Sömürgecilerin inkar ve yalan hükmünün sonu
Forum Haberleri —
- Eğer içlerinde biraz samimiyet kırıntısı olsa ilk yapmaları gereken, ırkçılıkla, şovenlikle zehirledikleri Türk halkına, emekçilerine gidip Kürtlere verdikleri sözleri tutmadıkları ve Kürdistan’ı sömürgeleştirip, “vatanımız”dır diyerek yalan söyleyip kandırdıkları için özür dileyip, gerçekleri söyleme cesaretini göstermektir.
BAHATTİN SEMSÛR
Son bir iki ay içerisinde Kürt sorununun “çözüm”üne ilişkin tartışmalar bir kez daha gündeme geldi. Sömürgeci-soykırımcı Türk devletinin hükümeti sorunu neden tartıştıklarını açıkça ortaya koydular. Sorun Kürt sorununu çözmek değil de PKK’yi ve Kürt halkını, birliğini, örgütlülüğünü çözmek olduğu kısa süre içerisinde anlaşılmıştır. Üçüncü Dünya Savaşı’nın giderek bölgede yaygınlık kazandığı bir süreçte “iç cepheyi” güçlendirmek adına Kürt ve Türkleri yüz yıllar öncesine dayanan birliklerine gönderme yaparak, yine daha çok da 20. yüzyılın başlarındaki sürece bağlı olarak tekrardan o günleri canlandırma adına Kürtlere sahtekarca kardeşlik çağrısı yapılmıştır.
Bir besmele hali; "terör" sorunu
Sorunu öncelikle doğru tanımlamak gerekir. AKP-MHP hükümeti her ağzını açtığında "terörü bitirmek, terör sorununu çözmek” için bazı adımların atıldığını söylemektedir. Kürt halkının ve ülkesinin varlığını ve özgürlük sorununu, kendilerinin uyguladığı kaskatı sömürgeciliği bir yokmuş gibi davranmaktadırlar. Bir halkın ve ülkenin varlığını ve özgürlük sorununu “terör sorunu” olarak tanımlamak, besmeleleri haline gelmiştir. Aynı şey sözüm ona muhalefet cephesinden de dillendirme söz konusudur. CHP Genel Başkanı’ndan belediye başkanlarına, bazı il başkanlarına kadar ağızlarını açtıklarında Kürt sorununu çözmek gerektiğinden söz etmekle birlikte, onlar da esas olarak “terörü bitirmek” olarak tanımlamaktadır.
Böyle bir besmeleden hayır çıkmayacağı çok açıktır.
Kürtleri, Kürt sorununu tanımlama için kullanılan bu dil bugün oluşturulmuş değildir. Geçen yüzyılın başında da çokça dillendirilmiştir. Kürtlere karşı katliam yaparken, soykırım uygularken de “eşkiyalar, şakiler, gericiler” tanımını kullanmaktaydılar. Kürdistan, Kürt halkını da uygarlık uygarlık götürülmesi gereken vahşiler olarak değerlendirmekteydiler. Sorunu çözmek demek; kendi topraklarında özgürce yaşamak isteyen Kürtleri ezmek, iradesini kırmak, mecburi iskana tabi tutmak, sürgün etmek, idam etmek, kurşuna dizmek, asimilasyona tabi tutmak oluyordu. Aradan bir yüzyıl geçtikten sonra kaseti başa alarak aynı şeyleri bu sefer “terörü yok etmek” “Türkiye’yi terör belasından kurtarmak” sözü oluyor. Böylelikle tekrardan kardeşleşeceklerini tam bir yalancılıkla, ikiyüzlülükle, sahtelikle dile getiriyorlar.
Kendine karşı dürüst olmayanlar, sömürgeleştirdikleri bir halka ve ülkeye karşı da dürüst olamazlar. Çünkü işin böyle olmadığını en iyi bu sözleri söyleyenler bilmektedir. Çünkü tarihin arşivi onlardadır!
Kabul ve inkarın dili ve pratiği
Yıllardan beridir Kürt sorununa ilişkin, faşist MHP’nin kurucu Genel Başkanı Alparslan Türkeş de dahil olmak üzere, rapor geliştirmeyen parti yok gibidir. Ayrıca bazen sömürgeci-soykırımcı Türk devletinin kurucu kadrolarından da kendi ismiyle anılan raporlar yazılmıştır. Bu raporların hepsinin ortak özelliği aslında Kürtleri nasıl yok edeceklerine ilişkindir. CHP’nin son 30-40 yıl içerisinde hazırladığı raporlar da bu temeldedir. Bazılarında "demokratikleşmek gerek, eğitim hakları da olmalı" vb. sadakavari ifadeler de söz konusudur. Ancak o söylediklerine dahi bir süre sonra sahip çıkmamış, hatta inkar etme yoluna dahi gitmişlerdir. Bu konuda Deniz Baykal örnek gösterilebilir. Bir dönem Kürt sorunu üzerinde rapor geliştirenler, bir süre sonra “Kürt sorunu yoktur” diyebilmiştir. Aynı şeyi bugün faşist soykırımcı Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli de yapmaktadır. Düne kadar Kürt-Kürdistan kavramlarını kullanmakta hiçbir sakınca görmeyenler, bugün bu kavramlar yasaklanan ve kullanılması halinde ceza ve yaptırım gerektiren suç unsuru haline getirilmiştir. RTÜK bunu uygulamakta, mahkemeler bu temelde çalışmaktadır.
İşin bir başka boyutu, bu rapor yazanlar, "sorun önemlidir, çözmek gerekir, demokratikleşmek gerekir" vb. diyenlerin ilk yaptıkları şey bir de Amed’e gelerek “bölge halkıyla” Kürdistan adını anmadan toplantı yaptıklarını, tartıştıklarını, sorunu bir de halktan dinlediklerini söylemektedir. Bunu neden söylüyoruz? Çünkü son zamanlarda sömürgeci-soykırımcı devletin kurucu partisi CHP’nin Genel Başkanı da aynı filmin senaryosunun başrol oyuncusu farkıyla tekrar etmek istemiştir. Önceki genel başkan da Van’da toplantı düzenlemiştir. Çünkü Kürtler onlar için bir oy deposudur…
Fakat faşist soykırımcı Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli caddelere yazılan bir-iki hecelik Kürtçe kelimeleri dahi sömürgeci polisleri eliyle sildirmişlerdir. Yalan söyledikleri, ikiyüzlülük yaptıkları çok açık olan tavırlarına rağmen kardeşlikten, İslam’dan, kanlarının Çanakkale’de, Malazgirt’te nasıl birbirine karıştıklarından söz etmekten geri kalmamışlardır. Bunların hepsi de Kürtleri kandırmak için utanıp sıkılmadan kendilerini akıllı, Kürtleri geri, akılsız, aptal gören sömürgeci zihniyetlerinden kaynağını almaktadır. Ve bunu tekrar tekrar dile getirmekten utanmıyorlar. Utanmazlar, çünkü bu sömürgeleri yönetme ve yürütme tarzıdır. 1919 ve 1920’li yılların başında öylesine çok fazla Türk-Kürt kardeşliğinden, İslam’ın ümmet kardeşliğinden söz etmişlerdir ki ve tıpkı bugün olduğu gibi Kürtlerin ve Türklerin üzerinde yaşadıkları ortak vatanın nasıl tehlike altında olduğunu iğrenç yüzlerine maskeler geçirerek, zehirli dillerini tiyatrovari bir şekilde rol gereği şirinleştirerek öylesine dillendirmişlerdir ki….
"Kürtleri nasıl kandırırız?"
Sömürgeci soykırımcı Türk devletinin kuruluşunda başrol oynayanlardan birisi olan Kazım KARABEKİR Kürt meselesi adlı kitabında şunları yazmaktadır: “…Bütün Kürtlere şu fikri verdim: 'Düşmanlarımız büyük Ermenistan yapmaya çalışıyor. Buralarda ise en ziyade Kürt kardeşlerimiz oturmaktadırlar. Kürt İstiklali diye çalışanlar düşmanlarımızdır. Maksatları Kürtleri bizden ayırdıktan sonra Ermenistan yapmaktır. Kürtleri mahvedeceklerdir. Bunun için Türk ve Kürt kardeşler bu felâkete meydan vermeyiniz. Kürtlerin ekserisi uslu ve bize pek merbuttur(bağlıdır).” (Kürt meselesi- K.Karabekir sa.9)
Kazım Karabekir’in nasıl azgın bir sömürgeci olduğu biliniyor. Daha çok Kürdistan’da kalmış, Kürt toplumunu yakından görmüş, tanımıştır. Anılarında nasıl Ermenilerin Kürdistan toprakları üzerinde bir devlet kuracaklarını anlatır ve bunu herkese nasıl bıkmadan usanmadan anlattığını söyler. Anlatımları “işte Kürtleri böyle kandırdık” havasındadır. Şimdi de Tayyip Erdoğan ve ruh ikizi Devlet Bahçeli İsrail’in Türkiye’ye saldıracağını, onun için de Kürtlerle birleşmeleri gerektiğini söylemektedir. Hatta dua etmektedirler. Demek oluyor ki tarihlerini iyi biliyorlar.
Sömürgecilerin hemen hemen hepsinin ortak bir özellikleri vardır; kendilerini çok akıllı, zeki, sömürge topluluklarını ise geri, akılsız, kandırılacak kadar saf çocuk olarak görürler. Faşist, Kürt ve Ermeni soykırımcısının Nahçıvan’da yüzbinlerce Ermeni’yi nasıl topraklarından attıklarını biliyoruz. Erdoğan ağzını her açtığında kendi dışındaki herkesi emperyalizmin maşası, dış planların oyuncusu vb. ifadelerle suçlamaktadır. Oysa hiç uzağa gitmeye gerek yok, bugün kapitalist modernite adına hegemonyayı devralan Trump seçildikten bu yana nasıl, nasıl yaltaklandığı, nasıl yaranmaya çalıştığı ve nasıl yalvar yakar olarak “aman Suriye’yi, aman Rojava’nın tasfiyesi için bize yardımcı olun, bize rol verin tavırları ortadadır.” Ataları da, Lozan sürecinde aynısını yaptı. Özcesi ortak bir kareye girmek için nasıl taklalar attığının sayısını çıkarmamız çok büyük bir çaba gerektirir. Halklarımız da bunu iyi bilmektedir.
Şark Islahat Planı’nın güncel hali
Eğer içlerinde biraz samimiyet kırıntısı olsa ilk yapmaları gereken, ırkçılıkla, şovenlikle zehirledikleri Türk halkına, emekçilerine gidip Kürtlere verdikleri sözleri tutmadıkları ve Kürdistan’ı sömürgeleştirip, “vatanımız”dır diyerek yalan söyleyip kandırdıkları için özür dileyip, gerçekleri söyleme cesaretini göstermektir. Gerçek nedir, Kürdistan’ı nasıl sömürgeleştirdiklerini ve bunun için de, nasıl katliam yaptıklarını açıkça, arşivlerini açarak ortaya koymaktır. Kürdistan’a öyle geziler yapmalarına da gerek yoktur. Zaten bunu Türk halkına karşı samimice yaparlarsa, Kürtler duyar!
Aslında ikinci yüzyıl stratejisi çizilmiştir, marşı yazılmıştır. Nasıl ki geçen yüz yılın başlarında 10. yıl marşı tam bir ırkçı-şoven marş idiyse bugün yazılan yüzüncü yıl marşı da aynı içerik ve biçimdedir. Anayasa, ilk 4 ve 66. maddeleri başta olmak üzere tümüyle Kürt soykırımını tamamlama üzerinedir. Şark İslahat Planı’nın güncellenmesidir. Onun içindir ki Kürtlerin kendisini yönetmesine sınırlı bir mekanda dahi olmasına izin vermemektedirler. Bırakalım yönetmesine, bir-iki kelime konuşup-yazmasına, halaylarını dahi çekmesine izin verilmemektedir.
İkide bir de “Kürtçe TV” açtık vb. şeyler söyleyerek, Kürtlerin başına, “nankörler daha ne istiyorsunuz, bu size yetmiyor mu?” demektedirler. Bir halkın ve ülkenin varlık-özgürlük sorununu bir uyduruk TV ile izah etmeye çalışmaktadırlar. Kürtlerin onlarca kanalı var… O kanalınızı da alın başınıza çalın! O kadar!
Bunun anlamı açıktır, çünkü bir sömürgeci efendi sömürgeleştirdiği toplumu her zaman kendisinden hep aşağı görür. Hatta insan yerine koymaz. Dolayısıyla kendi eşiti olarak görmez. Görse zaten sömürgeci olmaz, sömürgeciliği sürdürmez.
İngiliz sömürgecilerinin Çin’de parkın girişine yazdıkları “buraya Çinliler ve köpekler giremez” sözünün hatırlanması gerekir. Sömürgeci Türk devleti de böyle bir kabalıkta ama bunu söyleyemiyor, yazmaya cesaret edemiyor. Ama bir zaman “kuyruklu Kürt” dediklerini de biliyoruz. Bilinçaltlarında bu ne kadar değişti?
Doğrultu Önder Apo’nun söyledikleridir
Bir belediye sınırları içinde de olsa Kürt’ün kimliğiyle, kişiliğiyle orada yönetici olmasını kabul etmemeyi nasıl anlamalıyız? Bunun dışında anlamak mümkün mü? Bunun anlamı Çin’deki parkın üzerine yazılan ifadeden özde hiçbir farkı yoktur.
İçinde bulunduğumuz süreçte, her kendisine Kürt’üm, yurtseverim diyen, bu topraklarda özgürce ve insanca yaşamak istiyorum diyen, Türk sömürgeciliğinin son yüzyılda Kürdistan’daki uygulamalarını mutlaka bir kez daha ana hatlarıyla da olsa hafızasında, bilincinde canlandırmalıdır.
Gerçek kurtuluş ve özgürlük sağda solda yaşanan gelişmelere, tartışmalara kulak kabartmak değil, Önder Apo’nun son olarak 23 Ekim’de Ömer Öcalan ile yaptığı görüşmede ortaya koyduğu doğrultu, tüm yapılacakların en özlü formülüdür. Bu da kelimenin gerçek anlamıyla halkların, inançların ve kadının özgürlüğüne dayanan bir toplumsal inşayı gerçekleştirmek için güçlü bir birlikteliğe ve örgütlülüğe ulaşmayı ifade etmektedir.