Ulysses Çevirmek: Joyce’un Babil Kulesi

Kültür/Sanat Haberleri —

Ulysses Çevirmek

Ulysses Çevirmek

  • Ulysses’in Kürtçeye çevrilme sürecinde yaşananlar Aylin Kuryel ve Fırat Yücel tarafından, Ulysses Çevirmek adıyla belgesele aktarıldı. Belgesel 7 bölümden oluşuyor. Her birinde farklı bir üslup ve anlatı yapısının bulunduğu bu kısımlar, gerçekten de Ulysses’in yapısına öykünülerek tasarlanmış görünüyor.

BİLGE AKSU

Alaylı biçimde ilgileniyorsanız dahi kaçamadığınız bir edebiyat meselesi olarak James Joyce’un Ulysses’i, bir de okullu edebiyat takipçisiyseniz, çoğu zaman meşakkatli bir derde dönüşür. Yazarın kendi süreci bir yana, çevirmenlerinin çoğunun delirmeye ramak kalmışken ellerinden çıkarıp kurtuldukları bu edebiyat olayı, niteliğine bakılmaksızın tüm edebiyat okurları için de aşılması gereken bir merhale kabul edilir. Katmanlı yapısı, mitolojik referansları, İrlanda kültür tarihine ilişkin anekdotları ya da İngiliz sömürgeciliğine dair eleştirileriyle bir an dahi zihni dinlendirmeden, 800 sayfa boyunca oradan oraya sürüklenirsiniz. Joyce’un derdi tam olarak buydu, saygı duymak zorundayız.

Yaklaşık 15 yıl önce, üniversitedeki bir film festivalinde karşıma çıkan İrlanda yapımı The Hunger filmi, yeni yeni öğrenmeye ve anlamaya çalıştığım Kürt Özgürlük Hareketinin temel dinamiklerine ilişkin çok fazla done sunuyordu. İzlerken yanımda olan arkadaşımın tamamladığı bilgiler ışığında, İrlanda’daki direnişçilerin ve açlık grevlerinin, süregiden ve geçmişteki benzer Kürt direnişçilerinin deneyimlerine ne kadar benzediğini bir çeşit ürpertiyle algılamıştım. Herhalde bu durum, Brecht’in epik tiyatrodaki kurnaz hilesinin dayandığı psikolojik mefhuma ilişkin. Bazı meseleleri çok çok uzaklarda, hiç var olmamış bir diyardaymış gibi izleyince, o güne değin görmezden geldiğiniz gerçeklik, siz gard almaya yeltenmeden suratınıza çarpıveriyor.

Benzer bir koşutluğu Kürt çevirmen Kawa Nemir de gözlemlemiş ve bundan yıllar evvel, Joyce’un çok yönlü başkaldırısı Ulysses’i Kürtçeye çevirme serüvenine girişmiş. Joyce’un İrlandalı kimliğiyle, Britanya egemenliğine dair düşünceleri, onun Türkiye Cumhuriyetinin sömürgeci pratiklerine dair izlenimleriyle örtüşmüş ve kendi başkaldırısını böyle bir yolla ortaya koymak istemiş. Elbette bu kitabı çevirmeye kalkan herkesin başına geldiği üzere, onun süreci de uzadıkça uzamış ve 10 yılı aşkın bir yolculuk ortaya çıkmış. Ulysses’in referans aldığı Odysseus’un yolculuk süresinden uzun yani.

Sömürgeci pratik

Kawa’nın giriştiği bu süreç, bir edebiyat olayını aşıyor elbette. Türkiye gibi bir coğrafyada sporun spor, sanatın sanat, felsefenin felsefe olarak kalamayışına aşinaysak, bunu da duyar duymaz düşünmüşüzdür. Bu girişim esasen, Kürtçenin akademik ortamlarda dahi sorgulanan varlığına ya da zenginliğine dair bir cevap. Dört parçalı bir yapıda, birçok lehçe ve şivesiyle yaşamaya devam eden bir dili, tek lehçe ve şiveye inmiş Anadolu Türkçesi ile kıyaslayarak, bir de zayıflık emaresi gibi göstermek, ancak sömürgeci pratiğin bir çıktısı olabilirdi zaten. Bu bağlamda, son dönem Kürtçe çalışmalarını türlü zorlukla sürdürmeye çalışan bütün kültür işçilerini selamlayalım.

Pek tabii yine de, somut bir edebi külliyatın çeşitli engeller sonucu ortaya konmakta zorlandığı Kürtçe dilinde böyle bir eserin nasıl ortaya çıkacağına dair düşünmeden edemiyor insan. Joyce’un hızlı geçişlerle süslediği çok çeşitli dil, jargon ve lehçe kullanımları, öne çıkarılan ayrıntılı İngiliz edebiyat kanonları ya da gündelik kültürel pratikleri bir başka dile yedirmek oldukça zor. Nevzat Erkmen’in 1950’de başladığı Ulysses’i çevirme süreci epey uzun sürmüştü. Bu çeviri boyunca Kore Savaşı’ndan Körfez Savaşına uzandık; Elvis Presley’i meşhur edip öldürdükten sonra genç Eminem’le tanıştık ya da Alan Turing’in tuhaf aygıtlarından Bill Gates’in Windows’una uzandık. 1950’de başlayan çeviri, 1996’da tamamlandığında, aslında Erkmen için hiçbir şey bitmiş değildi. Fakat Ulysses böyle bir metin; Armağan Ekici’nin dediği gibi, bir noktada o çeviriyi zorla alıp basmak gerekiyor.

Ulysses Çevirmek

Ulysses’in Kürtçeye çevrilme sürecinde yaşananlar Aylin Kuryel ve Fırat Yücel tarafından, Ulysses Çevirmek adıyla belgesele aktarıldı. İlk olarak Haziran 2023’te festival yolculuğuna başlayan yapım, geçtiğimiz haftalarda MUBI’de gösterime sunuldu. Kawa Nemir’in 10 yılı aşkın çeviri yolculuğu, aynı zamanda yakın dönem Türkiye’sine ilişkin çok sayıda ayrıntı içeriyor. Çözüm süreci, Gezi direnişi, 7 Haziran, kayyumlar ve yeniden başlayan çatışma ve elbette sürgün… Kawa’nın Hollanda’daki kültürel ortak miras kabul edilen yazarlar evinde son bulan yolculuğu boyunca yaşananlar, tıpkı Ulysses’in hızlı geçişler yaşatan anlatı yapısı gibi, belgeselde de oradan oraya sürüklüyor bizi.

Belgesel 7 bölümden oluşuyor. Her birinde farklı bir üslup ve anlatı yapısının bulunduğu bu kısımlar, gerçekten de Ulysses’in yapısına öykünülerek tasarlanmış görünüyor. Malum olduğu üzere bu kitabın okunmasını zorlaştıran temel etkenlerden biri, Joyce’un denediği bilinç akışı tekniği. Kimi zaman 50 sayfayı aşan cümleler arasında, karakterlerin zihin dünyasında bir yolculuğa çıkıyor ve Dublin sokaklarında dolanıyoruz. Meyhaneler, amfiler, yayınevleri, lokantalar ya da evler arasında dolanırken, aynı zamanda dönem İrlanda’sının gündelik pratiklerine, kültürel öğelerine ve çeşitli tarihsel söylemlere şahit oluyoruz. Bu biraz, Masumiyet Müzesi’ndeki meşhur bölümler gibi işte. Ya da Tutunamayanlar’ın meyhaneli sahneleri gibi. Okuru zorlayan şey, dönem İrlanda’sını yaşamadıysanız, bütün bunlara hakim olmanızın da imkansıza yakın oluşu.

İşte Ulysses Çevirmek belgeselinde de, izleme deneyimi açısından bizi zorlamasa da, böyle bir üsluba öykünüldüğünü görüyoruz. İlk kısımda çocukluktan itibaren Kürtçeyle ve dil mefhumuyla tanışan Kawa’yı, ikincide TRT arşivlerinden görüntüleri izliyoruz. Daha sonra Amed Şehir Tiyatrosu ya da matbaa işçileri çıkıyor karşımıza. Akışın üst yapısı yerli yerinde dursa da, alt başlıklarda hızlı geçişler ve tarihsel, kültürel öğeler mevcut. Bu açıdan belgeselde yapılmak istenen şey oldukça ilginç ve cezbedici.

Ulysses atmosferi

Ulysses’teki Bloom’un hiçbir şey yokmuşçasına girdiği bir lokantada yemeklere bakarken mitolojiye uzanan ve Tanrıçaların vajinalarına kadar ilerlediği düşünce süreci, belgeselde Kawa’nın cevizi ve kestanesiyle karşımıza çıkıyor. Elbette bu benzerlik bütün yönleriyle değil, Kawa’nın cevizinde ya da kestanesinde Ulysses’teki gibi erotik çağrışımlar değil, kültürel ve politik çıkarımlar mevcut. Ulysses’te bir karakterin burun karıştırması bile uzunca anlatılır ve ortaçağ inanışlarına uzanan bir yol açılırken, belgeselde Kawa’nın burun deliklerinden ha bire sigara dumanı akıyor dışarı ve elbette yine yaşadığı mücadele sürecine atıf yapılıyor. Hüzünlü ve melankolik sahneler bunlar. Tıpkı, Ulysses’in geneline yayılan atmosfer gibi.

Joyce’un başyapıtını bir mesele haline getiren önemli bir unsur da, içerdiği eşsiz metinlerarasılıktı. Sonrasında birçok yazarın giriştiği ve kiminin başarabildiği bu teknikte bütün mesele, çeşitli metinleri bir kolaj halinde, yeni bir çerçeve içinde okura sunmaktı. Bu bağlamda Ulysses’te metin içinde metinler, mektup parçaları, gazete küpürleri, şarkılar ve şiirler bulunur. Belgeselde de buna benzer bir metinlerarasılık görüyoruz. Kimi bölümlerde sırf TV üslubuna dönülüyor ve TRT arşivleri, farklı bir gözle aktarılıyor; kimilerindeyse metin içinde metin yaklaşımıyla, Amed Tiyatrosu’ndan müzikal görüntüleri ya da edebiyat tarihinden farklı pasajlar karşımıza çıkıyor. Müzikal bölümünün anlamı, Ulysses’te sırf buna ayrılan ve müzik motiflerine dair bir bölümün varlığını düşündüğümüzde, daha da anlam kazanıyor.

Dağılan Babil Kulesi

Tarihin en kadim anlatılarından Babil Kulesi hikayesi, Joyce için epey önemlidir. Daha doğrusu, onun yapmaya çalıştığı şeyi, söz konusu anlatıdaki akışı tersine çevirmek gibi yorumlayanlar olmuştur. Tanrı’nın, insan kibrine karşı ceza olarak dilleri yaratması ve iletişim imkanını ortadan kaldırması, akabinde hepsinin bir yerlere sürülmesiyle sonuçlanır. Bundan sonra artık bir araya gelmek ve ortak amaç gütmek söz konusu değildir. Joyce ise, Ulysses’te türlü jargon, lehçe ve şiveyi bir araya getirerek, dağılan Babil Kulesi’ni yeniden birleştirmeye çalışır. Belgeselde Kawa’nın çeşitli kısımlarda geçiş yaptığı çok sayıda dil, esasen dağılmış bir kültür coğrafyasını yeniden toparlama çabası gibidir. Dört ayrı dili, dört ayrı evi ve dört ayrı Kawa’yı görürüz bu kısımlarda. Sembolik açıdan, üzerine uğraşılmış bir kısım belli ki.

Joyce’un, tarihin ilk sürgün hikayesine atıfla yazdığı Ulysses’te Bloom, sokaklarda dolaşarak kendine yuva arayan bir zihni aktarırken, Ulysses Çevirmek belgeseli de bu işlevi yerine getiriyor. Sürgün’deki bir çevirmenin, parçalı kimliğini yeniden inşa etme yolculuğunu anlatan, çok katmanlı ve metinlerarası bir iş. Ve elbette tıpkı bir asır öncesinin Ulysses’i gibi, sömürge altında yaşayan bir dilin felsefesi ve yeniden oluşum sürecinin yansımaları, buna eşlik ediyor.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.