Narin bilinip de konuşulmayan şeylerin kurbanı
Dosya Haberleri —
![Narin Güran, eylem](https://www.ozgurpolitika.com/info/images/albums/photo-700X350-52366.jpg)
Narin Güran, eylem
Narin davasını yakından takip eden HDK Eşsözcüsü Meral Danış Beştaş ile toplumsal çürümeyi ve ilişkileri konuştuk:
- 8 yaşında bir kız çocuğunun muammaya dönüşen ölümü ülkedeki tüm cerahatı ortaya çıkardı. Narin organize bir kötülüğün neticesinde yaşamını yitirdi ancak bu organize kötülük hali, Narin’in ölümü ile de son bulmadı.
- Narin hadisesi; her bakımdan “erk”ekliğin de bir tezahürü oldu. Ortaçağ kurallarının her nasılsa günümüzde işler olduğunu gördük. Omerta Yasası’nı gördük. 'Bilinip de konuşulamayacak olan' şeylerin yol açtığı şeyleri gördük.
GÜLCAN DERELİ
Narin artık her vicdanlı insanın evladı. Bu küçük ve güzel kız çocuğunun kayıp ve katledilmesi süreci hepimizi aynı yerden vurdu. Küçük bir ailenin ve köyün içinde olup bitenler bazen bütün bir ülkeyi, bir salgın gibi yayılan iktidarcı kirli ilişkileri gösterir. 8 yaşındaki Narin Güran'ın katledilmesi münferit bir vakayı değil, iktidardan, devletten başlayıp bütün bir topluma yayılan çürümeyi bize gösterdi. En masumlarına, çocuklarına kıyan bir ülke nereye gider ki? İşte gidemiyor, birçok şeyini yitirerek olduğu yerde çürümeye devam ediyor. "Vatan" nutku çekenlerin kıydığı bir ülkenin çocuklarıyız. Peki bu çürümeyi nasıl aşacağız? Narin'i, davasını ve çürümenin boyutlarını HDK Eşsözcüsü, aynı zamanda avukat olan ve davayı yakından takip eden Meral Danış Beştaş ile konuştuk.
Narin davasında karar açıklandı, ancak birçok soru işareti yanıtsız kaldı. En önemlisi de Narin'i kim öldürdü, niye öldürdü?
Tüm kamuoyunun soluğunu tutarak izlediği yargılama süreci, hızlı bir şekilde neticelendirildi, cezalar verildi. Ancak sizin de ifade ettiğiniz üzere pek çok soru, yanıtsız kaldı. Bir davanın sonucu ya yıllarca açıklanmaz, davalar sürüncemede bırakılır ya da Narin Davası örneğinde olduğu gibi mahkeme hızlıca bir karar verir ama mahkemenin neye dair hüküm kurduğu, kime neye göre ceza verdiği meselesi bir muamma olarak kalır. Ne yazık ki Türkiye’de adalet sistemi bu! Yani işler gibi görünen ve işlemeyen bir sistem. Buna aşina olmayanımız var mı?
8 yaşında bir kız çocuğunun muammaya dönüşen ölümü ülkedeki tüm cerahatı ortaya çıkardı.
Bu olayın neleri ortaya çıkardığına dair tespitleri ifade etmeye, sorunuza yanıt vermekle başlamak mümkün. Evet, Narin’i kim, niye öldürdü?
Narin organize bir kötülüğün neticesinde yaşamını yitirdi, ancak bu organize kötülük hali Narin’in ölümü ile de son bulmadı. Belki de Narin, daha yaşam savaşı verdiği esnada bedeni sarılıp sarmalanarak bir dere yatağına bırakıldı. Ve adeta içinde suç potansiyeli taşıyanlara bir suç nasıl işlenir ve nasıl delil karartılırın dersini verdi… Dere yatağına bırakılan Narin’in üzerinde hiçbir iz kalmamıştı neticede, Adli Tıp raporlarına suçu kimin işlemiş olduğu yansımadı. Biz, ilk andan itibaren, delillerin karartıldığına dair iddialar artık daha fazla göz ardı edilemez, buna dair dikkatli olmak lazım dedikçe, konu sulandırıldı, adeta yönü değiştirildi. Şayet kaybolduğu andan itibaren kolluk gerekli özeni göstermiş ve ciddi bir şekilde arama yapmış olsa idi Narin bulunacak ve onun katilinin de kim olduğu anlaşılacaktı.
Narin’in ölüm nedeni ortaya çıkmasın diye onu suya bırakacak kadar vahşi bir akıl ve profesyonel destek söz konusu idi bu süreçte. Aksi halde Güran Ailesi bu kadar delil karartmayı nerden biliyor, kimden öğrendi, soruları da hala yanıtsız!
Ben olayı duyduğum ilk anda sosyal medya hesabımdan Narin adlı bir kız çocuğunun kaybolduğuna dair paylaşım yapmıştım. Bir köyde, kendi evi civarlarında bir kız çocuğu, olağan koşullarda evinden, ailesinden ne kadar uzaklaşabilirdi ki? Fakat meğer zaten Narin, ailesinin yanında iken bile yanlarında değilmiş, bunu çok sonra anlayacaktık…
Zaman ilerlerken Narin bulunamayınca aileyi ziyaret amacı ile köye gittim. Jandarmayı bizzat izledim; belki de mesleki bir alışkanlıkla. Jandarmalar, ağaçların altında gölgelik alanlarda sohbet ediyor ama gerçek bir arama faaliyeti yürütmüyorlardı. Kolluk kuvvetleri bu kadar mı tecrübesiz olur yahut bir hadiseyi aydınlığa kavuşturma noktasında bu kadar mı isteksiz olur, bu olayla birlikte görmüş olduk.
Şahit olduğumuz, hatta tüm ülkenin şahit olduğu, çok ciddi bir organizasyon varmış ortada meğer. Tüm köy halkı Narin’i gördükleri saat konusunda hemfikirdi. Görmedikleri bir çocuğu görmüş olduklarını ifade ederek kolluğu ve soruşturma mercilerini yanılttılar. Her yerde kamerası olan devletin bu köyde ne kadar az kamerası olduğunu, olan kamera kayıtlarının ise tüm delillerin kaybolmaya yüz tuttuğu anda incelendiğini görmüş olmamız ise başka bir tecrübe oldu. Narin’i dere yatağına bırakan arabanın varlığı neden günler sonra ortaya çıktı mesela?
İktidar kanadından isimler neden bir aileyi koruma refleksi ile söz kurdular da, bir çocuğu koruma refleksinden uzak kaçtılar? İşte Narin’i kim öldürdü sorusunun yanıtı budur!
Soruşturma sürecinde birçok eksiklik gündeme geldi. Sağlıklı bir soruşturma yürütüldü mü? Deliller yeterince toplandı mı?
Elbette ve ne yazık ki sağlıklı bir soruşturma yürütülmedi. Kolluğun arama faaliyetlerine az evvel değindim. O arama çalışmalarında asgari dikkat ölçüleri yoktu, sıradan bir olayla karşı karşıyalarmış gibi gayrı ciddi bir arama faaliyeti sürdürüldü ve Narin günler sonra, hatta tüm deliller, izler kaybolduktan sonra bulundu. Jandarma zamanında gerekli tedbirleri alıp ciddi bir arama yapsa idi, bu kadar çok delil kaybı olmayacaktı. Bu olayın üzeri kapatılmak istendi, yapılan her idari ve hukuki hamle daha fazla delil kaybına neden oldu. Ardından yargılama aşaması başladı. Son derece amatör ilerleyen arama faaliyetleri ve buna dönük toplumsal tepki ve eleştirilere rağmen, soruşturma ve yargılama aşaması da yasak savarcasına geçiştirildi. Oysa tüm toplumun bir arada aynı kaygı ile olaya yaklaştığı nadir hadiselerden birisiydi Narin vakası. Tüm bu toplumsal baskı ve endişeye rağmen yargı ayağı da geçiştirildi. Toplum haberlerde magazin dinlemek istemiyordu, bir çocuğun nasıl bir cihetle organize bir biçimde katledildiğini bilmek istiyordu. Bunu hem Narin için hem de kendileri için istiyordu toplum. Bu kadar çürümüş olmamayı tercih edercesine herkesin bir “neden” bulmaya çalıştığı toplumsal bir davaya dönüştü Narin davası. Bu bakımdan, Narin’in katilinin bulunması belki de toplumu büyük bir çürümüşlükten kurtaracaktı, öyle bir inançla sarıldı herkes davaya!
Vakidir ki, pek çok toplumsal dosyada, bazı hakikatlerin gizlenmesi için gizlilik kararları, keyfi olarak uygulanmıştır. Ancak objektif kriterlere göre gizlilik kararının esas amacı, maddi hakikatin ortaya çıkarılmasıdır. Fakat Narin Güran cinayetinin sorgu aşamasında dosya hakkında verilen gizlilik kararına rağmen, ifade tutanakları ve deliller paylaşılmış, çeşitli basın-yayın organlarında dosya içeriği tartışılmıştır. Medya mensupları, bölük pörçük devşirilen bilgiler ve donelerle halkı yanıltmakta beis görmemiş, haber alma hakkını kötüye kullanmış ve en önemlisi masumiyet karinesini ihlal etmişlerdir. Medya bunu yaparken de, her olayda yayın yasağı getiren iktidar, bu olayda nerdeyse tüm tartışmalara alenen izin vermiştir, hatta bunu istemiştir de.
Herkes kendi şovunun peşindeydi ne yazık ki! Ceza mevzuatının öngördüğü bu yaptırıma rağmen Narin dosyasının adeta kamuoyu gündeminde görüşülmesi önemli bir tehlikeyi barındırmaktadır; o da, maddi hakikatin ortaya çıkmamasıdır. Bir diğer tehlike ise, gizlilik kararı alındığı halde, dosya içeriğinden manipülasyona izin verecek kadarının sızdırılması ile soruşturmanın seyrinin değiştirilmesidir. Zira Narin’in ailesine ait ahırda mermi bulunmuş olması, ortaya silah kaçakçılığı ile ilgili soru ve iddiaları da gündeme getirmiştir. Ancak dosyanın “magazin” yönü ile ilgili yapılan sızdırma ve bu sızmalara göre yapılan haberler, gerçeklerin gizlendiğine dair kuşkuları artırmıştır.
Neden bu kadar hızlı karar verildi?
Tüm toplumca sahiplenilen bu davada mahkeme adeta, “toplumun gazını” almak gibi bir rol üstlendi. Şüphesiz bu yorumu ezbere yapmıyorum. Tüm bir kovuşturma ve soruşturma sürecinin adeta Türkiye toplumunun jüri üyeliğinde gerçekleştirildiği bir yargılama yapıldı. Evet 3 sanık şu an ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasından ötürü tutuklular ancak karar onanacak mı, bozulacak mı, buna dair söz kurmak şu an için mevzubahis değil. Fakat şundan eminim ki; karar onansa dahi, gerçekler ortaya çıkmış diyemeyeceğiz. Çünkü 3 kişi, birbiri ile yakın akraba olan 3 kişi Narin’i neden ve nasıl öldürdü, bilmiyoruz. Narin istismara mı maruz kalmıştı, sıcak yaz günü serinlemek için girdiği odunlukta aileye ait bir sırra mı şahitlik etmişti, silah kaçakçılığı yaptıkları çeşitli ifadelerle de netlik kazanan aileye ait silahlardan birisi patlayınca Narin ölmüştü de aile sırf o silahları gizli tutmak adına bu Omerta Yasası’na mı sadık kalmıştı; bilemiyoruz! Çünkü yargı süreci kurallara uygun yürütülmedi, mahkeme bir neticeye varmak adına, neredeyse toplumca failleri konusunda hemfikir olunan bir karara imza attı. Oysa mahkemelerin görevi bir beklentiyi karşılamak değil; maddi hakikate ulaşmaktır. Ancak bu şekilde tüm toplum kendisini güvende hissedebilir.
Sanıklardan Nevzat'ın kendi itirafları var. Narin'i kendi götürüp saklıyor, delillerin kısmen yok edilmesine sebep oluyor. Ve günlerce yapılan aramalarda yer alıp söz konusu duruma da göz yumuyor. Hakkında verilen kararı adil buluyor musunuz?
Dosya içeriğine basına yansıtıldığı ve hatta kamuoyunun bilmesi gerektiği ölçekte aktarıldığı kadarına hakimim. Ve aynı zamanda bir avukat olarak, dosya içeriğini tam olarak bilmeksizin bir yorum yapmam doğru değil. Fakat mesele, çocuğu öldürmemiş bir kişinin aldığı cezanın azlığını çokluğunu yargılamak olmamalı. Eğer Nevzat Bahtiyar için hükmedilen cezanın adilliği üzerinden yorum yaparsak, bizler de bize dayatılan algının gönüllü kurbanları olmuş oluruz. Mesele Nevzat Bahtiyar’a verilen cezanın adil olup olmadığı değil ki! Mesele Narin’i kimin, niye öldürdüğü ve bütün bir köyün nasıl da birlik olup katilleri koruduğu değil mi? Kaldı ki Nevzat Bahtiyar öldürmedi Narin’i, onun tek olayı delil karartmak ve asıl katilleri korumak oldu! Ne yazık ki toplum olarak benzer bir yanılgıya düşüyor, ortak bir hezeyana kapılıp koro halinde konuları, olayları tüketiveriyoruz. Öldürenlerin kim olduğu ve hangi saikle öldürdüklerine odaklanmak, devletin bazen açık bazen üstü kapalı olarak bir aileyi koruduğuna şahit olmak, kolluğun arama çalışmalarına neden odaklanmıyoruz? Ne yazık ki hem yandaş, hem merkez, hem de muhalif görünümlü ama popüler olma kaygısı ile her hadiseyi magazin hale getirmekte mahir medyanın yönettiği sürece dahil olmak, sorunları çözmeye değil derinleştirmeye yarıyor. Şu an mesele Nevzat Bahtiyar’ın yeterince ceza alıp almadığı değil; maddi hakikatin ne kadar yakınında olduğumuz meselesidir. Ve ne yazık ki 3 sanığın müebbet hapis cezasına çarptırılmış olması bilgisi dışında bir bilgiye sahip değiliz.
Bu davayla birlikte toplumsal çürüme bir kez daha tartışılır oldu. Narin davası toplumsal anlamda neyi ifade ediyor?
Narin cinayetinin ve bu yargılama aşamalarının bir turnusol kağıdı niteliğinde olduğunu ifade etmiştim. Narin hadisesi; her bakımdan “erk”ekliğin de bir tezahürü oldu aynı zamanda. Nispeten ekonomik üstünlüğü elinde tutan bir muhtarın tüm köy halkını tahakkümü altına aldığını, ekonomik gücünün yanı sıra devletle olan ilişkilerini kullanarak koca bir köyü susturduğuna şahitlik ettik. Ortaçağ kurallarının her nasılsa günümüzde hala işler olduğunu gördük. Köyden tek bir kişinin bile vicdanının sesine kulak vermediğini gördük. Sekiz yaşındaki bir çocuğun kendi evinde; annesinin, amcasının, ağabeyinin ve diğer akrabalarının yanında güvende olmadığını gördük. Kaybolanın bir çocuğun, yani, toplum nazarında bir “erk” sahibi olmayan bir bireyin, kamu görevlileri (kolluk, yargı vb) nezdinde “bulunmaya değer” görülmediğini anladık. Yargının, Narin şahsında, çocuk meselesinin çözümü noktasında hassasiyet göstermeyerek aslında bu coğrafyadaki çocuklara nasıl baktığını gördük. Velhasıl bu olay bize, coğrafyanın kader, aynı zamanda da keder olduğunu bir kez daha yaşatmış oldu; geçmişin travmaları güncellenmiş oldu. Yanıtım her ne kadar karamsar gibi gözükse de; Narin’in tüm toplum tarafından sahiplenildiğini görmek bu topraklara ve ülke halklarına olan sevgimi ve inancımı perçinledi. Bu birarada olma duygusunu, aynı olay karşısında aynı acıyı yaşayabilme olgusunu duyumsamak ise son derece kıymetli. Yani umut var!
* * *
Cinayete giden yollar örülmüş
Sanıklardan Salim Güran'ın partinizi hedef alan açıklamaları oldu, savunmasını partinize saldırarak ve "Ben vatan haini değilim" sözleri ile yaptı. AKP'li Galip Ensarioğlu da bilip de söylemediği şeyler olduğunu, aileyi yakından tanıdığını söylemişti. Aile ve iktidar arasındaki bu ilişki kararı etkiledi mi?
Elbette bu dava; güçlü(!)lerin gölgesinde kaybolan davalardan birine dönüşmüş oldu. “Bilinip de konuşulamayacak olan” şeyler, bu cinayete giden yolları örmüştür; bu net. Narin’in davasının pek çok derin katliamla aynı kaderi paylaşma riski var. Ve unutulmasın ki; sessiz kalmak, suç ortaklığıdır. Bunu sessiz kalanlara bildiği halde konuşmayanlara sormak gerekir. E, hal böyle iken, aile ve ailenin iktidar ile olan derin ilişkileri, mahkeme kararını etkilemedi dersek, safdillik etmiş oluruz. Nitekim, bu ülkede neticesiz kalan tüm davalar, faillerin iktidarlar ile olan ilişkileri nedeniyle nihayete erdirilmemiş, hakikatlerin üzeri kapatılmıştır. Bu gerçeği, Musa Anter davasından Roboskê’ye, Tahir Elçi davasından 17 bin faili meçhulün davasına kadar ezbere biliyoruz ne yazık ki!
Diğeri, yani faillerden Narin’in amcası olan sanığın savunmasında kullandığı ‘ben vatan haini değilim’ sözlerine olan aşinalığımız. Bu cümleyi, organize suç örgütü liderlerinden üyelerine, uyuşturucu kaçakçılarından silah tüccarlarına, kara para aklayıcılarından çocuk istismarcılarına, tecavüzcülerden katillere değin tüm sanıkların savunmalarında duyduk, duyuyoruz. Bu büyük suçların üzerini örtecek büyüklükte bir perde görevi görür her zaman bu vatanperverlik lügatı. Bu kutsallık atfedilen değerlerin, aslında tüm büyük suçların üzerini kapatmak amacını taşıdığı gerçeği ile doludur tüm mahkeme ifadeleri. Daha fazla söze gerek var mı; sanığın bunca ikrarı karşısında.