Yükselen faşizm ve kadın mücadelesi
Dosya Haberleri —

Kadın mücadelesi / foto:AFP
- Toplumsal cinsiyet, özgürlük mücadelesi, yalnızca erkek egemen sisteme karşı bir mücadele değil; faşizme karşı mücadele de sadece ırkçılık, milliyetçilik ve devlet şiddetine karşı bir eylem değildir. Hepsi iç içedir. Anti-faşist mücadelenin başarı ve zafer garantisi ise kadın hareketi gibi özgün dinamiklerin öncülüğünden geçer.
- Tüm baskılara rağmen kadınlar, dünya genelinde direnişlerini sürdürüyor. Sokaklarda, iş yerlerinde, dağlarda ve siyasi alanlarda durmadan hareket ediyorlar. Hareketler, birleşerek, şiddet dolu bir dünya sistemine karşı gerçek bir tehdit ve alternatif olmalıdırlar. Sadece örgütlenmek ve direnmek yeterli değildir. Analiz çok önemlidir.
- Hareketlerin parçalanmayı ve sistem içerisinde pasifleşmeyi aşmaları için kadın konfederalizmi gibi birçok öneri ve çalışma mevcut. Yerel ve küresel sorunları yakalamak, toplumsal sorunlara gerçekten cevap olmak, kadın mücadelesini daha geniş küresel meselelerle, sınıf, barış, ekoloji gibi birçok cephede fazla sorumluluk ve iş bizleri bekliyor.
Son yıllarda dünya genelinde sağcı ve faşist hareketlerin yükseldiği ve giderek daha fazla güç kazandığına dair net işaretler ortaya çıkıyor. Bu durum, birçok jeopolitik ve ekonomik dinamiği yeniden şekillendirirken, özellikle kadınlar, göçmenler, işçiler ve her türlü ‘marjinalleşmiş’ ve ezilmiş grupların haklarını, koşullarını ve hatta hayatlarını tehdit ediyor. Avrupa’da bu eğilim, özellikle siyasi alanda görünür hale geldi. Örneğin, İtalya’da Mussolini’den ilham alan aşırı sağcı Giorgia Meloni hükümetin başına geçerken, Almanya’da Alternative für Deutschland (AfD) Nazi geçmişi olan bir ülkenin ikinci büyük partisi olarak yükseldi. Bu gelişmeler, aşırı milliyetçi ve faşist zihniyetin toplum içinde daha da normalleşmesine yol açtı.
Egemen düzen meşrulaştırılıyor
Sağcı hareketler, ekonomik krizler, savaş, göç dalgaları ve eşitsizlikler üzerinden yükseliyor. Bu hareketler, bir yandan özellikle kapitalist sistem içerisinde yalnızlaşmış ve güvenliği tehdit altında hisseden birey ve kitlelere basit, kolay ve çekici cevap ve çözümler sunarken; diğer yandan normaliteyi savunma adı altında muhafazakar değerlere, erkek egemen aile yapısına ve geleneksel cinsiyet rollerine vurgu yapıyor. Dolayısıyla, bireylerin ve belli kesimlerin kimliklerini, haklarını ve özgürlüklerini hedef alan gündemler öne çıkarılıyor.
'Geleneksel' aile değerleri savunuluyor, kadınlar aileye bakım veren pasif anne rolü içinde sınırlandırılıyor ve emeklerine, haklarına veya ekonomik bağımsızlıklarına müdahale ediliyor. ‘Koruma’, ‘toplum’, ‘değer’ gibi kavramlar çarpıtılarak kullanılırken kadınları, göçmenlerden; geleneksel çekirdek aile modelini, LGBT+ hareketinden ve farklı ilerici güçler tarafından sözde dayatılan ‘anti-aile’ ideolojilerinden koruma iddiası öne çıkarılıyor. Kadınları güçlendirmektense, nesnelleştiren, silikleştirilen ve bununla erkek egemen düzenini yeniden meşrulaştıran bir yaklaşım sergileniyor.
Egemen erkek, iş birlikçi kadın
Son dönemin dikkat çekici taraflarından biri de, kadınların faşist hareketler içindeki rol ve görünürlüğü. Alice Weidel, Marine Le Pen, Giorgia Meloni gibi kadınlar (ve elbette birçok ülkeden farklı örnekler de sayılabilir) lider figürler olarak öne çıkıyor. Bu, bize feministlerin on yıllardır vurguladığı bir noktayı hatırlatıyor: Erkek egemen sistem, hem egemen erkek hem de işbirlikçi kadınlardan besleniyor. Artık devletler de bu mantığı savunmayı kendi iç ve dış politikalarının merkezine çekmiş durumdalar.
Eski tanımlar aşılmalı
Bugünün faşizmini anlamak için eski tanımları aşan yeni bir çerçeve oluşturulmalı. Küreselleşmiş bir dünyada, kriz üstüne kriz yaşayan ve yaşatan neoliberal düzenin yarattığı dinamikleri ve kendi içerisinde yaşadığı çelişkileri iyi okumak gerekir. Aynı zamanda, kapitalist devletçi düzenin en çok hedef aldığı kitlelerin de bu egemen sistemi en çok tehdit edebilme potansiyeline sahip olduğu da önemli bir noktadır. Bu küresel eğilimin belirleyici etkenlerinden birisi de devletler arası dolaşan ve yerele göre adapte edilen ideolojik söylem ve yöntemlerdir.
Küresel ittifaklar ve ABD’nin rolü
Yeniden Donald J. Trump liderliğindeki ABD yönetimi ve Amerikan emperyalizminin küresel düzeyde sağcı ve faşist aktörlere (hem devlet hem devlet olmayan güçlere) verdiği destek önemli bir faktördür mesela. Elon Musk, Jeff Bezos, Mark Zuckerberg gibi seçilmemiş milyarderlerin maddi ve manevi desteğiyle, Trump hükümeti, ABD Anayasası ve uluslararası hukukta güvence altına alınan temel ve demokratik hakları ‘radikal sol gündemler’ olarak etiketleyerek, baskı ve ayrımcılığı artıran söylemlerle muhalif kesimleri bastırma ve bununla birlikte oligarşik bir düzen yaratma çabasında.
Otoriter hükümetlere ilham kaynağı
Bu, sadece ABD sınırları içerisinde değil, dünya genelinde de etki alanı bulmaktadır. ABD’de zaten (Avrupa’ya nazaran) düşük olan sosyal hizmetler baltalanırken, küresel siyasal ve ekonomik dengeler de görülmemiş şekillerde etkileniyor. Sağcı politikalar, Amerikan emperyalizmi aracılığıyla küresel bir model haline getirilerek Macaristan, Türkiye, Arjantin ve Rusya gibi ülkelerdeki otoriter hükümetler için ilham kaynağı oluyor. Bu ortaklaşan sağcı ideolojiler, yalnızca muhalif hareketleri bastırmakla kalmıyor, tarif ettikleri globalist aile karşıtı gündemin varlığına dayanarak, en basit ve temel haklara da saldırıyor. İnsanları yıpratmak ve kimlik, din, cinsiyet, ırk, sınıf vb. farklılıkları birbirine karşı düşürmeye, onları savaşlar, ekonomik sömürü ve devlet yolsuzluğu gibi esas meseleler ve acil sorunlardan uzaklaştırmaya yarıyor.
Sinsi yöntemlerle
Egemen devlet sistemi, sağcı ve faşist hareketlerle el ele, toplumun direnişini bastırmak için çeşitli yol ve yöntemler geliştiriyor. Bir yandan toplumsal hareketlere karşı sert ve düz şiddet uygulanırken, diğer yandan daha sinsi ve donanımlı yöntemlerle radikal, sistemsel değişim ve dönüşüm engellenmeye çalışılıyor. Egemen sistemin daha liberal, yumuşak ve esnek yapıları ve yaklaşımları ise toplumsal hareketleri daha farklı bir şekilde tasfiye etmeyi amaçlıyor. Egemen sistemin farklı yüzleri bazı noktalarda çelişki içerisinde olsa da, ortaklaştıkları alanların çok daha fazla olduğunu söylemek mümkün. Esas amaçları ise, sömürgecilik ve emperyalizm üzerine kurulmuş kapitalist ve devletçi düzeni korumak.
Kadın hareketleri için yeni tehditler
Kadın haklarına ve hareketlerine yönelik saldırılar da bunun merkezi bir parçasıdır. Kadınların özgür bir toplum ve alternatif bir dünya için çok yönlü ve sınırları aşan direnişi, toplum içerisinde örgütlenmeleri, otoriter rejimleri hem yerelde hem küreselde tehdit eden en önemli unsur. Kadın direnişinin genişlemesi ve görünür olmasına yanıt olarak, kapitalist devletçi sistem, kadınları, iktidar yapılarının -hükümet, kapitalist şirketler, ordular vb.- içine entegre ederek muhalif potansiyellerini yatıştırmaya çalışıyor. Kadınları, sistem saflarına katarak reformcu bir ‘ilerleme’ algısı yaratılıyor. Bu, bazı kadınların bir yandan görünür olmalarını sağlarken, diğer yandan toplumsal hareketlerin sistemin değiştirilmesine yönelik etkilerini de zayıflatıyor. Kadınların bu yapılara dahil edilmesi, sistemin özünü değiştirmediği için, mücadeleleri sulandıran bir sindirme aracı olarak görülüyor.
Bütünsel ve çok yönlü mücadele
Oysa ihtiyaç duyulan, gerçek ve anlamlı bir değişim-dönüşümdür. Yani faşizmin ortadan kalkması toplumsal zihniyette derin bir değişiklik gerektirir. Bu, yukarıdan aşağı dayatılan liberal, devletçi, küreselci politikalarla değil, aşağıdan yukarıya örgütlenmeyle, toplumun kendisinden gelen bir şekilde mümkün olabilir. Tarih gösteriyor ki faşizm önce zihniyette başlar. Kendisini kurumsallaştırmadan önce, iktidarın, gücün, şiddetin, ötekileştirmenin, bazı kesimleri insanlık dışı kılmanın normalleştirilmesiyle başlayan bir süreçten geçer.
Ataerkil sistem, kapitalizm, milliyetçilik ve faşizmle ayrılmaz bir şekilde bağlıdır; bu sistemler şiddet, sömürü, hiyerarşi, iktidar, eşitsizlik ve dışlamaya dayalıdır. Bu yüzden toplumsal cinsiyet, özgürlük mücadelesi, yalnızca erkek egemen sisteme karşı bir mücadele değil; faşizme karşı mücadele de sadece ırkçılık, milliyetçilik ve devlet şiddetine karşı bir eylem değildir. Hepsi iç içedir. Derin ve radikal bir toplumsal özgürlük mücadelesi her türlü ezici sisteme karşı ve ötesinde yeni bir yaşam, farklı bir dünya için, bütünsel ve çok yönlü bir mücadeledir. Anti-faşist mücadelenin başarı ve zafer garantisi ise kadın hareketi gibi özgün dinamiklerin öncülüğünden geçer.
Umut verici olsa da yetersiz
Tüm baskılara rağmen kadınlar, dünya genelinde direnişlerini sürdürüyor. Sokaklarda, iş yerlerinde, dağlarda ve siyasi alanlarda durmadan hareket ediyorlar. Sadece bireysel haklarını savunmuyor aynı zamanda küresel eşitsizliklere, savaşlara, sömürüye karşı de mücadele alanları genişletiyor ve geliştiriyorlar. Enternasyonalist çalışmalarla bu mücadele sınırlarını aşan dayanışmalar ve ortak zeminler yaratıyor ve yaratmaya da devam edecekler. Kadınların bu direnişi her ne kadar umut verici olsa da, bu çabalar, sistemi tehdit edecek ve yıkabilecek bir güce ulaşmaktan çok uzak. Hareketler, görünürlüklerini kutlamaktan öteye gitmeli, birleşerek, şiddet dolu bir dünya sistemine karşı gerçek bir tehdit ve alternatif olmalıdırlar. Bu, protestolar veya pozisyon bildiren deklarasyonlarla değil, sürdürülebilir, stratejik, enternasyonalist bir örgütlenmeyle olur. Devamlı olarak kendi çalışmalarını ve gelişmesini öven bir yaklaşım hantallık üretir ve devrimci değişim potansiyelini zayıflatma riskini doğurur.
Sadece direnmek yetmez
Sadece örgütlenmek ve direnmek yeterli değildir. Analiz çok önemlidir. Faşizm, kapitalizm ve ataerkil sistem arasındaki ilişkiyi anlayabilmek için, 21’inci yüzyılın sorularıyla uğraşmak gerekir. Örneğin, devletlerin önümüzdeki yıllar için planladığı savaş konseptleri nelerdir? Militarizm, küresel silah ticareti, ilgili yerlerde kadınlara nasıl yansıyor? Yapay zeka, toplumsal rolleri ve zihniyetleri nasıl etkiliyor? Bu ve benzeri konularda kadın hareketleri büyük katkılar sağlayabilir. Bu tür perspektifler için görüş alışverişi, ortak tartışma ve planlama zeminleri önemlidir. Hareketlerin parçalanmayı ve sistem içerisinde pasifleşmeyi aşmaları için kadın konfederalizmi gibi birçok öneri ve çalışma mevcut. Yerel ve küresel sorunları yakalamak, toplumsal sorunlara gerçekten cevap olmak, kadın mücadelesini daha geniş küresel meselelerle, sınıf, barış, ekoloji ve anti-emperyalizm gibi konularla bağlayabilmek gibi birçok cephede fazla sorumluluk ve iş bizleri bekliyor.
*Sosyolog, araştırmacı yazar.