıyor: “Bu doktor regl, kasık ağrısı gibi basit bir ağrı kesiciyle iyileşebilecek rahatsızlığı olan kadınların bile ameliyatla rahmini alıyordu. Bunu adli, siyasi tüm mahkumlara uyguluyordu. Doktora göre toplumsal normların dışına çıkmış ve cezaevine girmiş kadınlar bunu hak ediyordu. Bu da ayrıca bir cezalandırma yöntemiydi. Onun görüşüne göre kadınların yeri ev, görevi çocuk yapmaktı. Biz ise politik çatışmaya girip, topluma karşı çıkmıştık. Yaygın kanıya göre politik mücadele vermesi gerekenler de erkeklerdi.”
Şikâyeti reddedildi
Doktor ölüm, Anderson’u da ameliyat etmek ister. Anderson, “Ben rahmimin alınmasına karşı direndim. Bunun üzerine beni hastaneden yarı baygın ve çıplak vaziyette yeniden cezaevine gönderdi. Rahmime çok zarar verdiği için kanamalarım devam ediyordu. Şikâyette bulundum fakat bunu doktorun yaptığı reddedilerek bir yaralanma olduğuna karar verildi” diye anlatıyor.
Çocuk sahibi olmasına yasak
Ölüm cezası aldığı için çocuk sahibi olacağını düşünmediğini fakat cezaevinden çıktıktan sonra bunu istediğini söyleyen Anderson şöyle devam ediyor: “Cezaevinde eşin ya da partnerinle cinsel temasta bulunmaya hakkın olmadığı için ve çıktığında doğurganlık yaşın geçtiğinden çocuk sahibi olamıyorsun. Ben cezaevinden çıktığımda biyolojik olarak çocuk sahibi olabilirdim fakat rahmim zarar görmüştü. Eşim ve ben evlat edinmek için başvuruda bulunduk ama politik hükümlü olduğumuz için devlet buna izin vermedi. Sistemin bu konuda da yasakları vardı.”
Siyaset yasağı uygulandı
Cezaevinde geçen 13 senenin ardından IRA ile yapılan Hayırlı Cuma Anlaşması ile özgürlüğüne kavuşan Anderson’a 5 yıl siyaset yasağı uygulanıyor: “Kişisel olarak bununla ilgili bir sorunum yoktu. Çünkü ben hiçbir zaman parlamenter olmayı düşünmemiştim. Cezaevinde üniversite sınavlarına çalışarak okulu bitirdim. Serbest kaldığımda ise doktora yapmak istedim. Okula devam etmeyi istesem de Sinn Fein bazılarımıza politik pozisyonlar önerdi; ben de siyasete atıldım.”
Pişmanlık duymuyorum
Yaşadığı işkenceyle ve cezaevi koşullarının kendisinde yarattığı tahribatla nasıl baş ettiğine dair sorumu ise Anderson şöyle yanıtlıyor: “Çok güçlü, Cumhuriyetçi bir ailenin mensubuyum. Annem, 6 kız kardeşim ve 3 erkek kardeşim bana çok destek oldu. Açıkçası eşim ve ben evliliğimizin devam edip etmeyeceğinden emin değildik. Bu arada hala evliyiz. Benim bu durumla baş etme biçimimde işkolik olmamın büyük etkisi var sanırım. Duygusal olarak ağır bir çöküş yaşayabileceğimi düşünüyordum ama hep bir uğraş edindiğim için bu olmadı. Sürekli politik aktiviteler içerisinde yer aldım. Eşim de keza öyle. İkimiz de başımıza gelenleri kabul ettik. Biz yaşamda bir tercih yapmıştık ve hiçbir pişmanlık duymuyoruz. Bugün mecbur kalırsak tekrar aynı şeyleri yaparız.”
Parlamentoda Leyla Güven’i anlattım
Anderson AP üyesi görevindeyken Kürt aktivistlerle ilk temasını 2013-2014 yılları arasında yaşıyor: “İnsan hakları ihlallerine odaklanmış bir politikacı aynı zamanda Filistin delegasyon üyesiydim. Kürt aktivistler yaşadıkları hak ihlallerini benimle paylaştılar. Rojava Direnişi zamanıydı ve beni AP’de Kürtlerin mücadelesini duyuracak bir ses olarak görmüşlerdi.”
Leyla Güven cezaevinde açlık grevindeyken tekrar bir araya gelirler. O buluşmaya dair şunları söylüyor: “Ben Kürt tutsakların yanı sıra dünyanın pek çok yerinde siyasi tutsakların durumuyla yakından ilgileniyordum. Açlık grevi IRA’nın mücadelesinde de yakından bildiğimiz bir eylemdi. Boby Sands ile birlikte 10 yoldaşımızı kaybetmiştik. Çok farklı açlık grevi yöntemleri vardı. Kürt direnişçilerin açlık grevinin 100 gününü nasıl aştığını merak ediyordum ve vitamin aldıklarını öğrendim. IRA açlık grevinde hiçbir şey almıyordu. Boby Sands 66. günde hayatını kaybetmişti. O dönem Kürtler Strasbourg’da da açlık grevine girmişlerdi. Onları görmeye gittiğimde AP’den bir heyetle Leyla Güven’i ziyaret etmemi talep ettiler. AP’den bir delegasyonla Diyarbakır’a gelip Güven’in kızıyla görüştük. Cezaevinde ziyaret etmek istedik ama kolluk güçlerinin fiziksel şiddetiyle karşılaştık. Leyla Güven serbest kalınca tekrar Diyarbakır’a gelip açlık grevini sürdürdüğü evinde kendisini ziyaret ettim. Döndüğümde AP’de Güven’in posterini açarak durumunu anlattım. Bunu parlamentoda bir farkındalık yaratmak ve Leyla’nın sesini yükseltmek için yaptım.”
Tüm kadınların deneyimi aynı
Amed’de yapılan bu buluşmanın önemine de değinen Anderson sözlerini şöyle sonlandırıyor: “Bugün Kürt Kadın Hareketi hakkında çok şey öğrendim. Her gün yeni bir şey öğrenileceğine inananlardanım. İster Kurdistan’da ister Filistin’de ister İran’da olsun kadın mücadelesinin ne kadar benzer olduğunu bir kez daha gördüm. Bence bu konferansın yarattığı en önemli şey bu. Bütün kadınların fiziksel, psikolojik ve cinsel anlamda benzer deneyimleri var. Sistem bedenlerimizden başlayarak kadınlara tecrit uyguluyor. Burada, kolektif olarak onları toplumdan söküp atacağımızdan emin bir şekilde duruyorum. Bir gün kadınların demokratik bir toplumda, demokratik bir yaşam süreceğinden hiç şüphem yok. Bu fırsatı verdiği için TJA'ya teşekkür ediyorum ama daha da önemlisi, kadınlara, dayanışmaları, yoldaşlıkları ve inatçı kararlılıklarından dolayı teşekkür ediyorum. İrlandaca'da bu konferans için çok uygun bir deyiş vardır: Tiochfadh ár la yani bizim günümüz gelecek!”