Yeni bir enternasyonale doğru
Forum Haberleri —
- 2014 yılında Kobanê’de yaşananlar özgürlükle barbarlığın, karanlıkla aydınlığın, demokrasiyle despotizmin kaçınılmaz hesaplaşmasıydı. O gün IŞİD şahsında barbarlık, karanlık, despotizm yenilgiye uğratıldı.
Doğan AMED
Merkezi Ortadoğu olan üçüncü bir dünya savaşı yaşanıyor, Ortadoğu’da. Ortadoğu’nun orta yeri ise Kürdistan ve bu savaş, çoğunlukla Kürdistan topraklarında geçiyor.
Bu savaşın karakteri, yürütülüş tarzı ve yöntemi önceki savaşlardan farklı bir biçimde gelişiyor; bir yandan askeri, siyasi ve ekonomik müdahaleler ile diğer yandan ise vesayet güçlerinin oluşturduğu vekil güçlerle yürütülüyor.
Ancak 3. dünya savaşının en önemli yönü, hegemonik ve ideolojik yönüdür. Bu süreç 1990 1. Körfez savaşıyla başladı. 2003 yılında ABD’nin Irak işgali ile derinleştirildi, işgal sonrası ortaya çıkarılan vekil güçlerle Ortadoğu ve Kürdistan Coğrafyası yeni baştan işgal edilmek istendi.
Bu 11 yıllık süreçte, hegemonik sistem ve bölge gericiliğinin vekili olarak öne çıkarılan güçlerin başında DAİŞ ve El Nusra geldi. DAİŞ’in Türkiye yapılanması olan AKP, bu savaşta çok özel ve önemli bir yere oturdu.
Türkiye’de temelleri 12 Eylül Kenan Evren darbesi ile atılan “ılımlı İslam” ve AKP örgütlenmesi, hegemonik güçlerin ve sermaye odaklarının amaçsal bütünlüğü içinde araçsal olarak ABD tarafından geliştirilen bir projeydi. ABD, ‘Ilımlı İslam” Projesi’ adı altında AKP’yi vücuda getirerek AKP yoluyla Türkiye’yi Ortadoğu’da ve İslam dünyasında model ülke haline getirmek istiyordu.
Erdoğan-AKP, kendisine verilen bu destek ile kısa sürede İktidar İslamı olan “Müslüman kardeşler” ideolojisini iktidara taşıyarak devletleşti.
ABD, İslam dünyası ve Ortadoğu coğrafyasını bu biçimde kontrolünde tutacağını hesaplıyordu. AKP, Türkiye’de ABD’nin öngördüğü siyasal İslam’ın kurucu gücü olacak, bu modeli bölgeye ihraç ederek hâkim kılacaktı. Hedeflenen buydu.
Ancak AKP, devleti ele geçirdikten sonra ABD’nin ve Avrupa’nın çıkarları dışında hareket etmeye, DAİŞ çizgisinde örgütlenmeye ve siyaset yapmaya başladı. ABD’nin kontrolünden çıkan DAİŞ ile stratejik ittifakını sistemleştirip, perçinleyerek kendisini ortaya çıkaran ve iktidara taşıyan hegemonik güce ters düştü.
Bir yandan Türk devletinin tarihsel kodları; Kürt düşmanlığı, yayılmacılık hevesleri ve köksüzlüğünü kapatma amaçlı halklara, kültürlere düşmanlığı, öte yandan Erdoğan-AKP’nin ırkçı, faşist zihniyeti çok geçmeden hegemonik sistemle sorun yaşamaya başlamasına yol açtı.
Aynı dönemlerde temelleri atılan DAİŞ örgütlenmesi de hızla kontrol dışına çıkarak hegemonyanın çıkarlarına zarar vermeye başladı. ABD’nin “ılımlı İslam” adıyla oluşturduğu AKP, hegemonik güçlerle yaşadığı sorunu aşmanın yolu olarak, DAİŞ ile yol yürümeye başladı.
Bunun için, bir yandan Irak siyasetini etkilemeye, Irak ve tüm bölgede, kendisinin de üyesi olduğu “Müslüman kardeşler” ile ilişkilerini geliştirmeye çalışırken, öte yandan ise Suriye’de Esad ile görüşüyor ve yeni dönem de Kürtlerin olası kazanımlarını engellemek için Esad’ı da kendisine müttefik kılmaya çalışıyordu.
Suriye ve Esad ailesi, Kürt karşıtlığında bir pürüz çıkarmasa da, Suriye, Irak ve yeni dönem Ortadoğu denkleminde AKP’nin (Türkiye) yedeğine düşmek istemiyordu. Yine Türkiye ve AKP tarafından, tüm bölgenin Sünni “Müslüman kardeşler” tarafından yönetilmesine karşı çıkıyordu.
Bu noktada AKP, Esad ile köprüleri atarak, bölgede bulunan radikal çete örgütleri ile ittifaklar geliştirdi. Bunun için hem tecrübesi vardı ve hem de zihniyet ve emelleri buna uygundu.
Temelleri gerilere uzansa da, Türk devleti-AKP’nin DAİŞ ile ilişki-ittifak politikası böyle oluştu. Çünkü AKP, hem Kürt soykırım politikalarında ve hem de bölgeye dönük hegemonik politikalarında kendisiyle aynı dünya görüşüne sahip olan bu güçlerden faydalanmak istiyordu ve bunların başında da, DAİŞ, EL NUSRA geliyordu.
Fakat bunun için öncelikle DAİŞ’in askeri ve ekonomik olarak güçlendirilmesi gerekiyordu. Bunun için Saddam döneminin tüm hazinesi ve silahlarını elinde bulunduran kesimler, Şii ve Kürt karşıtlığı kullanılarak, AKP tarafından DAİŞ içerisinde yer almaları için teşvik edildi.
Türkiye-AKP’nin yönlendirmesi, desteği ve bölgede bulunan diğer güçlere vaat, tehditleri ile DAİŞ Irak’ta güçlendi, Musul başta olmak üzere birçok alanı ele geçirdi ve Bağdat’a dayandı. Şengal, Maxmur ve Kerkûk’e saldırdı. Suriye’nin önemli bir kısmını işgal etti. Tüm bu saldırılarda Türkiye DAİŞ’e siyasi, ekonomik, askeri her türlü desteği sundu.
Vahşet çağına giriş ve insanüstü direniş
IŞİD, Rakka’yı işgal ettikten sonra 8 Haziran 2014’te Musul’a saldırıp bir günde ele geçirmiş, ardından da 3 Ağustos’ta yönünün Şengal’e çevirmişti.
Irak ordusuna bağlı binlerce asker ve KDP Pêşmergeleri, tek kurşun atmadan Şengal’den çekildi. IŞİD, hiçbir direnişle karşılaşmadan, adeta bu her iki gücün yol göstericiliğinde Şengal’i işgal ederek, Şengal halkını katliamdan geçirdi, binlerce kadını kaçırıp kurduğu köle pazarlarında sattı.
Gerilla güçleri, yüz binlerce Êzîdî’nin soykırım tehlikesi altında olduğu Şengale giderek, Êzîdî halkını olası bir soykırımdan kurtarırken, asıl büyük savaş ve tarihsel direniş bir başka alanda ortaya çıkmaya başlamıştı.
IŞİD, Şengal saldırısından sonra 15 Eylül 2014’te yönünü Kobanê’ye vererek saldırıya girişirken, herkesin aklında, “neden Kobanê”? sorusu yer etmişti. Bu sorunun cevabı saldırı planını yapan Türk devletindeydi: Kobanê hem alan olarak küçük ve hem de Türk sömürgeciliğinin tarihsel emel beslediği bir alandı. Şengal ile Başur ve Rojava bağlantısı kesiliyor, Kobanê ile de Rojava tümden ele geçirilerek Türkiye sınırlarına dahil edilmek isteniyordu.
Kuzey kürdistan’ın Pirsûs (Suruç) ilçesinin tam karşısında olan ve 1. paylaşım savaşı ile ortadan ikiye bölünmüş olan Rojava’nın küçük bir kenti olan Kobanê, IŞİD ve yönlendiricisi olan Türk devleti tarafından kısa sürede ele geçirilecek bir yer olarak görülmüştü.
Bu anlamda Kobanê’ye saldırı, ne sıradan bir saldırıydı ne de gelişi güzel seçilmiş bir hedefti; düşünülmüş, planlanmış ve stratejik hedef olarak belirlenmişti.
Tüm bunlar bir araya getirildiğinde, Kobanê’ye saldırının DAİŞ’in kendi başına aldığı bir karar olmanın çok ötesinde olduğu görülüyordu. Zira Daiş’in tarihsel olarak hak iddia ettiği bölgeler arasında Rojava-Kobanê yoktu-olmaması gerekiyordu; Irak-Şam İslam devleti, Şam ve Bağdat merkezliydi ve Emevi hanedanlık alanları ile sınırlıydı.
İşte Türk devleti-AKP’nin devreye girişi bu noktada başlıyordu; AKP, DAİŞ ile geliştirdiği ittifak ile Kürdistan’ın diğer parçalarını da kendisine katmak istiyor ve uzun zamandır bunun için uğraşıyordu. Yine Rojava’da gerçekleştirilen 19 Temmuz devriminin Bakur Kürdistan’da yarattığı etkiyi görüyor ve devrimin toplumsal-komünal karakterinin er geç Bakûr Kürdistan ve Türkiye’ye de sıçrayacağını, bunun engellenemeyeceğini çok açık görüyordu.
Sadece bu da değildi: Rojava devrimi, Başûr Kürdistan’da da büyük bir heyecan yaratmış, Barzani ailesi ve KDP’nin her geçen gün silikleşmesine yol açmıştı.
AKP eliyle Başûr’da kurulan ekonomik-siyasal ilişkiler ve Barzani ailesinin DAİŞ karşısındaki teslimiyet tutumu, Rojava devrimini ve özgürlük hareketini tüm Ortadoğu’da bir alternatif haline getiriyordu.
İşte Kobanê’ye saldırının kodları burada gizliydi ve esas olarak AKP-DAİŞ’in Kürtlere yönelik ortak soykırım saldırısıydı. Aynı zaman diliminde hazırlanıp MGK’de onaylanan ve hayata geçirilen “çöktürme eylem planı” bunun en açık kanıtıydı.
Bugün, Kobanê’ye dönük saldırının Türk ordusuna bağlı generaller tarafından yönetildiğine dönük onlarca kanıt orta yere serilmiş durumda.
Bunların başında gelen ise, o dönem kara kuvvetleri komutanı olan, daha sonra genelkurmay başkanı olacak olan, 15 Temmuz mizanseni sonrası ise, Erdoğan ile ordu adına ittifak yaparak savunma bakanlığına getirilen Hulusi Akar’ın Suruç trafiği geliyordu.
Hulusi Akar’ın Kobanê savaşı döneminde defalarca Suruç’a geldiği, bu gidiş gelişlerinde DAİŞ çete liderleri ile görüştüğü, DAİŞ’in komuta merkezinin esas olarak Suruç’da bulunan Türk ordu karargâhı olduğunu bilmeyen yoK.
Türk subaylarının DAİŞ komutanlarıyla birlikte, Süleyman Şah türbesi’nden saldırı kollarını koordine ettiğini, Türkiye’den silah ve cephanenin DAİŞ’e gittiğini artık kendileri de itiraf ediyorlar.
Ancak DAİŞ ve Türk sömürgeciliği tarihin en büyük direnişlerinden biriyle karşılaştı. Kobanê halkının aylar süren direnişi, insanlığın korkulu rüyası haline dönüşen DAİŞ’in sonunu getiren ilk yenilgi oldu.
“Kobanê’nin düşüşü, tüm Kürdistan’ın düşüşü demektir. Herkes bu gerçekliğe göre hareket etmeli” (Kürt halk önderi Abdullah Öcalan)
Bu perspektifle direndi Kobanê; düşüşünün tüm Kürdistan’ın düşüşü olacağının bilinciyle karşı koydu, DAİŞ ve destekçilerine.
Kobanê halkı, vahşi ve insanlık dışı IŞİD barbarlığına ve Türk sömürgeciliğine karşı sadece kendi varlığını, kimliğini, geleceğini değil, aynı zamanda özgür insanlığı korumak için 133 gün boyunca destansı direniş sergiledi.
Tüm imkânsızlıklara karşı, mahalle mahalle, sokak sokak, ev ev, hücre hücre, dirhem dirhem direndi, Kobanê. Bazı günler yiyecek ekmek bulamadı, bazı zamanlar susuzluktan kırılma noktasına geldi, kimi günler atacak mermiden yoksun kaldı, ama hiçbir zaman yılmadı, pes etmeyerek; bölgesel ve küresel şer ittifaklarıyla büyütülüp dünya halklarının başına bela edilen katil ve tecavüz ordusu yenilgiye uğratılarak, sonu getirildi.
Kobanê’nin düşüşünün, tüm Kürdistan’ın düşüşü olacağını sadece Kobanê halkı değil, tüm Kürdistan derinden hissetti ve anladı; bundandı tüm Kürdistan’ın Pirsus’a (Suruç) akması. Bundandı, geceli gündüzlü sınırlarda nöbet tutması ve bundandı, kendini tellere vurarak sel olup Kobanê’ye akması. Bundandı, anaların gözyaşları içerisinde dualar etmesi ve bundandı, nice yiğidin feda ruhuyla canını vermesi…
“Düştü düşecek” mi, sömürgeciliğin yenilgisi mi?
Tüm bunlar olurken; Türk sömürgeciliğinin başında bulunan Erdoğan ve kurmayları, Antep’e (Nizip) geliyor ve kendisine verilen bilgiler ışığında Kobanê’nin düşüşünün müjdesini bekliyordu. İşte orada söylendi o meşum söz: “Kobanê düştü düşecek”
Lakin hayat ve hakikat tersi oldu; tarih ve tüm insanlık tanıktır; Suruç’ta bulunan 100 binler tanıktır, dünyanın tüm ajansları, tüm istihbarat örgütleri tanıktır; Kobanê düşmedi, Kobanê’yi düşürmek için öne sürülen mayın eşekleri düştü; Türk ordusu utançla ve arkasına dahi bakmadan kaçtı, Kobanê’den. Cenazelerini dahi alamadan, çok övündükleri türbelerini dahi taşıyamadan, geride utanç ve rezillik bırakarak kaçtı Kobanê’den…
Adım adım gelen “Dünya Kobanê günü”
Dünya halkları; bir yandan Kürt kadınları ve gençlerinin yaşamları pahasına sergiledikleri bu direnişe, insani değerlere olan bağlılığa ve adanmışlığa, öte yandan ise IŞİD-AKP vahşetine anı anına tanıklık etti.
Savaşın en amansız anında bir YPJ savaşçısı, kendisiyle telefon üzerinden yapılan çok kısa bir röportajda, “Biz sadece kendimiz için değil, bizden sonrakiler için, tüm insanlık için savaşıyoruz; şu an üç metre ötemizde DAİŞ çeteleri var, artık mahalle mahalle değil, ev ev, oda oda direniyoruz ve belki biz öleceğiz ama dünyanın vicdanına inanıyoruz ve bu vicdanın ayağa kalkmasını bekliyoruz” demişti.
Kobanê direnişi, Kürdistan ve insanlık tarihinde nasıl bir destan idiyse, Kobanê için ayağa kalkan da bu destana kayıtsız kalmayan insanlığın vicdanıydı ve destanın devamıydı.
Kürt halkının, dostlarının 7’den 70’e onurunu korumak için geliştirdiği bu direniş üzerine, Nobel Barış Ödülü sahiplerinin, akademisyenlerin, aydınların, yazarların ve demokratik kitle örgütlerinin çağrısı ile 1 Kasım 2014’te Dünya Kobanê ile Dayanışma Günü ilan edildi. Dünyanın dört bir tarafından halklar, tarihin akışını değiştiren Kobanê’ye destek ve dayanışma amacıyla ayağa kalktı.
O günden bu yana her yıl 1 Kasım “Dünya Kobanê günü vesilesiyle alanlara çıkan dünyanın tüm coğrafyalarındaki halklar; kadınlar, gençler, anti-kapitalistler, devrimciler ve Kürt halkının dostları, yaşanan vahşeti bir yandan kınarken, bir yanda da bu vahşetin bir daha tekrara etmemesi için Kürt halkıyla emsalsiz bir dayanışma sergiliyorlar…
Yenilen IŞİD, devam eden zihniyet
2014 yılında Kobanê’de yaşananlar özgürlükle barbarlığın, karanlıkla aydınlığın, demokrasiyle despotizmin kaçınılmaz hesaplaşmasıydı. O gün IŞİD şahsında barbarlık, karanlık, despotizm yenilgiye uğratıldı.
Ancak IŞİD’in karanlık zihniyeti bugün Türk sömürgeciliği eliyle varlığını sürdürüyor. Bu anlamda tarihsel mücadele henüz sonuçlanmış değil; Kobanê direnişi ve onun etrafında şekillenen dayanışma ile IŞİD zihniyeti arasındaki mücadele biçim değiştirerek her alanda sürüyor.
IŞİD karanlığı Türk sömürgeciliği eliyle, her fırsatta özgürlük düşüncesine, onu var edenlere saldırıyor. Bu zihniyet bugün bir kez daha Kürt halkı şahsında insani değerleri hedef almaya devam ediyor.
Aradan geçen 7 yıla rağmen, Türk sömürgeciliği işgal, soykırım ve vahşet politikalarını aralıksız olarak devam ettiriyor. IŞİD, El Nusra, ÖSO vb ne kadar çete varsa, hepsini bir araya getirerek, eğiterek, silahlandırarak ordusunun bünyesinde Rojava’ya saldırılarına devam ediyor. AKP-MHP faşizmi bir kez daha savaş ve soykırım tezkeresi çıkararak Kürt halkı ve bölge halklarına yaşam hakkı tanımayacağını göstermiş oldu.
Yeni Kobanê, yeni direnişlere hazır olmak
Ancak Kobanê ruhunun yüksek sesle haykırdığı hakikat değişmemiştir: Ne kadar saldırırlarsa o kadar kaybedecekler. Halklar nerede bir IŞİD veya farklı veçhelerine bürünmüş bu karanlık zihniyet varsa onunla aynı inanç ve kararlılıkla mücadeleyi sürdürecektir.
İnsanlık geldiği aşamada hiçbir şekilde kendi özgürlüklerinden geri adım atmayacaktır. Zorba-faşist zihniyetin bu yüzyılda yeri yoktur, dolayısıyla yenilmeye mahkûmdur. Şimdi önümüzdeki görev, “Dünya Kobanê günü”nü yeni bir enternasyonale çevirmektir…
Dünya Kobanê günü tüm halklara özgürlük getirsin…