Güncel

Koçgiri’den günümüze Demokratik Cumhuriyet’in kodları

Dosya Haberleri —

Koçgiri

Koçgiri

  • Kürtlerin, Ankara hükümetine destek vermesi için öncelikle Kürtlerin haklarının güvence altına alınması gerektiğini belirtmişlerdir. Mustafa Kemal ise bu taleplere sıcak bakmaz ve merkeziyetçi bir yönetim anlayışı benimser. Bölgeye cephane ve asker sevkiyatı devam eder.
  • Devletlerin iki rotası vardır, ya farklılıkları görüp, tanıyıp buna göre bir organizasyon içine girmek, ya da bütün bunları bir teklik üzerinden yok sayarak başka bir sisteme dönüşmek. Türk devlet aklı bu kez Kürtler ve Türkler arasında eşit kurucu unsur olmalarına dair bir yol alacak mı?

 ERCAN JAN AKTAŞ

I - Kürtlerin Türkler ile stratejik ortaklık arayışları

16 Mayıs 1916 yılında Birleşik Krallık ve Fransa arasında imzalanan, sonrasında Rusya ve İtalya tarafından onaylanan, Osmanlı İmparatorluğu'nun parçalanması durumunda karşılıklı olarak kabul edilen etki ve kontrol alanlarını tanımlayan gizli Sykes-Picot Anlaşması'ndan bir asır sonra Ortadoğu sınırları üzerindeki çalışmalar son halini almak üzeredir. Bu kez temel aktörler olarak, bir asır önce olduğu gibi İngiltere belirleyici konumunu sürdürürken yanında iki aktör olarak ABD ve İsrail’i de görmekteyiz. Rusya tablonun dışında dururken Fransa ve Almanya da bir şekilde sürecin içinde olmaya çalışıyorlar.

Bir asır sonra sınırlar yeniden revize edilirken artık Ortadoğu’nun iki temel aktörü daha var, İsrail devleti ve Kürtler. I. Dünya Savaşı devam ederken imzalanan Sykes-Picot ve savaşın sonrasında imzalanan Sevr Antlaşması'nı bir şekilde Kürtleri -Koçgiri ve Dersim Kürtleri hariç- de yanına alarak kendi lehine dönüştürmeyi başaran, sonrasında 1923 Lozan Antlaşması ile Kürtleri sahne dışına iten Türk devlet aklı bir kez daha devrede.

Gelişmeleri yakından izleyen Türkiye, bu kez masada yer almak ve yerini korumak için Kürtler ile 1 Ekim 2024 tarihinden itibaren Bahçeli üzerinden ‘iç cephenin tahsisi’ çalışmalarına hız verdi. Bir asır öncekinden çok daha farklı bir pozisyona sahip Kürtler ve Öcalan liderliğindeki Kürt Özgürlük Hareketi ise bir asır sonra yeniden aynı zamanda bir savaş formülasyonu olan ‘iç cephenin tahsisi’nden stratejik Kürt ve Türk ortaklığını kurmaya çalışıyor.

Bir asır sonra Kürtlerin masada olmasının üç temel nedeni var. Birincisi; 2011 tarihinde Suriye’de başlayan iç savaşından bir yıl sonra, Kürtlerin Rojava’da Ortadoğu’yu aşan özgürlükçü ve kolektif bir perspektif ile kendi kendisini yöneten, özsavunmasına sahip bir modeli hayata geçirmiş olması. İkincisi; Dört parça Kürdistan ve diasporada farklı politik aidiyetleri aşan bir Kürt kamusunun oluşmuş olması. Üçüncüsü ise; bu iki durumdan hareketle bölgeyi yeniden dizayn eden temel aktörler ile geliştirdikleri diplomasi gücü.

Türk devlet aklı ile bu kez gerçek bir Kürt ve Türk ortaklığı kurulabilir mi sorusuna tam da bir asır öncesinde, birlikte kaybettiğimiz yerden yol alarak cevap bulmaya çalışacağız. Çünkü bir asır önce bu ortaklığın hayat bulması için Koçgiri ve Dersim Kürtleri yoğun bir çaba içinde olmuşlardı.(1) Bir asır önce kaçırılan ve her iki tarafa da büyük kayıplara/acılara sebep olan bu stratejik birlik-ortaklık bugün kurulabilecek mi?

 

Nubar Paşa

 

Yerel Özerklik Şartı

20. yüzyılın başında bölgede dengeler değişirken, I. Dünya Savaşı'ndan sonra sınırlar yeniden çizilirken Koçgiri ileri gelenleri bütün bu gelişmeleri yakından izlemekte, hem yerelde hem de uluslararası diplomasi çalışmaları yürütmektedirler. Mondros görüşmeleri yapılırken İstanbul Hükümeti ve Hürriyet ve İtilaf Fırkası ile özerklik antlaşmaları imzalarlar. Çünkü Mondros Antlaşmalarına dayalı Wilson Prensipleri'nden 12. Maddesi, o günkü Misak-ı Milli sınırları içinde yaşayan bütün halkların ‘Yerel Özerklik Şartı’ ile kendilerini yönetme haklarının olduğunu bilirler. Wilson Prensipleri’nin 12. maddesi Osmanlı topraklarında yaşayan Türk olmayan unsurları da ilgilendiriyordu.

Bu madde şu şekilde düzenlendi: “Osmanlı İmparatorluğu’nun, nüfusunun çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu bölümlerinde Türk egemenliği güvence altına alınmalı; İmparatorluk sınırları içindeki diğer ulusların yaşam güvenlikleri ve özerk gelişimleri sağlanmalıdır.” Kürt Teali Cemiyeti bu maddeye dayanarak programlarını oluşturarak İstanbul’da Kürt Teali Cemiyeti aracılığı ile Osmanlı yönetiminden yerel özerklik talep ederler; ‘bizi tanıyın, coğrafyamızı Kürdistan olarak kabul edin, bizim bu topraklarda kendimizi yönetme hakkını kabul edin’ diyerek siyasi statülerini talep ederler. Bu taleplerin karşılanması durumunda Kürtler ile Türklerin kaderlerinin ortaklaşabileceğini söylerler. Bizleri ve haklarımızı tanıyın, ancak o şekilde barış mümkün olur diyorlar. Kürt Teali Cemiyeti 22 Aralık 1918 tarihinde Hürriyet ve İtilaf Partisi'yle imparatorluğa bağlı özerk bir Kürdistan'ın kurulması konusunda anlaşmışlardı. (2)

İstanbul Hükümeti ile yürütülen bu görüşmeler daha sonra Mustafa Kemal yönetimindeki Ankara Hükümeti ile de devam eder. Bu arada uluslararası diplomasi çalışmaları devam eder. I. Dünya Savaşı'nın ardından savaşın galip devletleri tarafından organize edilen ve 18 Ocak 1919 tarihinde başlayan Paris Barış Konferansı’na mektuplar yazarlar. Kürt Teali Cemiyeti’nden doğru Paris Barış Konferansı’na katılan Şerif Paşa’nın kendilerini temsil ettiğini ifade ederler. Paris Konferansı ile başlayan süreç Ağustos 1920 Sevr Antlaşması ile son bulur.

Paris Barış Konferansı'nda Kürtler Şerif Paşa ile Osmanlı’nın dağılmasının ardından Kürtlerin kendi topraklarında bağımsız veya özerk bir yönetim kurmalarını sağlamak amacıyla katılmıştır. Kürt liderler, özellikle Şerif Paşa önderliğinde, Osmanlı'dan ayrılan bir Kürdistan devletinin kurulmasını istemiştir. Kürtler, konferansta aynı zamanda bağımsız bir Ermenistan kurulmasını isteyen Ermeni delegeleriyle de müzakere etmişlerdir. Kürt lideri Şerif Paşa, Ermeni lider Boghos Nubar Paşa ile Kürt-Ermeni Antlaşmasını imzalayarak Doğu Anadolu'da Ermenilerle barışçıl bir çözüm arayışına girmiştir. Ancak bu görüşmeler ve Bogos Nubar Paşa ile Şerif Paşa arasında yapılan anlaşmaya İslami Kürt çevreleri olumlu yaklaşmazlar.

 

Şerif Paşa

 

Ankara'ya dilekçe

Bu süreçten sonra Ankara Hükümeti, Sevr Antlaşması üzerinden Kürtlere; “Anlaşma hayat geçerse Ermenilerden el konulan mülkler kendilerine geri verilecek, Ermeniler terk etmek zorunda kaldıkları topraklara geri dönecekler ve siz Kürtler de bizimle birlikte kaybedeceksiniz” propagandaları yapılmaya başlar. Bu propaganda Kürtlerin önemli bir kesimi üzerinde etkili olur. Ankara Hükumeti’nin oyunlarına gelen Kürtlerin içine girdikleri durumdan Kürtlerden doğru desteğini yitiren Şerif Paşa Paris Barış Konferansı'nda çekilmek durumunda kalır.

Bu gelişmeler üzerine Cumhuriyet yapılanırken Koçgiri ve Dersim aşiretleri demokratik taleplerini sürdürmeye devam ederler, zira İttihatçı kadrolara güvenmemektedirler. Ümraniye Nahiye Müdürü ve Koçgiri Aşiret Reisi Haydar’la, Sivas Valisi Nasihat Heyeti arasındaki müzakerede anlaşmaya varılmış ve ilgili talep de Meclis’e ve hükümete ulaştırılmıştı;

“Türkiye Büyük Millet Meclisi riyasetine,

Nefisi Zara hariç olmak üzere ekseriyet azimesi Kürtlerle meskûn olan Koçgiri Kazası ile Divriği, Refahiye, Kuruçay, Kemah kazalarının mümtaz bir vilayet haline ifrağ ve teşkili ile yerli Kürtlerden bir valinin tayininin, memuru adliye ve mülkiyenin yine vazifeleri başında kalmalarını arz ederiz." (3)

Ümmet/İslam kardeşliği üzerindeki bir ortaklıktan ziyade varlıklarını ve özerkliklerini sürdürebilecekleri bir yapılanmanın yasal karşılığını görmek isterler. Devlet aynı olsa da siyasal rejimin yeniden yapılanması da kaçınılmaz görünmektedir. İşte Koçgirililerin sürece dahil olması bu dönemde söz konusu olacaktır. Koçgirililer siyasal rejimin yeniden kurulması sürecine kendi kimlik ve inançlarıyla, kendi kendini yönetme talebiyle katılmak istemektedir.

II - Ankara Hükümeti ve Koçgiri’de son çabalar

Paris Barış Konferansı'nda eli boş dönen Kürtlerin etnik olarak sahiplendikleri talepler Koçgirililerin üzerine kalır. Dünyadaki gelişmeleri yakından izlemeye devam eden Koçgiri ve Dersim Kürt ileri gelenleri, Wilson Prensipleri, 1917 Ekim devrimiyle kabul edilen ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı ilkesi, Damat Ferit hükümetiyle imzalanmış Kürdistan özerklik anlaşması, Amasya protokolleriyle kabul edilmiş Kürtlerin kendi varlık ve kültürlerini geliştirebileceklerine dair kararlar ve en önemlisi BMM’de tartışılan ve kabul edilen illere özerklik tanıyan 1921 Anayasası siyasal ortamı belirleyen ilke ve belgelerdir. Koçgirîlilerin istediği 1921 Anayasası'na uygundur. Ancak bu çabalar sonuç vermez ve zaten kuruluş hazırlıkları devam eden Merkez Ordusu Koçgirî’de yapacağı büyük katliamın hazırlıkları içinde olur.

Bu gelişmelerden rahatsızlık duyan Koçgiri ve Dersim Kürtleri, 5-7 Mart 1920 tarihlerinde Mustafa Kemal’e mektuplar yazarak taleplerini dile getirmiştir. Bu mektupların içeriği, özellikle Kürtlerin özerkliği ve Osmanlı'nın çöküşü sonrası Kürt halkının haklarıyla ilgilidir. Mektupların içeriği; “Kürtlerin yaşadığı bölgelerde özerk bir yönetim kurulması, Sevr Antlaşması'na uygun hareket edilmesi, Kürtlerin asimilasyona uğramaması ve kültürel haklarının korunması” şeklinde olur. Özetle; Kürtlerin, Ankara hükümetine destek vermesi için öncelikle Kürtlerin haklarının güvence altına alınması gerektiğini belirtmişlerdir. Mustafa Kemal ise bu taleplere sıcak bakmaz ve merkeziyetçi bir yönetim anlayışı benimser. Bölgeye cephane ve asker sevkiyatı devam eder.

 

Seyit Rıza

 

72 Kürt mebus

‘Koçgiri İsyanı’ denilen vaka ise Koçgirilerin bu sevkiyata karşı aldıkları pratik tavır, direniştir. 23 Nisan 1920’de Ankara’da meclis kurulduktan sonra çıkarılan ilk yasalardan bir tanesi ‘Askerlik Yasası’dır. Askere gelmeyenleri vatan haini diye suçlayarak doğrudan ölüm cezasına çarptırmaya başlarlar. Çıkarılan bu ‘Askerlik Kanunu’ ile birlikte asker toplamaya başlarlar. Koçgirililerin ilk karşı çıkışları bir yandan bölgeye yapılan silah/cephane sevkiyatına karşı tavır iken diğer yandan da bu askerlik yasasını tanımazlar.

Bu dönemde Mustafa Kemal, Koçgiri ileri gelenlerinden Alişan Bey’i Meclis'te görmek istediğini ifade edecektir. Ancak hem Koçgiri ve hem de Dersim Kürt siyasi önderlikleri Mustafa Kemal’e, İttihatçılara güvenmezler, yasal meşruiyetlerini talep ederler. O dönemde 6’sı Dersim olmak üzere Kürdistan’dan doğru 72 milletvekili Meclis'te yer alır. Bu durum Kürtlerde hala yeni hükümette bir şeyler beklemelerine sebep oluyor. Ancak Alevi Kürtler bu durumun dışında kendilerini tutmaya devam ediyorlar. Dersim ve Koçgiri’ye diğer Kürt bölgelerinde yardımın gelmemesinin temel sebeplerinden bir tanesi de budur.

Bu dönemde yani 1920-21'de Meclis'te yeni anayasa yapma süreci vardır. Burada illerin özel yönetilmesini içeren maddeler de vardır. Ancak bunlar gözetilmeden pratikte başka bir seyir üzerinden yol almaya devam ederler. Anadolu ve Mezopotamya’nın çok kimlik ve kültürlerini içeren bir siyasal yapılanma yerine ‘tek’lik üzerinden bir yapılanmaya doğru yol alıyorlar. Harcı islamiyet olan bu yapılanma içinde Alevi, Kızılbaş Kürtler yoktur, zira bunlar zaten Müslüman inancının temel unsurları olarak görülmezler. Koçgiri katliamını komuta eden Merkez Ordu Komutanı Sakallı Nurettin Paşa’nın hazırladığı bir raporda;” Bunların İslamla alakaları yoktur, bölgede bir cami yoktur, kimse namaz bilmez, oruç bilmez, bunlar bir anlamda kafirdirler” ifadeleri bu gerçekliği göstermektedir.

 

 

III - Kürtlerin statü taleplerine Türk devlet aklının cevabı

TBMM kendi değerlendirmesinde Koçgiri katliamına dair; “Halk egemenliğine dayalı manzumei milliyemize karşı girişilmiş bir cinayettir,” der. O gün bu coğrafyadaki farklı inançlar, etnik kimlikler tanınarak ve de hakları kabul edilerek bir yol yürünmüş olsaydı bugün başka bir ülkede yaşıyor oluyorduk. Tarihçi Gültekin Uçar’a göre, Koçgiri tam da bunda direnen, bunu savunan, buna yasal güvence isteyen tek grup oluyor. Aslında 1921 Anayasası da buna uygundur. Koçgiri Katliamı ile sisteme dayanabilecek, direnebilecek bir güç kalmadığı için de bu anayasa 1924’te başka bir anayasa ile yer değiştirir.

Koçgiri Kürtlerini çeşitli oyunlar ve vaatler ile siyasi taleplerinden vazgeçiremeyeceğini anlayan Ankara hükumeti Giresun Gönüllü Alayı denilen Topal Osman çetesini bölgeye sevk eder. Sonrasında General Hüseyin Hüsnü’nün (Abdullah Alpdoğan) kurmay başkanı olduğu Merkez Ordusu birlikleri 1921 baharında bölgede katliama başlar. Dört ay boyunca girmedik köy ve ev bırakmazlar. Tahkik heyeti verilerine göre 1000’i aşkın kişi öldürülmüş, 116 köy yıkılarak yok edilmişti. Köylerde yaşayan Kürtlerin malları yağmalanmış, hayvanlarına el konulmuştu. Resmî belgelere göre sadece Topal Osman, 30.000 baş hayvanı gasp ederek Giresun’a götürmüştü. Günün sonunda hanelerin, köylerin yakılıp yıkıldığı, insanların sorgusuz, yargısız infaz edildiği, kadınların kaçırılarak alıkonduğu, kitlesel tecavüzlerin yaşandığı Koçgiri’de kırım/katliam yaşandı. (4)

Devletlerin iki rotası vardır; ya farklılıkları görüp, tanıyıp buna göre bir organizasyon içine girmek ya da bütün bunları bir teklik üzerinden yok sayarak başka bir sisteme dönüşmek. İkincisini yaparak Kürtleri bir asırdır asimilasyon, inkar ve şiddet politikaları baskı altında tutmaya çalışan Türk devlet aklı bu kez Kürtler ve Türkler arasında eşit kurucu unsur olmalarına dair bir yol alacak mı? Kürtler endişe kaygılarına rağmen Öcalan’ın baş müzakereci rolünü kabul ederek bir asır önce kaçırılanın bugün hayat bulması için yoğun bir çaba içerisindeler.

Kürtler hazır ancak!..

Devlet tarafından itina ile adı konulmayan gelişmelere bir süreç demek hala mümkün değildir. Yaşananlara süreç diyebilmemiz için sürecin taraflarının olması gerekiyor. Devlet/AKP-MHP tarafından baktığımızda böylesi bir şeyi hala görebilmek mümkün değil. Kürtler kendi taleplerini Öcalan üzerinden açıklayan bir formülasyon geliştirmiş iken onun karşısında bir Türk tarafı ne yazık ki hala yok. Bu durum büyük bir dengesizliği işaret etmektedir. Rojava için de durum budur. Bütün Kürt taraflarının bir çalışmasını görebilmekteyiz, Barzani ve Mazlum Abdi görüşmesini, DEM Parti heyetinin Güney Kürdistan ziyaretini de böyle okumak mümkün. Kürtler bir asır öncesinde sahip olmadıkları Kürt kamusuna bugün sahipler. Dört parça Kürdistan ve diasporada yaşayan Kürtlerin bir ortak aklından bahsetmek mümkün iken Türk tarafından hala bunu görmek mümkün değil.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, 2009 yılında kaleme aldığı Yol Haritası’nda, Kürtler ve Türkler arasında gelişebilecek stratejik ortaklığın yolunu da gösterdi. Öcalan, şunları belirtti: “Bu temelde tüm toplumsal kesimlerin konsensüsüyle garanti altına alınacak temel bireysel ve toplumsal haklarla, ifade özgürlüğü ve demokratik örgütlenme hakları belirleyici önem kazanmaktadır. Bireysel ve toplumsal özgürlükler ve haklar üzerinde yükselecek bir anayasa, Cumhuriyet’in demokratik, sosyal, laik ve hukuki niteliğini gerçek anlamda işlerliğe ve güvenceye kavuşturacaktır. Bu anayasal çerçevede diğer toplumsal sorunlarda olduğu gibi Kürt sorunu da çözüm yoluna konulabilecektir. Katı ulus-devlet gömleğini esneten bir Cumhuriyet, Kürtlerin bireysel ve toplumsal haklarını kazanması sonucunda, bölünmek şurada kalsın, tarihte hep kurucu unsur olarak rol oynamış temel bir direğin daha da sağlamlaştırılmasıyla gerçek ve kalıcı bir demokratik bütünlüğe kavuşmuş olacaktır.”

Çözümün parametreleri orta yerde duruyor, bu kez Türk devlet aklı bunu görüp yeni bir adım atabilecek mi? Hep birlikte bu gelişmeleri izlemeye devam ediyoruz. Cumhuriyetin kuruluşunda kaçırılan ortaklık bir asır sonra mümkün olabilecek mi? Kürtler her biçimde buna hazır, şimdi Türklerin buna uygun bir doğrultu içine girip girmeyeceğini hayatın içinde birlikte deneyimleyerek yaşayacağız.

1 - Millî Mücadele Yıllarında Koçgiri Aşireti Reisi Alişan Bey’in Faaliyetleri / https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/620064

2 - Milli Mücadele Dönemi'nde Kürdistan Teâli Cemiyeti (1918-1927) / Zeynep Tamsoy - Master / Ankara Üniversitesi  - 2007

3- Nuri Dersimi’nin ‘Kürdistan Tarihinde Dersim’ kitabının 152. Sayfasından.

4 - Koçkıri’den Dersim’e Kırım ve Katliam: M. Kemal Paşa’nın Kürt Psikolojisi ve Kuvvacı Hareket / https://kurdarastirmalari.com/yazi-detay-oku-319

paylaş

   

Güncel

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.