Yüzleşme demokratikleşmeyle olur
Dosya Haberleri —

Noemi Levy Aksu
Hafıza Merkezi 'nin Hafıza ve Barış Çalışmaları Program Direktörü Dr. Noemi Levy Aksu ile dünyada ve Türkiye’de geçmişle yüzleşme, hakikatlerin ortaya çıkarılması ve yürütülen mücadeleler üzerine konuştuk
- Barış süreçlerinden geçen veya diktatörlüğe son vermeye çalışan ülkelerde geçmişle yüzleşmek çok önemli bir yer tutuyor. Güney Afrika, Güney Amerika’daki tecrübeler yüzleşmek adına önemli bir adım oldu ama çok daha geniş yüzleşmelere ihtiyacımızın da olduğunu ortaya koydu.
- Türkiye’de ‘yüzleşme’ olarak bahsedebileceğimiz bir dönem bulmamız çok zor. Türkiye için kapsayıcı, uzun vadeli dinamikleri içeren ve bunların sebeplerine kafa yoran bir yaklaşım lazım. Farklı hafızaları ele alarak, nasıl bir toplum istiyoruz, nasıl bir demokrasi istiyoruz sorularına cevap aramalıyız.
- Şu anda süreci anlamak çok zor, çünkü kısıtlı bilgiler geliyor. İktidar daha çok ‘güvenlik’ paradigmasıyla hareket ediyor. İstediğimiz barış, sadece çatışmasızlıktan ibaret bir barış olmadığı için burada gerçekten tüm işi devlete bırakmadan toplum olarak da sorumluluk üstlenmek lazım.
SELİM SONTAY
Dünya genelinde yaşanan çatışma süreçleri ve sonrasında gelişen barış süreçleri incelendiğinde, kalıcı çözüm için silahların susmasının tek başına yeterli olmadığı görülüyor. Geçmişle yüzleşme, adaletin sağlanması ve toplumsal barışın inşası açısından kritik bir rol oynuyor. Ancak bu yüzleşmenin gerçekleşebilmesi için demokratik bir ortamın sağlanması gerekiyor. Hafıza Merkezi'nin Hafıza ve Barış Çalışmaları Program Direktörü Dr. Noemi Levy Aksu ile dünyada ve Türkiye’de geçmişle yüzleşme, hakikatlerin ortaya çıkarılması ve yürütülen mücadeleler üzerine konuştuk. Akademisyenlikten sivil topluma uzanan kariyerini, Barış İçin Akademisyenler Bildirisi’ne imza attıktan sonra yaşadıklarını ve Türkiye’de hakikatle yüzleşmenin önündeki engelleri anlattı.
Hafıza ve Barış Çalışmaları’nda yer almaya nasıl başladınız? Sizi bu alana yönlendiren süreçten bahsedebilir misiniz?
Aslında tarihçiydim ve uzun yıllar akademisyenlik yaptım. Osmanlı Tarihi’ni okumak için 2003’te Fransa’dan Türkiye’ye geldim. Türkiye’de doktora yaptım ve sonrasında Boğaziçi Üniversitesi’nde Yardımcı Doçent olarak çalıştım. 2017’ye kadar Boğaziçi Üniversitesi’nde çalışmaya devam ettim. 2016’da Barış İçin Akademisyenler’in "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzaladığım için sözleşmem tek taraflı feshedildi. Boğaziçi’nden ayrıldıktan sonra sivil toplum örgütlerinde çalışmalar yürüttüm. Şimdi Hafıza Merkezi’nde Hafıza ve Barış Çalışmaları Programı Direktörü olarak çalışıyorum.
Bildiriden dolayı üniversiteden ayrılmak zorunda kalmanız sizi şaşırtmış mıydı?
Türkiye’de barış dediğimiz için sözleşmemin feshedilmesine şaşırmadım. Mahkemede, ‘Türkiyeli köklerim yoktur. Olaya Fransız kalabilirdim ama sessiz kalmak için bir yabancı pasaportun bana verdiği bahanenin ne etik ne siyasi olarak kabul edilebilir olduğunu düşündüm, bir insan olarak ve insanlık adına imzaladım. O hukuksuz ve haksız devlet şiddetine karşı tepki vermek için, barış için imza attım. Bu imzayla gurur duymuyorum. Keşke bu tepkiyi daha çok güçlü bir şekilde ifade edebilseydik. Keşke savaşın mağdurlarının daha fazla yanlarında olabilseydik’ dedim. Siyasetçiler, gazeteciler, akademisyenler, hukukçular herkes benzer şeyler yaşadılar. Kürt sorunu bağlamında barış ve demokrasi talebini dile getirenler ağır bedeller ödedi, ödüyor. Birçok insanın yaşadığı ağır şeylerin yanında ben kendi adıma bedel ödediğimi düşünmüyorum.
Geçmişle yüzleşmenin toplumsal barışa katkısı nedir? Dünya bu soruna nasıl yaklaşıyor ve nasıl çözüm arıyor?
Barış süreçlerinden geçen veya diktatörlüğe son vermeye çalışan ülkelerde geçmişle yüzleşmek çok önemli bir yer tutuyor. Yeni bir dönemi açmak için eski dönemi kapatmalı gibi bir düşünce var. Özellikle işlenen ağır insan hakları suçları ve büyük haksızlıklarla bir şekilde hesaplaşmak gerekiyor. Bu sebeple Hakikat Komisyonu ve başka mekanizmalar yaratıldı. Birçok ülkede de bunlar işledi. Güney Afrika, Güney Amerika’daki tecrübeler yüzleşmek adına önemli bir adım oldu ama çok daha geniş yüzleşmelere ihtiyacımızın da olduğunu ortaya koydu. Sadece bir suçla, belli bir dönemle değil, bütün toplumları etkileyen sosyo-ekonomik eşitsizlikler, ırkçılık, ayrımcılık bütün bunları konuşmadan sadece geçiş dönemini konuşmak barış ve demokrasi için hep kırılgan kalır. Çünkü daha önce çatışmaya, diktatörlüğe yol açan faktörler kalıyor. Bunlar bitmiyor. Bunlara bir şekilde daha kalıcı, daha uzun vadeli çözümler aramak gerekiyor.
Şili ve Kolombiya gibi ülkelerde geçmişle yüzleşme süreci nasıl ilerledi? Bu deneyimler bize ne gösteriyor?
Şili, Augusto Pinochet döneminde ağır bir diktatörlük yaşadı. Diktatörlüğün sonunda 90’lı yıllarda Hakikat Komisyonu ve farklı komisyonlarla o dönemde işlenen suçlar ortaya çıkarıldı. Şili, yüzleşmeyi gerçekleştirmeye çalışan bir ülke oldu. Resmi bir Hafıza Politikası (Merkezi) kuruldu. Bu tür ülkelerde geçiş çok önemli bir boyut oldu. Bu suçlar unutulmasın, bu suçları hatırlatan bir şey olsun düşüncesiyle devlet tarafından özgün bir müze olan Hafıza ve İnsan Hakları Müzesi kuruldu. Bu müze diktatörlük suçlarını araştırdı. Yine devlet tarafından işkencehane merkezleri hafıza merkezlerine dönüştürüldü. Toplum içinde yeni bir anlatı yaratılmaya çalışıldı. Eğitimde de zorunlu insan hakları eğitimi verildi. Ancak Şili’de birkaç yıl önce çok büyük sosyalist hareketler başladı. Protestocular ülkelerinde hala çok fazla eşitsizliğin ve demokrasi sorunlarının olduğunu belirtti. Orada sadece Augusto Pinochet ile başlayıp biten bir olgudan bahsedilmiyor. Toplumsal cinsiyet, kadına karşı şiddet, işçi, yerli insanların durumu gibi birçok mesele konuşulmadı mesela. ‘Geçmişle yüzleşme’ sadece diktatörlükle yüzleşme değildir; zira bugünkü toplumsal mücadelenin bir boyutu olarak düşünmek lazım.
Farklı ülkelerde de bu eğilimi görüyoruz. Başarılı olarak algılanan süreçlerde de demokrasi, eşitsizlikler açısından adım atamama ve iyileşememe sorunu var. O yüzden başka ne yapılabilir, sorusu soruluyor. Belli bir cevap yok ama gerçekten daha yapısal ve uzun vadeli meselelere odaklanmak gerekiyor. Barıştan bahsedeceksek, toplumsal güveni, diyaloğu artıracak mekanizmaları, politikaları düşünmek lazım.
Kolombiya’da şimdi yürütülen son süreç başka ülkelerde veya Kolombiya’nın da geçmişinde yürütülen bir süreçtir. Komisyonlarda sadece işlenen suçlar konuşulmuyor. Gerilla, paramiliter güçler ve onları buna iten faktörler de konuşulmaya başlandı. Bu faktörler arasında yoksulluk, bireylerin uğradığı haksızlıklar, toprak meseleleri var. Dolayısıyla Kolombiya bir laboratuvar olarak görünebilir. Ancak çok kırılgan bir laboratuvar. Çatışmalar yine başladı. Bu da bize çok önemli bir şey hatırlatıyor. Bazen geçmişle yüzleşmek ya da bu tür süreçlerin meseleyi halledeceğini düşünürken çatışma ve savaşın ekonomik boyutları unutuluyor. Kolombiya’da da bunu görüyoruz. Gerçekten bir sosyo-ekonomik eşitsizliği, uyuşturucu trafiğini ele almadan, bu meseleler için farklı politikalar geliştirmeden istediğiniz kadar hafızayı konuşun, istediğiniz kadar geçmişi konuşun, sonuçta kalıcı bir barış kuramıyorsunuz. Çatışmaların köküne inecek bir yaklaşımı geliştirmek gerekiyor.
Türkiye örneğinde geçmişle yüzleşme neden bu kadar önemli? Kürt meselesi ve diğer toplumsal sorunlar açısından nasıl bir perspektife ihtiyaç var?
Türkiye’de ‘yüzleşme’ olarak bahsedebileceğimiz bir dönem bulmamız çok zor. Türkiye’de Güney Amerika örneği gibi bir tarihte başlayan bir tarihte biten bir diktatörlük süreci yok. Diğer bahsettiğim örneklere de benzemiyor. Kürt sorununa dair bir yüzleşme olacaksa savaşın en çetin yaşandığı 80’li-90’lı yıllar mı konuşulacak? Elbette oradaki zorla kaybettirmeler, insan hakları ihlalleri, zorla yerinden edilme gibi konuların hepsi konuşulacak. Ama sonuçta o konulardan önce cumhuriyetin başından beri birçok katliam, baskı, asimilasyon politikaları yaşandı. 2000’li yıllar daha barışçıl yıllardı. Türkiye için daha kapsayıcı, uzun vadeli dinamikleri içeren ve bunların sebeplerine kafa yoran bir yaklaşım lazım. Türkiye’de Kürt sorunundan başka birçok sorun var. Eşit vatandaşlık, Müslüman olmayan vatandaşların, Alevilerin, Ermenilerin sorunları ve toplumsal cinsiyet konularında çok fazla sorun var. Meseleyi çözme perspektifinden çıkarak, nasıl bir geçmiş yaşandı, farklı deneyim ve farklı hafızaları ele alarak, nasıl bir toplum istiyoruz, nasıl bir demokrasi istiyoruz, nasıl bir anayasa istiyoruz sorularına cevap aramalıyız.
Türkiye’de yüzleşme ve çözüm süreçlerinin önündeki en büyük engeller nelerdir? Eğitim, toplumsal hafıza ve adalet mekanizmaları açısından neler eksik?
Birkaç seviyede düşünmek lazım. Biri diğerini dışlamıyor. Hakikat Komisyonları gibi kurumlar çok önemli işlevler gördü. Geçişi mümkün kılmak, hızlandırmak ve yeni temelleri atmak için çok önemli işlev gördü. Türkiye’de böyle bir süreç olacaksa gerçekten bu mekanizmaları düşünmek de çok önemli olacak. Burada vurgulamaya çalıştığım şey barış süreci ve çatışmasızlık sağlandıktan sonra meseliyi ele almamız. Türkiye’de çok fazla kurum fetişizmi var. Komisyon mu kuracağız, kurul mu kuracağız? Aslında çok farklı boyutları da düşünmek lazım. Sonuçta toplumsallaştırma derken, bundan bahsediyoruz. Meseleye birçok yerden ve toplumsal etkisi olan yerlerden bakmak lazım. Hep vurguladığım boyutlardan biri eğitim meselesidir. Türkiye’de şu anda eğitimin ne durumda olduğunu biliyoruz. Ne denli milliyetçi, eleştirel olmayan, tek tipleştirici olduğunu biliyoruz. Peki buna karşı önerdiğimiz ne? Bu konuda gerçekten eşit vatandaşlık, insan hakları ve tarih eğitimi neye benzemeli? Nasıl olmalıdır? Geçmişte yaşanan tüm ihlaller, katliamlar konusunda hala çok çalışmanın yapılması gerekiyor. Ama tüm bu çabaların nasıl daha fazla görünür kılabiliriz? Bu konularda nasıl yeni diyalog alanları yaratabiliriz diye düşünmemiz lazım. Siyasi bir irade olmadan yapabileceklerimizi küçümsememek lazım. Çünkü burada atılacak temeller olası bir süreçte süreci güçlendirecek adımlar olacak. Elimizde var olan gücümüzü birleştirmek, işbirlikleri kurarak, toplumsal barışı toplumsallaştırma çabasına katılabiliriz.
Türkiye’de şu anda devam eden sürece ve çözüm tartışmalarına dair neler söyleyebilirsiniz? Muhalefete nasıl bir rol düşüyor?
Şu anda süreci anlamak çok zor, çünkü kısıtlı bilgiler geliyor. İktidar daha çok ‘güvenlik’, ‘terörle mücadele’ paradigmasıyla hareket ediyor. Böyle süreçler olabilir. Ama erişmek istediğiniz amaç önemlidir. Gerçekten erişmek istediğiniz amaç “çatışma olmasın” ya da devlet adına “terör olmasın” ise böyle bir süreç pekala yürütülebilir. Cezayir’deki 90’lı yıllardaki savaşlar böyle bitirildi. “Ne oldu” konusu ise hiç konuşulmadı. Ama burada ne bir demokratikleşmeden bahsedebiliyoruz ne de bir toplumsal güvenlik, toplumsal mutabakat, toplumsal barıştan bahsedebiliriz. Buna çok dikkat etmemiz lazım. İstediğimiz barış, sadece çatışmasızlıktan ibaret bir barış olmadığı için burada gerçekten tüm işi devlete bırakmadan toplum olarak da sorumluluk üstlenmek ve bu talepleri dile getirmek, geçmişle yüzleşmek, adalet olsun gibi talepleri gerçekten daha güçlü şekilde dile getirmek lazım. Yoksa bir şekilde devlet açısından başarılı olabilecek bir süreç olabilir. Dünyada benzer çok örnek var. Ama toplum açısından daha fazla yaralara yol açacak. Adalet taleplerini hiçbir şekilde cevaplandırmayacak ve bir arada yaşamayı da kolaylaştırmayacak bir sonuçtan bahsedebiliriz.
Bu süreçlerde süreç başlamadan da toplumun katılımı önemlidir. Süreç varken ise daha önemlidir. Şu anda devlet tarafından biraz toplumu dışlama çabaları var. Son aylarda muhalefeti, eleştirisel sesleri baskılama çabalarını daha çok görüyoruz. Gözaltılar, tutuklamalar… Devletin kendi kontrolünde olacak, kendi şartlarıyla daha güvenlikçi bir paradigmayla ya da ‘terörle mücadele paradigması’yla bir süreç yürütmeye çalıştığı açık bir şekilde görülüyor. Çok fazla baskı var, kısıtlamalar var. Hem siyasi aktörler açısından hem de sivil toplum açısından gerçekten bu alanı boş bırakmamak ve bir şekilde yıllardır dile getirilen talepleri daha güçlü bir şekilde dile getirme zamanıdır.
Sizce Türkiye’de geçmişle yüzleşme mümkün mü? Yüzleşmenin gerçekleşmesi için hangi koşulların sağlanması gerekir?
Tabii çok zor süreçler. Türkiye’yi bırakın hiçbir ülke için tam anlamıyla geçmişiyle yüzleşti diyemeyiz. Liberal demokrasilere de bakarsak bu son yıllarda sömürgeciliğin olgusu ve yol açtığı sonuçları kapsamlı bir şekilde konuşulmaya başlandı. O yüzden de öyle “yüzleşme olacak”, başarılı-başarısızlık üzerinden değil, öncelikle bir alanın açılması gerekiyor. Geçmişi konuşmayı mümkün kılan, sansüre uğramadan, cezalandırılmadan yani birçok meseleyi dile getirebilecek bir alan oluşturmak çok önemlidir. O yüzden geçmişle yüzleşmenin şartlarından biri elbette demokratikleşmektir. Yani demokratikleşme, özgür medya, özgür eğitim, akademi olmadan o yüzleşmenin zemini olamaz. Yüzleşme tek başına olmaz. Devlet karar verse bile öyle bir şey olmayacak. Demokrasi talebinin bir parçası olarak düşünmek lazım. Elbette şimdi şartlar çok zor ve çokça iktidarcı bir söylem var. Buna karşı güçlü toplumsal bir mücadele geliştirilmelidir.
Türkiye’nin genelinde durumun çok kötü olduğunu, inkar ve geçmişle yüzleşememe boyutlarını vurguluyoruz. Ama mesela Cumartesi Anneleri’ni düşünürseniz yüzleşmeye son derece önemli, anlamlı ve toplumsal etkisi oldu. Çok az kaynakla, tüm baskılara karşı bir şekilde Türkiye’de zorla kaybettirme olgusunu ve adalet taleplerini duyurabildiler. Adalet gelmezse bile çok önemli şeyler başardılar.
Bu süreçte çok eşitsiz bir durum var. Güçlerin ve devletin elindeki güç, baskı rejimi ve birçok büyük engel söz konusu. Aynı zamanda toplumda çok direnişçi ve dirençli aktörler de var. Bunları bir şekilde direnişin ve taleplerin daha da toplumsallaştırmak için devam etmekten başka çözüm yok. Sonuca çok odaklanmadan; devlet bunu kabul ediyor mu etmiyor mu düşünmeden çaba göstermek gerekiyor. Öncelikle etkilenen toplulukları, bireyleri, mağdur aileleri için ama genel olarak da toplumsal olarak kamu alanında adaleti, barışı, özgürlüğü talep etmek şimdiden bir yüzleşmedir. Yüzleşmeyi beklemiyoruz. Yüzleşme çoktan başladı ama sınırlı bir etkisi var toplumsal olarak. Siyasal ve hukuksal olarak daha da az etkisi var. Ama o mücadeleden öğrendiğimiz çok şey var. Onu sürdürmek için yeni yollar aramamız gerekiyor.