Zindanda edebiyat, hasret ve umut
Dosya Haberleri —
28 yıllık tutsağın tanıklıkları-2-
- Hapishanede yazmanın en büyük zorluğu sadece arama, sansür, mektup yasakları gibi fiili engelleme değil Yazar Ergül Çiçekler’e göre: “İçeridekiler dışarının ruh halinden uzak yaşamıyor. Bir fabrikada grev olmuşsa biz de içeride heyecanlanırız, Şırnak’tan Edirne’ye ne yaşanırsa olayları çok yakından takip ediyoruz. Böylece duvarların dışına aklımızı taşıyabiliyoruz.”
- Tutsakların çok yoğun bir yazma programı olduğunu anlatan Çiçekler, “Aynı anda pek çok çalışma yapıyoruz, bunlar için çok fazla okuma yapmamız gerekiyor. Bir yandan makaleler kaleme alıyoruz, diğer yandan arkadaşlarımızla mektuplaşıyoruz. Bunların arasında edebiyata zaman ayırmak zor oluyor. Hele bir de bir kitabı elle yazmak ve 8, 10 defa yazmak…” diyor.
- Toplumu tutsaklar konusunda çok daha duyarlı olmaya davet eden Çiçekler, “İnsan içerideyken birçok şeye hasrettir. Hasret umutla aynı şeydir, insan o umut yüzünden özlem duyar. Evet hasretimiz büyük, ama umudumuz da büyük. Artık insanların bunu görmesi ve zindanlara bakıp çocuklarına nasıl bir yarın bırakacaklarını ciddi anlamda düşünmesi lazım” diye belirtiyor.
ERDOĞAN ALAYUMAT/EYLÜL DENİZ YAŞAR
Yazar Ergül Çiçekler, röportajımızın ikinci bölümünde hapishanelerde kendisinin de bir parçası olduğu “zindan edebiyatı” geleneğini, kendisinin tutsaklığı boyunca edebiyatla kurduğu ilişkiyi ve tutsakların ne koşullarda yazınsal üretimlerini yapabildiklerini anlattı. Hapishanede hasta tutsak olarak rehin tutulduğu 28 yılda “Dört Ateşten Gün Dört Ölümden Gece”, “Çocuk Kalbim Genç Aklım” ve “Amiral Garop” başlıklı üç kitaba imza atan Çiçekler’in aynı zamanda “Turna Öyküleri” başlıklı öykü dizisi ve pek çok şiiri Önsöz dergisinde yayınlanır.
“90 kuşağı hayata hep radikal noktadan bakan bir kuşak. Biraz daha vurdulu kırdılı bir kuşak bizimkisi. Sanat-sepetçiler diye dalga geçerlerdi çok fazla edebiyatla uğraşanlarımızla” içinde yetiştiği dönemi ifade eden Ergül Çiçekler zindanda geçirdikleri yıllar içinde başka bir şeyin farkına varmış: “Arkadaşlarımız arasında 'sen şiir mi yazıyorsun, ne kadar da incesin' esprileri dönerdi. Aslında bu aşmamız gereken barikatlardan biriydi. Şiirlerimizi hep birbirimizden sakladık. Sonra fark ettik ki hepimizin ajandaları şiirlerle, öykülerle doluymuş!”
‘Raco’da ölümsüzler kervanında’
Ölüm orucunun 200. gününü geride bırakırken tamamladığı “Dört Ateşten Gün Dört Ölümden Gece”yi ölüm oruçları ve 19 Aralık katliamını konu alan bir destan olarak kaleme alan Çiçekler’in bu kitabı tiyatroya uyarlanarak 30’dan fazla ilde seyirci ile buluşur. Çiçek, bu oyunun kendisi için özel bir anlamı olduğunu belirtiyor: “Tiyatro oyununda yer alan Kenan Aktaş arkadaşımız daha sonra Rojava’ya geçti ve 2017 yılında Efrîn işgali sırasında Raco’da ölümsüzleşenler kervanına katıldı. Bu kitaptan bahsederken o nedenle kendisini mutlaka özlemle anarım.”
‘En düşük notum edebiyat'
Tutuklanmadan önce de edebiyata, şiire, sanata ilgisi olan Çiçekler, “Babam taş ustası olduğu için daha çok heykele ilgim vardı. Daha sonra edebiyatla tanıştım. İşin garip yanı aldığım en düşük not edebiyat dersiydi, ama cezaevinde kitap yazarı oldum!” derken gülümsüyor ve şöyle sürdürüyor: “Kürdistan’da büyüdüğüm için Türkçedeki gramer kurallarını hiç anlamadım. Gramer kitaplarını ezberledim hapishanede, ama hala Türkçe gramer kuralları bana çok saçma geliyor, sanki nokta ve virgül o dile ait değilmiş gibi geliyor. O yüzden editörler benim yazdıklarımı okurken çok saç baş yolmuştur.”
İnsana insanı anlatmak
Çiçekler için edebiyat yeni bir kültür, daha güzel ve yarının insanına dair bir kültür yaratmayla ilgili bir şey olmuş hep, bu nedenle insana ve mücadeleye dönük olmuş kaleminin yüzü: “Edebiyat bir ifade biçimi oldu benim için. Bir idealin var, onun için yazmak demekti yazmak benim için ilk başta. Ama sonra fark ettim ki bu yazmanın en ilkel biçimi. Evet ben bir komünistim, ama komünist bir yazar mıyım? Aslında sadece bir yazarım, yazmaya çalışıyorum ve yazılarım emekçiden yanadır. Ama yazılarımın slogan atması gerekmiyor. Asıl insanı anlatmak lazım. Bütün mücadele insan için, o halde insanın her halini anlatmak ve anlaşılır kılmak lazım.”
Siyasilerin zihni duvarları aşıyor
Hapishanede yazmanın en büyük zorluğu sadece arama, sansür, mektup yasakları gibi fiili engelleme değil Çiçekler’e göre: “28 yıl cezaevinde geçmeseydi çok daha fazla kitap yazardım, çok daha fazla konuya değinirdim. Şimdikinden daha ileri bir estetik zevkim ve bilgi birikimim olurdu. Çünkü içeride bulabildiğimiz kaynaklar çok az. Ama daha da önemlisi yaşanmışlıkların eksikliği.”
“Zindanda yaşanmışlık kısmı çok eksiktir. Bu nedenle hayatı yakalama çabası çok zaman alıyor” diyen Çiçekler, tutsakların dışarıdaki hayatı içeriden nasıl dört elle yakaladıklarını şöyle anlatıyor: “İçeridekiler dışarının ruh halinden uzak yaşamıyor. Bir fabrikada grev olmuşsa biz de içeride heyecanlanırız, Şırnak’tan Edirne’ye ne yaşanırsa olayları çok yakından takip ediyoruz. Bizim çabamız şu oldu hep; okuyarak kendini beslemek. Böylece duvarların dışına aklımızı taşıyabiliyoruz. Zindandasın ama bir kuyunun dibinde değilsin. Televizyonlar, kitaplar, gazetelerden dışarıdaki hayatın parçalarını birleştirmeye çabalıyor tutsaklar hep. Siyasi tutsağın, devrimci ve yurtsever tutsağın böyle bir çabası var. Bunu başaramayan insan cezaevinde tükenir gider, zayıflar. Edebi anlamda yazarlık yapmayan siyasi tutsaklar da bunu yapar, o nedenle zihinsel olarak zinde kalabiliyorlar.”
Bir kitabı elle 8,10 defa yazmak
Tutsakların çok yoğun bir yazma programı olduğunu anlatan Çiçekler hapishanelerdeki yoğun okuma ve yazma rutini içinde bir de edebiyat eseri üretmenin zorluklarına değiniyor: “Aynı anda pek çok çalışma yapıyoruz, bunlar için çok fazla okuma yapmamız gerekiyor. Bir yandan makaleler kaleme alıyoruz, diğer yandan arkadaşlarımızla mektuplaşıyoruz. Bunların arasında edebiyata zaman ayırmak zor oluyor. Hele bir de bir kitabı elle yazmak ve 8, 10 defa yazmak… Bir sayfada bir kelimeyi yanlış yazdığınızda o sayfa çöpe gidiyor. 1000 sayfalık bir kitabı en az beş-altı defa yeniden yazmanız gerekiyor.”
Zindan edebiyatı geleneği
Gülümseyerek, “Geç kalan bir otobüs veya sürpriz yapan bir arkadaş yüzünden hiçbir programınız bölünmüyor. Mesela benim beş yıllık programım vardı, Stalin’in bile bu kadar iyi programı olmamış olabilir!” diyen Çiçekler anlatmaya devam ediyor: ''Belki tek bir yazıyı sayfalarca ve tekrar tekrar elle yazardık erteleme şansımız yoktu. Çünkü her an çalışmalarına el konulabilirdi. Bu nedenle bir an önce yazmak ve birden fazla kez yazmak zorunluluğu ortaya çıkıyor. Bu da hızlı ve yoğun üretmeyi beraberinde getiriyor. Bu nedenle Türkiye ve Kürdistan’da ciddi bir zindan edebiyatı geleneği var. Zindandaki insanın avantajı disiplini ve çok iyi program yapabilmesi. Zindan edebiyatı çok güçlü devam ediyor.
Zindandakilerin içinde o çocuk var
Cezaevinde yazı yazan çok fazla arkadaş var, çok ciddi bir üretim var, güzel düşünüyorlar, çünkü dışarının kirine pisliğine bulaşmamışlar. Bu anlamda bakir bir yazar kitlesi var içeride. Halen kültür sanat dergileri zindandan beslenirler. Özellikle ağır dosya konularında. Biz çocukken işe kalbimizi de katarak düşünürüz, büyüdüğümüzde kalbimizi dışarıda bırakmaya başlıyoruz; iş matematiğe dönüyor, kar-zarar hesabına dönüyor. Zindandakilerin içinde o çocuk var; üretimlerinin hepsinde kalbini de içine katıyorlar.”
Doğru editöryal ve eleştirel süreç
“Zindandaki arkadaşların anıları öyle böyle şeyler değil, çoğu insan onların yaşadıklarını hayal bile edemez. Yani elimizde çok güçlü bir cevher var, ama bunu en iyi şekilde değerlendiremiyoruz” diye ekleyen Çiçekler zindan edebiyatının daha da güçlendirilmesi için doğru editöryal ve eleştirel süreçlerin önemine vurgu yapıyor: “Zindan edebiyatı noktasında sahiplenme çok önemli. Dışarıdan gelen olumlu yorumlar yazarları teşvik eder, ama sadece övgü onlara çok bir şey katmaz. İçeride de dışarıda da editör yazarın hayatındaki en önemli şeydir; ya bir yazarı mahveder ya da ona büyük katkı sağlar. Bazısı eline tırpan alıp giriyor, bazısı çiçek sulamaya giriyor o bahçeye. Benim en çok işime yarayan şey bana yönelik eleştiriler oldu. Benim cezaevinden gönderdiğim ve yayınlanmayan yazılarım oldu. Bundan sonra da içeriden gönderilip yayınlanmayan yazılar olabilir, olacak da. Önemli olan içeride yazan arkadaşların yazılarını en nitelikli hale getirerek yayınlanmasını sağlamak.”
Tutsaklara açılan pencereler
Ayışığı Kültür Merkezi’nde edebiyat atölyesi gibi çalışmalarla edebiyat faaliyetlerini daha kolektif şekilde sürdürmeyi planlayan Çiçekler şu an hazırlık aşamasında bulunan kitapları üzerine çalışmayı da sürdürüyor: “Yeşil Bulut adlı bir öykü kitabı hazırlıyorum. Şimdilik bir de roman çalışmam var, o da bitmeye yakın. Modern hesaplaşmalar olarak kafamda kurguladığım, için de yapay zeka gibi bilim kurgu öğeleri de olan başka bir kitap hazırlıyorum.”
Edebiyat çalışmalarının diğer ayağını Önsöz dergisinin yayın ekibinde sürdürmeye başlayan Çiçekler için bu çok özel bir duygu, zira Önsöz dergisinin onun hapishanedeki yazarlık yaşamında çok özel bir yeri olmuş: “Elimize dergiler geçerdi, yine birileri yaptı ama biz dışında kaldık derdik. Yine bir gün bir dergi geldi, açtık baktık ki bizden yazı istiyorlar. O dergi Önsöz’dü.”
Önsöz’ün zindanda kendisi dışında çok fazla yazarı olduğunu ve bu tutsakların kitap çıkaran yazarlara dönüştüğünü anlatan Çiçekler şöyle devam ediyor: “Yine Adil Okay ve Görülmüştür’ün çabaları çok kıymetli. Dergilerin tutsaklara açtığı sayfalar tutsaklar için bir penceredir. Ve tutsaklar gerçekten vefalıdır, bunu bir okula çeviriyorlar. Bu anlamda Önsöz gibi devrimci çevrelerin çıkarttığı kültür sanat dergilerinin zindan edebiyatında çok önemli bir yeri var. Zindandaki yazarların en iyi dostları bunlardır.”
25 kapının ardındaki hasret ve umut
“Evet, edebiyatı, sanatı konuşuyoruz ama asıl konu halen zindanlarda tutulanlar. Zindanlar ağzına kadar insan dolu” diyen Çiçekler tahliye olurken arkasından kapanan 25 kilitli kapıyı hatırlıyor: “Dışarıda elimden geldiği kadar içerideki insanların sesi olmaya çalışacağım. Evet, ben cezaevinden çıktım. Ama çıkana kadar 20-25 kapı geçmek gerekiyordu. Ardımdan kilitlenen her kapıda arkamda kalanlar vardı ve en son kapının dışına çıktığımda artık sevinecek bir şey kalmamıştı 28 yılın ardından. Cezaevinde sanatçı, bilim insanı olabilecek çok fazla insanı var. Bence zaten öyleler de. Herhangi bir şeyi yapsalar bile onu en iyi yapacak öz disipline sahip insanlar var. Benim çabam onların sesi olmaya yöneliktir, edebiyat da bunun içinde.”
Toplumu tutsaklar konusunda çok daha duyarlı olmaya davet eden Çiçekler son bir mesajla sözlerini noktalıyor: “İnsan içerideyken birçok şeye hasrettir. Hasret umutla aynı şeydir, insan o umut yüzünden özlem duyar. Evet hasretimiz büyük, ama umudumuz da büyük. Artık insanların bunu görmesi ve zindanlara bakıp çocuklarına nasıl bir yarın bırakacaklarını ciddi anlamda düşünmesi lazım. Siyasi bir tutsak bile cezaevindeyse kimse özgür değildir, kimse kendini kandırmasın.”
***
Ertelenen yaslar
Tahliye olduktan sonra ilk ne yaptığını sorduğumuz Çiçekler “İlk Kürdistan’a gittim. İlk durağım Amed’di. Dicle’nin kıyısında çayımı içtim” diye yanıtlıyor hızla, koca bir günü Dicle nehrini izleyerek geçirdiğini anlatıyor. Daha sonra da ailesinin ve yoldaşlarının mezarlarını ziyaret etmiş: ''Cezaevindeyken annemi ve abimi kaybettim, birçok arkadaş gibi yasımı erteledim. O nedenle mezarlarına gitmek kolay olmadı, gözyaşları içinde yere yığıldım. Biz annemize evlat olamadık, tüm annelere evlat olabilmek için. Kardeşimize kardeş olamadık, herkese kardeş olmak istedik. Sevgilimize sevgili olamadık, bütün insanlara sevgili olmak istedik. Artık toplumun bunu görmesi lazım; içeride bedenleri çürütülen insanlar onların evlatları, kardeşleri, yarınları.”