‘Ne eskisi gibi yaşanır, ne de eskisi gibi savaşılır’

Gönül KAYA yazdı —

Küresel salgın olan koronavirüsün gündemimize geldiği 2020 yılının ilk yarısında, bu hastalık etrafında birçok tartışma yapıldı, yapılmaya da devam ediyor. Kapitalist sistemin cambazları ve sözcüleri sanki geleceği gören ‘medyum’ havalarına girerek ve ağız birliği etmişçesine ‘2020 yılı ile birlikte hiçbir şey eskisi gibi olmayacak’ deyip durdular. Bu sistemin yaratımı olan toplumların sağlık sorunlarına değil çare bulma, toplumu kaos ve kriz içinde tutarak, bundan çıkar sağlamaya çalışmaktadırlar.

Bu sistemin kurduğu yaşam tarzının ne kadar insan, kadın, toplum karşıtı olduğu; yine toplumun hiçbir sorununa çözüm üretemediği bir kez daha kanıtlandı. Sistem, toplumu kutulara, dört duvara, evlere hapsederken, tüm militarist-sivil-asker ve polis gücünü sokaklara saldı. Şiddet ve savaş ateşi habire harlandırıldı. Kapitalistlerin para kazanacakları, kar elde edecekleri alanlarda ‘iş-üretim-çalışma’ yani sömürü hiç durmadı.

Bu yüzyılda da hırsızlıklarına-talanlarına-cinayetlerine devam etmek ve sistemlerinin varlığını devam ettirmek için kapitalizmin yönetme biçimi olarak faşizmi her boyutta devreye koymaktadırlar. Faşizm, iktidarcılığın, devletçiliğin, hiyerarşik ataerkil sistemin üretimidir. Tarihte Kral Sargon için ‘tarihte bilinen ilk emperyalist, sömürgeci’ olarak denilir. MÖ 2300’lerde Akad kent devletinin kurucusudur. Bu kent devletini merkezi devlet yaparak çevreye doğru yayılarak, özgür klan-kabile ve aşiret topraklarını ele geçirmeye başlar. ‘Dünya imparatorluğu’ kavramı onunla kullanılmaya başlar. Sargon iktidarı kendinden önceki yöneticiye darbe yaparak ele geçirir, hemen ardından egemenliğini ve otoritesini ilk olarak kadını köleleştirerek kurmaya başlar. Kadının toplumsal kültürüne, kadın etrafında yaşanan değerlerine, toplum üstündeki saygınlığına, inanç alanına hem şiddet, hem de kurnaz yalanlarla el koyarak iktidarını sağlamlaştırır. ‘İnsan kellelerinden kuleler kurar, taş üstünde taş, gövde üstünde baş bırakılmaz…’

Faşizm işte bu devletçiliğe, iktidarcılığa, ırkçılığa, militarizme, cinsiyetçiliğe, darbeciliğe, dinciliğe dayalı olarak uygulanır. Faşizm sadece ‘Hitler, Mussolini’ ile aklımıza gelmemelidir. Faşizm sadece ‘bireylerin’ uygulamalarıyla, sadece kendilerini iktidar yapmalarıyla ele alınamaz elbette. ‘Hitler öldü, faşizm bitti’ denilebilir mi? Trump’a, Putin’e, Erdoğan’a bakıldığında bunun yanıtı anlaşılacaktır. Bu sistemin iktidara getirdiği bireyler, küçük Sargonlar olarak bu çizginin yaşatılmasından sorumludur. Bu bir çizgidir, bir zihniyettir, tekçiliğe dayalı sistemin kadını, doğayı, toplumu, en alttakini bir yönetme biçimidir. Demokratik, toplumsal, eşit, özgür yaşam sistemine karşı geliştirilmiş olan ve bu değerleri bastırmak, susturmak için kullanılan ve bugün kapitalizmin sahte ‘demokrasi söylemlerinin’ altında gizlenen sopadır.

AKP-MHP rejimi bugün faşizmi Türkiye toplumunun hücrelerine kadar hakim kılmaktadır. Faşizm sadece üstten gelmez, toplumda karşılığını oluşturarak kendini var eder, meşrulaştırır. Türkiye’de mezarlarından çıkarılarak kaldırımlara gömülen Kürt halkının evlatlarının bedenleri karşısında yaşanan toplumsal sessizlik buna örnektir. Ankara’da kalbinden bıçaklanan Barış’ın ve Diyarbakır Emniyeti’nde işkence edilen Kürt gencinin görüntüleri karşısında ‘Ben bunlara ortak olmayacağım’ demeyen toplum gerçekliği buna örnektir.

Faşizm iktidarını kaba kuvvetle değil; dili, yüreği, aklı susturulan, iradesi teslim alınmış birey ve toplumla yaşatır. Asıl tehlike, yüreğiyle, diliyle, aklıyla oynanmış bir toplum olmaktan çıkamamaktır. Bu dilin, yüreğin, aklın faşist sistemle bağlarını koparamamasıdır. Türkiye toplum gerçekliği gömüldüğü bu bataklıktan nasıl çıkacak?

Kapitalist-faşist yapılar, yönetimler ister yumuşak görünsünler, ister sert uygulamalar yapsınlar, günümüzde insan aklıyla alay edercesine politika yapmaya çalışıyorlar. ABD-Minnieapolis şehrinde polis tarafından katledilen George Floyd örneğinde bunu bol bol görüyoruz. Türk faşizminin başı olan Erdoğan, Kürt halkına ırkçılığı-faşizmi son haddine kadar uygularken, ‘ABD’deki ırkçılığı, faşizmi kınamaya (!) kalktı. Cevabını hemen Amerikalı direnişçilerden aldı tabii: ‘Hadi be ordan, faşist!’ Bu örnek yetmedi, Çin Dışişleri Bakanlığı sözcüsü, sanki koronavirüs sürecinde kendi ülkesinde Afrikalı insanlar evlerinden, otellerden atılmamış, hastaneler de dahil kamusal alanlara alınmamışlar, şiddet görmemiş gibi ‘Irkçılığın ABD’de sosyal bir hastalık olduğuna ve ABD’nin buna karşı tedbir alması’ gerektiğini söylemiş. Trump, korkudan sığınaklara kaçarken, bir yandan da ırkçı-şiddet tehditlerini savuruyor. Kendi ırkçılığına, cinsiyetçiliğine bakmadan kendi halkıyla dalga geçiyor. Tekçiliğin, merkezi otoriterliğin, kar için atmadıkları takla kalmayan, pragmatikliğin zirvesini yaşayan ırkçılığın, faşizmin sahipleri ‘faşizmi kınıyor, ırkçılık olmamalı’ diyorlar.

Ama Kürtler, kadınlar, emekçiler, direnenler bu yalanları artık yutmuyorlar. Hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını, kapitalistlerden çok önce onlar söylediler. Rêber Abdullah Öcalan ‘Ne eskisi gibi yaşanır, ne eskisi gibi savaşılır’ dedi. Faşizme, ırkçılığa, cinsiyetçiliğe, her türlü iktidarcı ilişki zihniyetine ve biçimine karşı direnenler yeni bir yaşam tarzıyla, yeni bir uygarlıkla, yeni bir ‘düşünce, dil ve eylem’ gücüyle mücadele etmeye başladılar. Sürekli, gizli-açık, küçük-büyük demeden adımlarını atıyorlar. Ve buna da ‘Demokratik uygarlığın ve konfederalizmin evrensel inşası’ diyorlar.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.