14 Temmuz’dan sonra Esat Oktay teslim oldu

Dosya Haberleri —

Amed Zindanı eylem

Amed Zindanı eylem

Amed Zindanı tanıklarından ve şimdilerde İsviçre Kürt Enstitüsü Yönetim Kurulu Üyesi olan İrfan Babaoğlu ile Amed 5 Nolu Zindanı'ndaki 1984 Ocak Direnişi’ni konuştuk:

  • Zindan direnişi, “İnsanlık onuru işkenceyi yenecek” diye haykıran tutsakları haklı çıkardı. Tutsaklar borçlu olduğu halkına karşı mahcup olmadı. Zindan direnişi bayrağını, dışarının engin dağ ve ovalarında yürüyen halkın özgürlük mücadelesinin temsilcilerine teslim etti. Ocak 1984 direnişinin tarihi rolü budur.
  • Çok yönlü bir meydan muharebesiydi. Bu çarpışmada yine direnenler kazandı. Belki bu tarihten sonra da zindanlarda işkence eksik olmadı. Tutsaklar belki içerde, zindanda kalmaya devam ettiler. Ama bu direnişlerden sonra asla bir daha zindanlarda teslimiyet yer bulamadı. Oralar hep direnişin, üretimin, kendini geliştirmenin yerleri olarak kaldı.
  • O acıları, işkenceleri yaşayan ve buna karşı direnenler olarak herkes, 5 Nolu Zindanı’nın müze olması konusunda hemfikirdir. Ancak müze fikri darbecilerin devamcılarına bırakılmayacak kadar ciddi bir fikirdir. Bu fikre halklar, parti ve gruplar sahip çıkmalı. O direnişi yaratanlar birlik ve beraberliğin nelere kadir olduğunu iyi bilirler.

REWŞAN DENİZ

Türkiye tarihinde derin izler bırakan ve en karanlık dönemi olarak bilinen 12 Eylül Askeri Cuntası döneminde, Amed 5 Nolu Zindanı, işkence, kötü muamele ve idamların gerçekleştiği bir merkez haline gelmişti. Amed 5 Nolu Zindanı, Kürtlüğe ve Kurdistan’a dair tüm hakikatlerin bitirilmesi için Türk devleti tarafından henüz 12 Eylül Darbesi gerçekleştirilmeden önce hazırlanmış, laboratuvar işlevi gören bir cezaevi planlanmıştı. Farklı örgütlerden ve kentlerden getirilen Kürtleri, “Türkleştirmek” ve devrimci iradelerini hiçleştirmek amaçlanıyordu. Bunun için her türlü insanlık dışı işkence yöntemlerine başvurdular. Bu yüzdendir 5 Nolu'yu 1980-1984 arası yaşananları tanımlamak için 'vahşet dönemi' tabiri kullanılır. Tüm bu saldırı ve işkencelerin içinde PKK'nin öncü kadroları cezaevi koşullarına karşı görkemli bir direniş göstererek tarihin akışını değiştirdi. Artık 5 No'lu, sadece bir zulüm merkezi olmanın ötesinde, direnişin simgesi olarak anılıyor. Bu direniş, toplumda adalet ve özgürlük taleplerine duyulan özlemi güçlendirdi ve Türkiye'nin siyasi tarihinde önemli bir yer edindi. Amed Zindanı tanıklarından ve şimdilerde İsviçre Kürt Enstitüsü Yönetim Kurulu Üyesi olan İrfan Babaoğlu ile 1984 Ocak Direnişi’ni ve 5 Nolu’nun müze olması taleplerini konuştuk. 

 

 

1984 Ocak Direnişi’ne nasıl gelindi ve sonrasında ne gibi kazanımları oldu?

İşkenceci yönetim 1983 Eylül Direnişi’ndeki kazanımlarımızı hazmedemedi. Yeni bir saldırı için zaman kolladı. Darbe sonrası ilk seçimler 1983 yılında olmuştu. Turgut Özal başkanlığında ANAP Hükümeti kuruldu. Hükümet görevi darbecilerden devralırken, onun uygulamalarını da devraldı. Cezaevindeki kazanımlarımızı geri almak için ise ocak ayını bekledi. Yeni yılla saldırı da başladı. Her şeyin Esat Oktay dönemi gibi olacağı, tehditler eşliğinde söylendi. Tutsaklar buna karşı koğuş kapılarına barikat kurarak yanıt verdi. Siverek’ten getirdikleri komandolar eşliğinde tek tek koğuşları basıp bizi tekrar teslim almayı amaçladılar. Tutsaklar artık tecrübesiz değildi. Ölüm orucu eylemi başladı. Bu eyleme her gruptan devrimci katıldı. Fiili direniş, itirafçı koğuşu hariç, tüm cezaevini kaplamıştı. Bu direniş içinde Yılmaz Demir ve Remzi Aytürk işkenceyi protesto etmek için kendilerini feda ettiler. Necmettin Büyükkaya işkence ile katledildi. Ölüm orucunun devam ettiği sırada, Cemal Arat ve Orhan Keskin, Mart ayının ilk günlerinde şehit düştüler. Hepsi de farklı görüşten kararlı ve direngen insanlardı. Ocak Direnişi göğüs göğüse devam eden bir çatışmaydı. Çok yönlü bir meydan muharebesiydi. Bu çarpışmada yine direnenler kazandı. Mart ayı içinde direniş tutsakların isteklerinin kabulü ile sonuçlandı. Bu direnişin başarısı ile birlikte cezaevlerinde artık fiili ve zihni olarak teslimiyet dönemi sona erdi.

Zindan direnişi, “İnsanlık onuru işkenceyi yenecek” diye haykıran tutsakları haklı çıkardı. Tutsaklar borçlu olduğu halkına karşı mahcup olmadı. Zindan direnişi bayrağını, dışarının engin dağ ve ovalarında yürüyen halkın özgürlük mücadelesinin temsilcilerine teslim etti. Ocak 1984 direnişinin tarihi rolü budur. Belki bu tarihten sonra da zindanlarda işkence eksik olmadı. Tutsaklar belki içerde, zindanda kalmaya devam ettiler. Ama bu direnişlerden sonra asla bir daha zindanlarda teslimiyet yer bulamadı. Oralar hep direnişin, üretimin, kendini geliştirmenin yerleri olarak kaldı.

1984 Ocak Direnişi’nde yalnızca PKK’li tutsaklar yoktu; direniş kitlesel bir hal almıştı. Bu bağlamda 14 Temmuz Ölüm Orucu Direnişi ile 1984 Ocak Direnişi arasında nasıl bir ilişki var? Farklılıklar nedir?

Zindan direniş tarihimize 1984 Ocak Direnişi diye geçen direniş, aslında 1981’de Mazlum, Hayri ve Kemallerle başlayan direniş sürecinin son halkasıdır. Bu açıdan 84 Ocak Direnişi başarının ve “Direnmek yaşamaktır” diyen Mazlum Doğan’ın bu sözünün kanıtlanmış bir pratiğidir. 1983 Eylül Direnişi ile 1984 Ocak Direnişi arasında güçlü bir etkileşim ve birbirinin devamı niteliği vardı. Her iki direniş aslında 14 Temmuz Ölüm Orucu Direnişi'nin çağrısına, bir yıl sonra da olsa verilen bir yanıttı. Kitlesel, tüm siyasi grupları içeren, ölümüne kararlı bir direnişti. 81 ile 84 yılları arasında zindandaki teslim alma ve davasına, halkına, insanlığına ihanet ettirme politikalarına karşı gerçekleşen direnişler, basitten karmaşığa, birey iradesinden kitlesel bilince doğru bir yol izledi. Her direniş bir öncekinin içinden çıktı. Bir öncekinin tecrübeleri ile donandı ve gittikçe büyüyen, gelişen, kitleselleşen bir hal aldı. 14 Temmuz direnişi burada çok belirgindir; etkilidir ve bir dönüm noktasıdır. Esasında işkenceci 12 Eylül sistemi 14 Temmuz direnişi sonrası yenildi; iddiasını kaybetti. İşkenceci Esat Oktay, 14 Temmuz direnişi sonrası artık ortalıkta gözükmedi. Başarısız olmuştu. Onurlu Kürt devrimcilerinin onurunu kıramadı, onları teslim alamadı, Türkleştiremedi, ezik ve kişiliksiz bırakamadı. Varlığını Kürt halkının yokluğu üzerine kuran ırkçı Türk devlet sistemi, ideolojik olarak, düşüncede, maneviyatta ve moralde yenildi. 14 Temmuz sonrası artık hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Direniş fikri insanların yüreğinde, bilincinde gün gün büyüdü. Eylül 1983’te patlama noktasına ulaştı. Eylül Direnişi bir patlamaydı; isyandı. Başı sonu belli değildi ve programı tek maddede özetlenmişti: direniş. Bu direniş karşısında işkenceciler panikledi. Hemen direniş sembolü olan 35’inci koğuş hücrelerinin kapısını çaldılar. Orada tüm gruplardan temsilciler vardı. Patlamanın boyutunu öğrenmek istiyorlardı. “Ne istiyorsunuz” diyorlardı. İnisiyatif direnen tutsaklardaydı. İşkencecilerin bu panik durumundan faydalanarak koğuşları tek tek gezip direnişi belli bir koordine altına aldılar. Ve direniş 27’nci gününde tutsakları taleplerinin kabulü ile sona erdi. 

 

 

Kentte bulunan sivil toplum kuruluşlarının talepleri ve çalışmaları sonucunda 5 Nolu Zindanı’nın müze olması tartışılıyor. Siz de o süreci yaşayan biri olarak müze fikri hakkında ne düşünüyorsunuz?

Geçen 40 yılın ardından elbette orası bir hafıza müzesi olarak sonsuza kadar kalmalı. O acıları, işkenceleri yaşayan ve buna karşı direnenler olarak siyasal görüşleri farklı da olsa herkes, 5 Nolu Zindanı’nın müze olması konusunda hemfikirdir. Ortadoğu’nun ortasında, Kurdistan’ın kalbinde yer alacak olan bu insan hakları müzesi, inanıyorum ki tüm halkların özgürlük ve demokrasisi için, bağımsız ve özgür bir kişilik için bir eğitim abidesi olacaktır. Ancak bugünkü egemenlerin zihinsel yapısının ve uygulamalarının 12 Eylül zihniyetinin bir devamı olduğunu da unutmamak lazım. Onlar egemen iktidar sahipleri olarak kendi rızalarıyla, burayı müze yapmazlar. Ya da geçici, oyalayıcı bir politika izleyerek bu tarihsel ve toplumsal talebi unutturan bir yaklaşım içine girerler. Müze fikri darbecilerin devamcılarına bırakılmayacak kadar ciddi bir fikirdir. Bu fikre halklar, parti ve gruplar sahip çıkmalı. O direnişi yaratanlar birlik ve beraberliğin nelere kadir olduğunu iyi bilirler. O halde bizler de her konuda insanlık onurunu, Kürt halkının onurunu düşünerek birlik adımlarımızı her şeyin üzerinde tutmalıyız.

 

* * *

Eylül Direnişi

Amed 5 Nolu Zindan'ında 14 Temmuz’dan sonra gerçekleşen en büyük direniş 1983 Eylül Direnişi’dir. 1 Eylül 1983’de PKK davasından yargılanan devrimciler, çıkarıldıkları mahkemede ölüm orucuna başlayacaklarını söyler ve 2 Eylül’de ölüm orucu süreci başlar. 5 Eylül ise tam anlamıyla tarihi bir gündür. Çünkü o gün Amed 5 Nolu Zindan’ında binlerce tutsak hep bir ağızdan “İnsanlık onuru işkenceyi yenecek”, “Kahrolsun sömürgecilik” sloganları atar. O güne kadar hiç böylesine toplu bir direniş olmamıştır 5 Nolu’da. İşkenceciler ne yapacağını şaşırır. Zindanın direniş mevzisi olan 35’nci koğuştaki hücrelerde kalan devrimcilerden yardım isterler. Bu koğuşlardan 5 kişilik PKK’li grup bütün koğuşları dolaşır ve tutsaklarla konuşur. Ölüm orucu ve açlık grevi eylemleri 28 Eylül’de tutsakların zaferiyle sonlanır. Bu ölüm orucu sonucunda 5 No’ludaki zulüm ve işkence düzeni paramparça olur.

1984’ün ilk günleri

Eylül Direnişi’nde önemli kazanımlar elde edilmişti fakat 1984’e girilen günlerde devrimcilerin zaferini hazmedemeyen cunta rejimi kazanımları geri almak istiyordu. Askeri komuta sistemini yeniden cezaevinde oturtmak ve tek tip elbiseyi kabul ettirmeyi amaçlıyorlardı. Yeni yılla beraber mahkemeye, görüşe giden devrimcilere saldırılar da başladı. 1984 Ocak ayının ilk günleri cezaevi idaresi koğuşlara hoparlörden “Tek tip elbise giyeceksiniz, askeri kurallara uyacaksınız” duyurusu yapınca tutsaklar arasında direniş tartışmaları da yeniden başlamış oldu. İlk direnişler ayaklanma biçimindeydi. Koğuşların kapıları kapandı ve kapıların arkasında barikat kuruldu. 14 Ocak 1984'de ise farklı gruplardan birçok tutsak protesto etmek ve saldırıları durdurmak için ölüm orucuna başladı.

Tek tip elbise direnişi

Direnişi daha en başında bastırmayı amaçlayan idare onlarca gardiyanla koğuşları basıp tutsakları zorla sinema salonuna, hamama götürerek işkenceyle tek tip elbise giydirmeye çalışır. Tutsakların bir kısmı 36’ncı koğuşa götürülürken koğuşlarında kalanlar barikat kurmaya başlar. Askerler, demir kapıları söküp sert darbelerle barikatları yıka yıka koğuşlara girmeye; tutsaklara işkence uygulamaya çalışır. 19 Ocak günü sıra 19’uncu koğuşa geldiğinde Özgürlük Yolu davasından yargılanan, Konya Kürtlerinden Yılmaz Demir, işkenceleri durdurmak için yaşamını ortaya koyar. Eylemini yaparken bıraktığı direniş mesajında ise “Özgürlük için savaşmayana özgürlükçü denmez” der. Demir’in eylemini duyan diğer koğuşlarda direniş daha yükselir.

 

 

Büyükkaya işkenceyle katledildi

Tarih 23 Ocak’ı gösterdiğinde sıra 24’üncü koğuşa gelmiştir. Baskın sırasında çevre koğuşlar da sloganlarla kapı ve pencere demirlerine vurarak protesto etmeye başladılar. Gardiyanlar 4-5 saat boyunca coplarla, kalaslarla, zincirlerle kenetlenen tutsakları hamama ve sinema salonuna götürmeye çalıştılar. O sırada 25’inci koğuştan iki tutsağın fedai eylem gerçekleştirdiği duyulur. Duvar gözetleme deliklerinden hortumla tüm koğuşa su sıkan askerler, fedai eylem yapan iki tutsağı alıp götürür. Koğuş baskınları arttıkça ölüm orucuna girenlerin sayısı da artar. Bir yandan da fedai eylemler devam eder. 24 Ocak’ta ise Necmettin Büyükkaya hamamda işkence edilerek katledilir. Rizgari-Ala Rizgarî davasından tutuklu Remzi Aytürk ise zulmü ve baskıları protesto etmek, siyasi tutsaklar üzerindeki baskıları azaltmak için 25 Ocak’ta yaşamına son verir.

Ana sakın ağlama

Cezaevindeki saldırılar sürerken bir yandan da ölüm oruçları devam eder. İlk gruptan durumu ağırlaşanlar askeri hastaneye kaldırılır, eylemi bitirmeleri içinse hastaneye aileleri getirilir. İlk grubun arasında kamuoyunda Sakine Ana olarak tanınan Sakine Arat’ın PKK davasından tutuklu oğlu Cemal Arat da vardır. Sakine Ana’yı da Cemal’i vazgeçirsin diye hastaneye getirmişlerdir. Sakine Ana o görüşmeyi şu sözlerle anlatıyor: “1984’te ölüm orucuna girdikleri zaman 48 gün Cemal’i göremedim. Hastaneye gittiğimde saçı sakalı birbirine karışmıştı oğlumun. Onu tanıyamadım, o hale gelmişti. Vücudu erimiş, bitmiş, kemikten başka hiçbir şey yoktu. Sadece kuru bir kafa kalmıştı. İki göz kapıda, birisi gelsin de bizimle görüşsün diye bakıyorlardı. Cemal'in kulakları artık duymuyor, gözleri hiç görmüyordu. Dedi ‘Anne sen misin, keşke yüzünü görebileydim.’ Öyle acı bir gülüş güldü ki ömrümün sonuna kadar unutamam. ‘Ana’ dedi ‘Sakın ağlama'. ”Eylemin 49’uncu günü olan 2 Mart’ta Cemal Arat yaşamını yitirir.

Dev-Yol davasından tutuklu Ardahanlı Orhan Keskin ise 40 gün sonunda fenalaşıp ve hastaneye kaldırılanların arasındadır. Orhan Keskin'in cezasının bitimine az bir süre kalmış olmasına rağmen direnişe katılmaktan bir an bile tereddüt etmemişti. O da diğer tutsaklar gibi tedaviyi kabul etmez ve koluna takılı serumu söküp atar. Cemal Arat’ın ardından Orhan Keskin de 3 Mart’ta hastanede yaşamını yitirir.

'Berxwedan Jîyan e' şiarı kitleselleşti

49 gün süren ölüm orucuyla cunta rejimi, tutsakların haklarını kabul etmek zorunda kalmıştır. Eylül 1983 ölüm orucu direnişi tutsaklar açısından bir devrimdir. Bu direnişle Amed halkı zindanın etrafında direnişe geçmiştir. Ocak Direnişi’yle ise bir “serhildan kuşağı” ortaya çıkmıştır. 14 Temmuz 1982’deki ölüm orucuna giren PKK'lilerin ardından 1983 Eylül ve 1984 Ocak Direnişleri “Berxwedan Jîyan e” şiarı kitleselleşir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.