‘Burada nefes aldı, buraya geldi’
Kadın Haberleri —
- Şehit Zîlan’ın ablası: Zeynep, çevreye, topluma, mücadeleye duyarlıydı. Özentisi yoktu, çok doğaldı. Köylüyle köylü, çocukla çocuk, aydınla aydın olurdu. Konuştuğu zaman karşıdakine güven veriyordu. Yani insanları mıknatıs gibi etrafına çekiyordu, sevgi doluydu.
- Kayıplar olduğunda bedeninden bir parça gitmiş gibi hissediyordu. Gitmeden bir ay önceydi, çok yoğunlaşmıştı. Oturup dalmıştı. ‘Zeynep kalk halıları toplayıp yıkayalım’ diye çağırdım ama duymadı. ‘Abla şehit vermişiz’ dedi. Sanki dersin canından bir parça koparmışlardı. Öyle üzgündü.
- Eylemi yaptığında yurtdışındaydım. Televizyondan duydum. İçime bir ateş düştü. ‘Bu benim bacımdır’ dedim. Barış sürecinde Dêrsim’e gittim; eylem yaptığı yere. ‘Burada nefes aldı, buraya geldi’ diyorsun. ‘Bir umuttur’ diyordum, ona ait bir şey arıyordum. Bir şeyi kaybedersin delik delik ararsın ya.
TANYA YILMAZ
“Bir gün uçaklar kalkıyordu. Öyle durdu. Gökyüzüne baktı. ‘Bunlar yine gidip nereyi bombalayacaklar?’ dedi. O an sanırsın ki savaşın içindeydi. Bedeni yanımızdaydı. Ama ruhen oradaydı” diyor Şehit Zîlan’ın ablası.
Zîlan (Zeynep Kınacı), 28 yıl önce, 30 Haziran 1996’da Dêrsim’de yaptığı fedai eylemle kadın ordulaşmasının, dirilişin ve yeni bir mücadelenin kapısını açtı. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, eylemi ‘Yaşam manifestosu’ olarak tanımladı.
Ablası, Zîlan’ın aile yaşantısına ilişkin ayrıntıları, birlikte yaşadıkları anları gazetemize anlattı:
“Kürt-Alevi bir aileydik. 70’lerde daha çok ‘Sol Davası’ vardı. Solcu gençler bizim eve gelirlerdi. Dünyadan kopuk bir aile değildik. Duyarlı bir aileydi. Öyle bir ortamda büyüdü Zeynep. Farklı biriydi. Ortaokuldaydı galiba. Bisiklete biniyordu. Anam, ‘Sen kızsın, herkes laf eder, binme’ diyordu.O da ‘Ana etsinler’ diyordu. İlk defa mahallede kız olarak Zeynep bisiklete bindi.
Çevreye, topluma, mücadeleye duyarlıydı. Özentisi yoktu, çok doğaldı. Hatta çevreden kadınlar da‘Bizim kızlara benzemiyorsun’ diyorlardı. Köylüyle köylü, çocukla çocuk, aydınla aydın olurdu. Ve çekim gücüydü. Konuştuğu zaman karşıdakine güven veriyordu. Yani insanları mıknatıs gibi etrafına çekiyordu, sevgi doluydu. Yaklaşımları sahte değildi. İnsanların arkasından konuşmazdı, yüzüne karşı konuşurdu. Yapıcı, onu geliştirecek eleştiri yapardı. Röntgen teknisyeni olduğunda Urfa Birecik’te görev yapmıştı. Orada kadınların yaşadığı baskıyı, toplumda yeri olmadığını anlatırdı. Orada işkence gören köylüleri, yoksulluğu görmüştü. ‘Bu sistemin değiştirilmesi lazım’ diyordu. Duyarlı bir insandı.
Ailede kurtarıcıydı
Babamın hasta olması onu derinden etkiledi. Annemin de hastalıkları vardı. Sorumluluk duygusu gelişkindi. Aileye karşı da sorumluydu. Evin geçimi Zeynep’in omzundaydı. Nasıl desem bizim kurtarıcımızdı. Ailede bir kurtarıcıydı. Evin en küçüğüydü ama sanki evin en büyüğüydü. Bize güç verirdi. İnsan sırtını rahat dayıyordu. Farklı bir pozisyonu vardı. Bir de evin küçüğü olduğu için çok nazlıydı. Gerçekten onu çok seviyorduk. Annemle babamın şalvar giyinmesini çok severdi. ‘Aleviliğinizi yaşatın’ diyordu. İnsani yönü babam gibiydi. Vicdanlıydı, her zaman ezilenin yanında yer alırdı. Yani bana ne demezdi. Toplumda ezilenlere yardım ederdi, onlarla öyle konuşurdu ki onlar Zeynep’in yanında kendini rahat ve güvende hissederlerdi. Üniversiteden arkadaşlarını eve getirirdi, onlara misafir olduklarını hissettirmezdi, ailenin ferdi gibi davranırdı.
Betonu yeşertti
Evimizin arkasında bir bahçe vardı. Anam her gün suluyor, süpürüyor. Beton gibi yapmıştı. Bir ot bile yeşermiyor. Resmen beton, çamur mamur yok. Dedik bir şeyler ekelim. Zeynep, ‘Abla biz burayı yeşertebiliriz’ dedi. Kazdık. Komşuların bahçesinden davar gübresi getirdik. Zeynep çuvallara doldurup duvarın üstünden bana veriyor. Her tarafımız gübre olmuş. (Gülüyor) Anam, ‘Bu ne her taraf çamur içinde. Her tarafı batırdınız’ diyor. Beton yapmış ya. Anam da çok temizdi. ‘O pirelerle eve gelmeyin’ diyor. Neyse. Oraya fasulye, domates, biber ektik. Yeşerttik valla. Zeynep, her sabah nöbetten çıkıp eve geliyordu, önce bahçenin içinde dolaşırdı, sonra kapının ziline basardı. Betonu yeşertti.
O gidenler de anne-baba evladı değil mi?
Bir gün uçaklar kalkıyordu. Öyle durdu. Gökyüzüne baktı. ‘Bunlar yine gidip nereyi bombalayacaklar?’ dedi. O an sanırsın ki savaşın içindeydi. Bedeni yanımızdaydı. Ama ruhen oradaydı. Kayıplar olduğunda bedeninden bir parça gitmiş gibi hissediyordu. Sanki dersin ki o düşen kendisidir, kendi bedeninden bir parça gitmiş gibi hissedebiliyordu. Gitmeden bir ay önceydi, çok yoğunlaşmıştı. Oturup dalmıştı. ‘Zeynep kalk halıları toplayıp yıkayalım’ diye çağırıyorum ama duymuyor. Üzgündü. ‘Bir şey mi oldu?’ diye sordum. ‘Abla şehit vermişiz’ dedi. Sanki dersin canından bir parça koparmışlardı. Öyle üzgündü. Ona dair duygusal yaklaştığımızda, ‘Abla o gidenler de anne-baba evladı değil mi? Onlar da ana-baba evladı. Böyle duygusal yaklaşılmaz’ derdi.
Gittiğin yerde yaşamı güzelleştir
Yurtdışına çıkacaktım. Boş bir kaseti teybe koydum, sesini kaydedeyim dedim. Fark etti gitti kapattı. ‘Ben ölem, gidiyorum sesini alayım’ dedim. Farklı bir bağ vardı aramızda. O zaman şarkı söyledi. ‘Orada, gittiğin yerde yaşamı güzelleştir. Kimsenin yaşamı güllük gülistanlık değil. Önemli olan yaşamı her yerde güzelleştirmektir’ dedi. Orada ‘Ax Lê Nazê’ şarkısını söylüyor, güneşle ilgili şiiriokuyor.
O gün gitti…
Gideceğini bilmiyorduk. Sadece bir göreve gidip geleceğini söyledi. Çıkmadan bir gün önce anamın alışverişini yaptı, borçlarını kapattı. O zamana kadar hastanede röntgen teknisyeni olarak çalışıyordu. Çıkana kadar da çalıştı. Koşturmaktan yorulmuştu. ‘Kendini çok yoruyorsun, biraz dinlen’ dedim. ‘Abla bir şey olmaz’ dedi. O gün ameliyat olan bir arkadaşını da ziyaret etti. Arkadaşlığa da bağlıydı.
O gün elma almıştık. Ekşi elmayı çok severdi. Elinde elma yiyordu. O an bir mağazaya girdik, tanıdıktı. Oranın sahibi de elma istedi. Zeynep, ‘Bana bir tişört parasız ver ben de sana elma vereyim’diye espri yaptı. Sonra ona bir elma verdi. Gittiği gün, üzerinde kahverengi bir etek ve gömlek vardı. Normalde topuklu giyemiyordu, düz taban olduğu için ayakları ağrıyordu. O gün topuklu giyinmişti. Topuğun çivisi çıkmıştı. Topallıyordu. ‘Zeynep gel ayakkabıyı değiştir’ dedim. ‘Abla sen merak etme, çivisini ayakkabıcıda çaktırırım’ dedi.
Gidiş o gidiş.
‘O gün üzerime bir ağırlık çökmüştü’
Eylemi yaptığında yurtdışındaydım. Televizyondan duydum. O gün üzerime bir ağırlık çökmüştü. Eylemi yapacağı zaman bir havaya sıçradım. Sonra televizyonu açtım, Zeynep Kınacı dediler. İçime bir ateş düştü. ‘Bu benim bacımdır’ dedim. Gidemedim, daha öyle kaldı.
O eylemden sonra anamı daha görmedim. Telefon da dinleniyordu, fazla konuşamıyordum. Sonradan duydum. Eylemden sonra eve çok baskı yapmışlar. Oraya karakol kurmuşlar, tüm basın kapıdaymış. Anamgil evin içinde, kapı kapalı. Ne gelen var ne giden. Jandarma, polis kaynıyor. Dışarı çıkamamışlar. Komşular da gelmemiş. Komşulara, ‘Bu aileyi tanıyor musunuz?’ diye sormuşlar. Herkes korkudan ‘Tanımıyoruz’ demiş. Halbuki mahallede bir aile gibiydik. Durmadan gelip arama yapıyorlarmış. Malatya’da bile hamile birini görseler arama yapıyorlarmış. Her köşe başında asker, polis bekliyormuş.
Ona ait bir şey arıyordum
Barış sürecinde Dêrsim’e gittim; eylem yaptığı yere. Çok acı bir şey. Bilmiyorum. Sanki orada bir şeyin kalmış gibi. ‘Burada nefes aldı, buraya geldi’ diyorsun. Farklı bir duygu. İnsan bir şeyini kaybeder ya, öyleydim. Arıyordum. ‘Bir umuttur’ diyordum, ona ait bir şey arıyordum. Bir şeyi kaybedersin delik delik ararsın ya. Anam da Zeynep’ten 9 yıl sonra 24 Haziran’da vefat etti. Bacıma ait bir taş bile yok. Anamın mezarına gittik, orada bir anma yapıldı. Asker, köylüleri ‘Anmaya katılmayın, köyü sizinle birlikte yakarız’ diye tehdit etmiş. Hiçbir köylü gelmedi.”
* * *
Özledim
Kaç yıl oldu ayrılalı tam bilmiyorum
Hatırladığım o annemin sarılışı
O yarin umutsuz bakışları
Gözü yaşlı insanlar bıraktım geride
Ne bir haber alıyorum
Ne bir haber yolluyorum onlara
Artık o yolları da o güzellikleri de unuttum
Havada bir şeyler arıyorum
Bir güvercinin geçişi mutlu edecek beni
Yeter ki hava kararmasın
Kötü bir şeyler olmasın
Her şeye razıyım
Yeter ki bir güvercin geçsin
Artık dönemem oralara
Benden selam söyleyin nazlı yare, dostlara, memlekete
Güneşin doğuşunu gördün mü sen
O portakal kırmızısı
Sanki yakalanacak olan güneşe
Sabahın ilk aydınlığı ve kızıllığıyla gösterir kendini
Yeni bir gün daha başlamıştır
Yeni bir umut günü daha
Bizim orada güneş bir başka doğar
Güneş, neşe, umut demek bizim orada
Biz güneşin çocuklarıyız
Alışmamışız karanlığa
Karanlık olunca tüylerim diken diken olur
Sanki karanlıkta kötü şeyler başıma gelecek diye korkarım
Ta ki güneşin dağların arasında kendini gösterdiği anda
İçimi bir ferahlık, mutluluk kaplar
Güneşin doğuşuyla umutlar tazelenir
Güneş bir başkadır bizim Nemrut’ta
Sanki iki bin yıl önceki gibi dinç ve parlak
Hiçbir şey kaybetmemiş kendinden
Sanki iki bin yıl daha böyle doğarım der gibi
Kendinden emin
Güneş bir başka doğar bizim Nemrut’ta
Dünyanın dört bir tarafından güneşin geçtiğini, başkalığını görmeye gelirler Nemrut’a?
Gün o insanların cıvıltısıyla başlar
Batana kadar bu böyle sürer gider
Güneş ile Nemrut insanı iç içe
Şen ve güler yüzlü, gelecekten umutlu
Siz de gelen güneşi yakalamaya
Siz de gelin güneşi görmeye
Ve bir daha bırakmayalım güneşi
Hep birlikte tutalım
Ve hep birlikte bulalım…
*Şehit Zîlan’ın kasete okuduğu şiir. Kendisine ait olduğu tahmin ediliyor.