Berlinale’de hayal kırıklığı
Kültür/Sanat Haberleri —
- Berlinale’de ilk defa YPJ ile ilgili bir film gösterildi ancak o da hayal kırıklığı oldu. Negin Ahmadi’nin “Darvazeye Royaha” (Rüya Kapısı) isimli filminde ne yazık ki hikayesi anlatılan insanların duygularıyla buluşmak pek mümkün olmuyor. Filmde kendi duygularını görsel bir günlük olarak paylaşan yönetmenin hikayesini izliyoruz.
SUSAN WEINBLATT/BERLİN
Tahran’da doğan Kürt yönetmen Negin Ahmadi’nin “Darvazeye Royaha” (Rüya Kapısı) isimli filmi Berlinale’nin Generation 14plus bölümünde gösterildi. Generation ve Generation 14plus genellikle hem filmlerin konusu olarak hem de izleyici kitlesi olarak çocuk ve gençleri hedef alan bölümler. Rojava’daki kadın savunma birlikleri YPJ hakkında bir belgeselin neden bu bölümlerde gösterildiği merak edilse de Berlinale’de ilk defa YPJ ile ilgili bir film gösterilecek olması da heyecan yaratmıştı.
Bu yıl tamamen Ukrayna’ya ve İran’a adanan festival, Alman devletinin dış politikası ile aynı hatta ilerleyerek Ukrayna’daki direnişi tamamen destekleyen bir dili benimsedi. Görünen o ki yakın zamanda Ukrayna’ya gönderilen tankların Alman kamuoyunda daha da sempati yaratması için festival büyük bir propaganda imkanı olarak görüldü. Ukrayna’nın Rusya işgaline karşı geliştirdiği direnişin meşruiyetinden bağımsız, neden Rojava’da DAİŞ’e karşı direniş sürerken sarı-kırmızı-yeşil Berlinale rozetleri bastırılmadı, o zaman neden kırmızı halıda “Jin jiyan azadî” sloganları atılmadı diye merak etmemek elde değil. Keza bu sloganın festival tarafından resmi olarak benimsenmesi için yine bir ulus devlete tabii “İranlı” kimliğinin bu sloganı kendine mal etmesi gerekti. Yine işgale karşı direnişte tanklarla ve film festivalleriyle bir halkın desteklenmesi için de o halkın, yani Ukrayna’nın bir ulus devlet olması gerekti.
Berlinale’de bir ilk
Berlinale tabi ki Kürt filmlerine ve Kürt meselesine yönelik filmlere de yer verdi. Türkiyeli kadın yönetmen Yeşim Ustaoğlu’nun “Güneşe Yolculuk” filmiyle 1999 yılında aldığı Altın Ayı hala akıllarda. Ya da geçtiğimiz senelerden “Okul Tıraşı” gibi filmler gösterildi, bu sene forum bölümünde Yüksel Yavuz’un Kürt göçmen kimliğiyle ilgili belgeseli yeniden gösteriliyor. Bu yıla kadar Berlinale her zaman eğileceği toplumsal konularda kendi sanatsal çıtasını koyarak film seçimlerini yaptı, bu yıl ise farklı bir politikaya gitti. Fakat Fransa’daki DAİŞ karşıtı duygulardan beslenerek kendine geniş yer bulan silahlı mücadele veya kadın öz savunması gibi konular Berlinale’de daha evvel gösterilmemişti.
Film hayal kırıklığı oldu
İşte Negin Ahmadi’nin filmini böyle bir bağlama oturtarak düşünüp izlediğimizde sonuç ne yazık ki biraz hayal kırıklığı oluyor. Özellikle Kobanê ile gündeme gelen Rojava ve YPJ’li kadınlar dünya çapında büyük bir ilgi gördü. Bölgeye akın eden gazeteci ve belgeselcilerin niyetlerini anlamak, onların güvenliğini sağlamak, çevirmen sağlamak, olan biteni doğru anlatmak o zaman da hala da çok zor bir iş oldu. Bu yola çıkmadan önce okuyarak araştırarak konu hakkında çok fazla şey öğrenilebileceği pek çok gazeteci ve sanatçı tarafından acı olarak tecrübe edildi. Bölgede direnen özneler ise, bütün bu ilginin ardından özellikle Batılı sanatçıların ülkelerine döndüklerinde neler anlattığı üzerine kontrolü tamamen yitirdiler. İyi niyetle sofralarını paylaştıkları, kendi bedenleriyle korudukları insanlar bazen Avrupa’ya döndüklerinde bu öznelerin kendi ağzından çıkan hikayeleri bambaşka formlara dönüştürdüler. Genç savaşçılar zorla mı katılıyordu? Evlenmeleri yasak mıydı? Bütün dünya bir Kürt kadınların saçlarını nasıl taradığına bir de neden evlenmediklerine kafayı taktı bu dönemde.
Başka bir hikaye yazılmış
Kendisi de genç bir Kürt kadın olan Negin Ahmadi, erken yaşta evlendirildikten sonra boşanıyor ve bu esnada Rojava’ya giderek savaşı kamerasına kaydetmeye karar veriyor. Tabi ki onun yaptığı ile Batılı sinemacıların yaptıkları dolayısıyla karşılaştırılamaz bile. Kendisi özgürlüğe dair bir sorunun, bir merakın peşinden gidiyor ama kamerayla hakikat arayışında her zaman olduğu gibi “objektif” bir hakikati değil ancak kendi hakikatini buluyor. Bu hakikat öz savunma fikrini tam kavrayamamış, filmdeki öznelerin anlattıklarının üzerine başka bir hikaye yazmış bir film olarak karşımıza çıkıyor.
Yönetmenin kendi hikayesi
Kürt sinemasının filmleri, filmleri yapanlar izlemiş olsa da olmasa da birbiri ile konuşur. Bakur filminin açılışında Atakan Mahir ölümün ve yoldaşlarını kaybetmenin acısı ile nasıl baş ettiklerini anlatır. “Durup düşünecek olsa insan devam edemez” der. Negin Ahmadi filmini çekerken görüştüğü kişiler ona mütemadiyen resimler gösteriyorlar: Şehit düşen kadınların resimlerini. Yeni çıkan Kobanê filminde gösterilen Şehit Zilan’ın belgesel görüntüleri de bu filmde yer alıyor. O sırada insan merak ediyor, arkadaşları acaba Zilan’ın bu videolardaki güzel hallerini gördü mü? Bu görüntüler, bu mücadelenin sahiplerinin arşivlerinde de yer alıyor mu? Peki bütün bu insanlar neden öldüler? Gerçekten sadece hayatla inatlaşmak, zincirlerini koparmak için mi? Ölmeselerdi ne olurdu? DAİŞ kazansaydı ne olurdu? Savaş gerçekten yönetmenin dediği bir bağımlılık mı yoksa zorunluluk mu? Filmde ne yazık ki hikayesi anlatılan insanların duygularıyla buluşmak pek mümkün olmuyor. Kendi duygularını görsel bir günlük olarak paylaşan yönetmenin hikayesini izliyoruz.