30 yıl sonra Kakber'e dönüş

Dosya Haberleri —

Kakber

Kakber

  • 1994 yılında boşaltılan Dersim'in Ovacık ilçesine bağlı Kakber köyü, 30 yıl aradan sonra tekrar eski yaşamına kavuşuyor. Muhtar İrfan Gürz, köyünü terk etmek zorunda kalarak batı illerine, yurt dışına ya da çevre köylere gidenlere çağrıda bulunarak, "Gelin kendi topraklarınıza dönün" dedi.

YILMAZ KAYA / DERSİM

1938 Dersim katliamında yakılıp yıkılan, 1994 yılında da boşaltılan Dersim'in Ovacık ilçesine bağlı Kakber köyü, 30 yıl aradan sonra tekrar eski yaşamına kavuşuyor. Köyün boşaltılmasından sonra dört bir yana dağılan yurttaşlar, 2010'da sadece yazın gelip yaylalarında hayvancılık yaptıkları köylerinde artık yılın 12 ayı kalma kararı aldı. Harabe halinde olan evler onarılıyor, yeni ağıllar ve evler yapılıyor. Ovacık-Hozat-Çemişgezek hattı ile Kakber köyünün de bulunduğu bu bölge, Yeşil kod adıyla bilinen kontrgerilla elemanı ve itirafçıların 89-91 yılları arasında faaliyet yürüttüğü alanların başında geliyor.

Dersim'in en eski köylerinden olan Kakber köyü, Ali Boğazı'nın hemen bitiminde, Ovacık'a 25 km uzaklıkta ve şelalesi ile bölgede ünlü. Daha önce okulun bulunduğu, elektrik ve suya sahip olan köyde yıllardır su ve elektrik yok. Köye giden yol, toprak. Köy, cumhuriyet döneminde iki kez yakılıp boşaltıldı. İlk olarak 1938 Dersim Soykırımı’nda yakıldı. Kurtulanlar Kayseri, Çankırı, Balıkesir gibi illere sürgün edildiler ve köylerine ancak yıllar sonra dönebildiler. Kakber'in ikinci kez ise Tansu Çiller'in Başbakanlığı döneminde hedef oldu.

Resmi rakamlara göre sadece 1994 yılında Dersim genelinde 183 köy, 823 mezra ve 8 bin 439 hane ya yakıldı ya da boşaltıldı.

 

'Mercan Vadisi'nden yakmaya başladılar'

1994 yılı Ekim ayında Kakber köyünün önce 4 mezrası yakıldı. Ardından da köyün boşaltılması kararı alındı. Köylerinin boşaltılmasından önce sık sık özel harekat polislerinin gelip kendilerini tehdit ettiğini belirten muhtar İrfan Gürz (64), gözaltına alınma ve kaybedilme korkusuyla köyün boşaltılmadan önce gençlerin çoğunun köyü terk ettiğini söyledi. Kakber bölgesinde ilk köy ve mezra yakma olaylarının Mercan Vadisi'nde başladığını kaydeden muhtar Gürz, o dönem yaşadıklarını şöyle anlattı: "Bizim köy dahil bölgedeki tüm yakılan ya da boşaltılan köylere gıda maddeleri karne ile veriliyordu o zaman. Ovacık Emniyet Müdürlüğü'ne gidiyorduk. Orada hanede bulunan kişi sayısına göre ne kadar yiyecek alabileceğimize dair bize karne veriyorlardı. Bu karnelerde belirtilen miktarın dışında yiyecek alamıyorduk. Çünkü yol üstündeki karakollarda bunu kontrol ediyorlardı. İşte karnede belirtilen miktarda 3 torba un, 2 torba şeker, çay gibi. Bizim buraya sonbahardan itibaren yağan kar yüzünden 6 aylık gıda ihtiyacımızı bir seferde alabiliyorduk. Yollar bahara kadar kapalı oluyordu. Karne ile gıda maddelerini alıp köye döndükten tam bir hafta sonra Mercan Vadisi'nde köy ve mezra yakma olayları başladı. Köyleri yaka yaka bizim köye kadar geldiler. Ben o zaman 34 yaşındaydım. Köyde gençler kalmıyordu, sadece yaşlılar vardı. Bizim köy mezralarla birlikte 40 haneydi. Önce saat 6'yı çeyrek geçe Xinzori, Camurek, Sarolan ve Delcek mezralarını yaktılar. Köyün dışındaydım ve mezraların yakılmasını gördüm.''

 

'Ya terk edersiniz ya da yakarız’

Muhtar İrfan Gürz daha sonra askerlerin kendi köylerine geldiğini ve başlarındaki subay tarafından köylülerin “yarım saat içinde köyü terk edin” denilerek tehdit edildiğini belirterek şunları anlattı: "Bir süre sonra telsizle üstleriyle yaptığı konuşmadan sonra, 'Size üç gün süre veriyorum. Ya terk edersiniz ya da köyü yakarız' demiş. Askerler gidince biz gençler de köye döndük. Eşyalarımızın ve yiyeceklerimizin tamamını alamadık. Taşıyabildiklerimiz kap kacaklarımızı ve hayvanlarımızı toplayarak dağ yolundan Ovacık'ın Kızık köyüne gittik. Oralarda bir süre çadırlarda, barakalarda yaşadık. Sonra bir kısmımız dağıldı. İstanbul'a giden, yurt dışına giden oldu. Biz, Malatya'ya göç etmek zorunda kaldık. Annem ve babam orada vefat etti. Köye girişler yasak olduğu için orada toprağa verdik.

 

‘Sadece yaz değil tüm yıl kalacağız’

Köylere dönüşe izin verilince 2009'da döndüğünü anlatan Gürz, “2010’dan sonra ise köylüler gelmeye başladı. Bu yıla kadar hep yazları köye gelerek köyün yaylalarında hayvancılık yapıyoruz. Ev ve ahırların çoğu bakımsızlıktan harabeye döndüğü için önce çadırlarda kaldık yaz boyunca, sonra ev ve ahırları onardık, yeni ev yaptık. Ben boşaltılan köy okulunda kalıyordum geldiğimde. Daha sonra ev yaptım. Malatya'da yaşanan deprem sonrasında kışın burada da kalamadık. Ailece Yoncalı köyüne geldik. Bazı aileler kışın Yoncalı'da, bazıları da Kızık'ta kalıyor. 4-5 yıldır baharla birlikte köye gelip kışın dönüyorduk. Ama şimdi kalmaya karar verdik. Sadece hayvancılık yapmak için değil, bu yıldan itibaren artık yılın 12 ayı burda kalmaya karar verdik. Ben burada doğup büyüdüm. Bir insan manevi değerlerini bilmezse insan değildir. Ben bu köye verdiğim emeği başka yerde verseydim şimdi trilyon sahibiydim. Ama benim burada dedelerimin, atalarımın mezarları var. Doğup büyüdüğümüz bu toprakları terk etmeyiz” dedi.

Köyde yeni evler ve ahırlar yaptıktan sonra kimliği belirsiz kişilerin köye gelip neden buraya yerleşmek istediklerini sorduklarını aktaran muhtar Gürz şöyle devam etti: "Geçenlerde araçla iki kişi geldi. Onları çay içmeye davet ettik. Birisi şunu söyledi, 'Neden bu köye yerleşmek istiyorsun, neden bu kadar masraf yapıyorsun' dedi. Ben de onlara, 'Burası benim ata toprağım. İstediğim zaman bu toprağa uzanırım, kendimi yuvarlarım, bağırırım, çağırırım. Burası benim toprağım. Burada doğup büyümüşüm. Ben nasıl buraya masraf etmeyeyim, emek vermeyeyim' dedim. Ben maddiyat peşinde değilim, ben maneviyatımı, tarihimi, kültürümü yaşamak istiyorum. Anne ve babamın mezarı şu an burada olsaydı, en azından yılda bir iki kez çocukları gelip mezarlarını ziyaret ederlerdi. Benim mezarım da burada olmazsa çocuklarım bu köye gelmez ve geçmişimizi unutmuş oluruz.”

 

‘Yeniden yaşanılır hale getirebiliriz'

Köyde elektrik, su ve yol olmadığı için kışın kalamadıklarını, ancak her şeye rağmen kalmaya kararlı olduklarını belirten muhtar Gürz, "Köyde şu anda 10 hane var. 8'inin elektrik projesi tamamlandı. Bağlayacağız dediler ancak ses seda yok. Suyu kendi imkanlarımızla çektik. Borular yardımıyla kaynaktan su çekip köy meydanına kadar getirebildik. Ancak yolumuz halen toprak. Defalarca Kaymakamlığa, Valiliğe, İl Özel İdare'sine başvurduk. Yol, elektrik ve su için. Bize tamam diyorlar, sonra da 'ödenek yok' deyip sessiz kalıyorlar. Bir köyün elektrik, su, yol sorununu kamu kurumları yapmak zorunda. En son yine köyde kadınları da yanıma alarak kaymakamlığa gittik. İl Encümen üyeleri ile birlikte Vali Yardımcısı ile görüştük. Dilekçelerimizi verdik, taleplerimizi ilettik. Bakacağız dediler, ancak bir sonuç yok. Biz burada 65 tane muhtarız. Onlara çağrım var. Ortak hareket etsek, altyapı, elektrik, yol, su hepsini tamamlayabiliriz. Ama muhtarlar ortak hareket etmiyor. Eleştirmezsek, gerçeklerle yüzleşmezsek doğru olanı bulamayız. Biz ancak birlik olursak burayı yeniden yaşanılır hale getiririz" dedi.

‘Topraklarınıza geri dönün'

Köyünü terk etmek zorunda kalarak batı illerine, yurt dışına ya da çevre köylere gidenlere çağrıda bulunan muhtar Gürz, "Gelin kendi topraklarınıza dönün. Bizim gibi birçok köy var. Köye dönüşe izin verildikten sonra köye dönmeyi arzulayan çok aile var. Ama bazılarında halen ya gelip tekrar yakıp boşaltırlarsa kaygısı var. 'Köye gelip yeni ev ve ahırlar yaparsak boşuna masraf yapmış oluruz' kaygısını taşıyorlar. Birlik beraberlik içinde hareket etmezsek hiçbir yere varamayız. Köylerini terk edenler, tarihlerini, inançlarını, kültürlerini unutmasınlar. Bu topraklar onların yurdu. Gelsinler birlik içinde tekrar köylerimizi yaşanır hale getirelim" şeklinde konuştu.

 

‘Yaktıklarını gözlerimizle gördük’

1994 yılında köyün boşaltılmasından sonra ailesiyle birlikte Ovacık'a bağlı Kızık köyüne yerleşen, yazları hayvancılık Kakber köyüne giden ve kışı Kızık'ta geçiren köy sakinlerinden Mesut Aslan, su sorununu kısmen hallettiklerini, elektrik olmamasına rağmen bu yıl kış mevsiminde de köyde kalmaya karar verdiklerini söyledi. Köylerine ilk baskıların 90'lı yılların başından itibaren olduğunu kaydeden Aslan, ''Bölgemizde mezraların yakıldığına tanık olduk. Yanan mezraya gittiğimizde yerde üzerinde Milli Savunma Bakanlığı yazılı konserveler ve yere atılmış küçük yuvarlak ekmekler vardı. Kaç gün sonra askerler köye geldi. 'Teröristler gelip mezrayı yakmış, siz niye müdahale etmediniz' dediler. Ben de onlara boş konserveleri gösterdim. 'Eğer teröristler yakmış ise bu konserveleri siz onlara satmışsınız. Yok satmamışsanız, o zaman konserveler size ait ve köyü siz yaktınız. Biz gözümüzle gördük siz yaktınız' dedim. Cevap vermeden gittiler" dedi.

'Gençleri burada bırakmayın'

Köyün 1990 yılından itibaren insansızlaştırılmak istendiğini kaydeden Aslan, "Köye gelip doğrudan 'köyü boşaltın' demiyorlardı. 'Buraları tehlikelidir, çocuğunuza yazık olur' diyorlardı. Köyün gençlerinin çoğu zaten köyü terk ediyordu. Örneğin bir subay gelmişti. Babama da söyledi, 'gençlerinizi burada bırakmayın, buranın geleceği yok' diye. İlk başlarda zor kullanarak değil, ikna ile köyü insansızlaştırmak istiyorlardı. Biz sonra düşündük, 'Buranın geleceği yok' demekle neyi ima etmek istiyorlar. Buna anlam veremedik, yani neden böyle diyorlar. Bizler kendi yaşamımızdan memnun isek neden birileri buradan gitmemizi istiyor diye düşündük. Önceden buranın boşaltılmasına karar verilmiş demek ki" şeklinde konuştu.

'Yeşil ilk olarak burada deşifre oldu'

Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım'ın isminin ilk olarak Dersim bölgesinde duyulduğunu ve Yeşil'in kendi ekibiyle sık sık köylerine gelerek tehditlerde bulunduğunu vurgulayan Aslan, bir anısını şöyle anlattı: "Yeşil 1989-90'larda geliyordu bölgeye. Mesela ekibiyle birlikte köylere gidiyor, bir iki evi işaret ederek buradan kendilerine koyun keçi getirmelerini istiyor. Köylüler de korkudan mecburen getirip veriyordu. Gece köyde konaklıyorlar, etlerini yiyorlar ve sabah gidiyorlardı. Kakber'e geldiler bir kez. Babamdan kendilerine bir keçi kesmesini istediler. Babam da mecburen bir keçi kesti onlara. Akşam yemeklerini yedikten sonra ayrıldılar köyden. İstedikleri yere gidip keyiflerine göre dilediğinin malını, eşyasını, davarını alıyordu. Yeşil ilk kez milletvekili Kamer Genç tarafından deşifre edildiği için ismini duymuş, fotoğraflarını görmüştük" dedi.

 

Yeşil'in ikinci kez köye gelişi

Yeşil'in son olarak 1991 yılının Nisan ayında köylerine geldiğini kaydeden Aslan, o gün Yeşil ile aralarında yaşananları şöyle anlattı: "Karşı dağ tarafından silahlı olarak 18/20 kadar kişi köye doğru gelmeye başladı. Asker ya da özel harekat polisleridir diye düşündük. Köye henüz girmeden girişte Ahmet adlı bir çocuğu yakalayıp bizim 'Op' dediğimiz toprağa kazdığımız sulama havuzuna, o çamurlu suya sokup dövmeye başladılar. 'Kimler köyünüze geliyor, hangi gruplar, sığınakları nerede' diye sorup dövmeye başladılar. Sonra bırakıp köyün içine yöneldiler. Yeşil ve yanındaki iki kişi sivildi. Kalan diğerleri ise askeri elbise giymişlerdi. Köyün içine dağıldılar. Yeşil köy meydanına gelip, 'Herkesi Mesut Aslan'ın evine toplayın' dedi.”

‘Yeşil herkesi bizim evde topladı’

Yeşil’in çoğu yaşlı insanlardan oluşan köylüleri evinde topladığını söyleyen Mesut Aslan devamında şunları anlattı: "Bizim evde ara salon var böyle uzun, iki taraflı ve geniş. Salonun duvarının her iki yanına insanları dizdi. 'Süleyman kim, Mesut Aslan kim' dedi. İkimiz de yan yana duruyorduk. 'Mesut Aslan benim' deyince, ikimizin ayrılarak karşı tarafa geçmesini istedi. Sonra köylülere dönüp, 'Siz onlara yardım ediyorsunuz. Ben kimseden korkmam, kimseyi dinlemem' diyerek ağza alınmayacak küfürler etmeye başladı. Köylümüz Hıdır Güneş vardı. Geçen yıl vefat etti. Yeşil böyle küfürler savurunca, o da dayanamadı, "Hayırdır, darbe oldu da bizim mi haberimiz yok. Cumhurbaşkanı’na, Başbakan’a küfürler ediyorsun' deyince Yeşil sert tepki gösterdi. Sonra bizlere dönüp, 'Teröristler Hozat'a, Çemişgezek'e, Ovacık'a, Buzlutepe'ye giderse bu köyden geçmek zorunda. Siz onlara yardım ediyorsunuz, nerede olduklarını biliyorsunuz' dedi. Hıdır Amca yine tepki göstererek, 'Teröristlerin demiryolu mu var hep aynı yolu kullanıyorlar. Başka yol, tepe, patika, dağ kalmadı mı hep bizim köyün yolunu kullanıyorlar' deyince Yeşil herkesi dışarı çıkardı. Sadece benim kalmamı istedi. İçeride ben, Yeşil ve silahlı iki sivil vardı. O sivillerden birini iyi hatırlıyorum. İki üç yıl önce İstanbul Avcılar’da bir mafya operasyonu olmuştu. Orada yakalananlardan biri o gelen sivillerden biriydi. Uzun saçlıydı, yüzünü hiç unutmuyorum.''

Yeşil’in ajandası

O gün Yeşil’in elinde herkesin isminin olduğu ve yanına notların düşüldüğü bir ajanda olduğuna işaret eden Mesut Aslan devamında şunları aktardı: "Sırayla köylüleri içeriye alıyordu. İsmine listeden bakıp, 'Dağdakiler geliyor mu buraya, onlara ekmek veriyor musunuz' diye sorular soruyordu. Kimine hakaret ediyor, kimini tokatlıyor, kimine 'seninle sonra görüşeceğiz' diyordu. Herkesi böyle sırayla sorguladıktan sonra bana dönüp 'sığınakları göstereceksin' deyince, 'Sen dağdaki insan olsan sığınağını bir sivile gösterir misin. Ben sığınak falan bilmiyorum. İster beni öldür, ister serbest bırak' dedim. Dönüp bana, 'Seni az sonra Kakber şelalesinin oraya götüreceğim, sabaha kadar seni suya sokup konuşturacağım' dedi. Şiddetli bir yağmur yağdığı için askerlerin bir kısmı benim evde, bir kısmı da diğer evlere dağılmıştı. Yağmur olduğu için sabaha kadar köyde kaldılar. Ben, Yeşil ve iki sivil baş başaydık. Sürekli çökelek istiyordu. Tabak tabak getiriyorduk. Bitirince tekrar istiyordu. 'Dağdakilere veriyorsunuz, bize de vereceksiniz' diyordu. Sorgulama faslı bitince televizyonu açtı, bana da yanında kalmamı istedi. Ne o ne de yanındaki iki sivil sabaha kadar uyumadılar. Yeşil düzenli aralıklarla bir hap alıp yutuyordu ve bu şekilde hep dinçti. Sabah hava aydınlanınca muhtarı çağırdı. Akşamdan tüm köylülerin kimliğini almıştı yanına. Muhtara dönüp, 'Yarın Ovacık İlçe Jandarma'ya gelip alırsın' deyip köyü terk ettiler. O tarihten sonra Yeşil'i görmedim. Zaten 3 yıl sonra da köyümüzü boşalttılar."

'Bu kıştan itibaren köyde kalacağız'

2010 yılından itibaren sadece yazın hayvancılık yapmak için köye geldiklerini belirten Aslan, köyü yeniden yaşanır hale getirmeye çalıştıklarını belirterek şunları söyledi: "Yazları geldiğimiz ilk yıllarda çadırlarda ya da kullanılabilir evlerde kalıyorduk. Sonraki yıllarda evleri onardık, yeni evler yaptık. Yazın Kakber'de, kışın da Kızık köyünde kalıyorduk. Artık bu yıldan sonra kışları da kendi köyümüzde kalacağız. Elektrik sorunumuz var. Suyu geçici olarak temin etmeye başladık. Tüm eksiklik ve geri bırakılmaya rağmen kendi köyümüzde yaşayacağız."

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.