Dağların kutsallığının tarihi kökenleri
Doğan Barış ABBASOĞLU Haberleri —
- Pek çok kültür için dağlar kutsallıkla eşdeğerdir. Özellikle antik kültürlerde dağlar tanrıların ikametgahı olarak görülür ve sunaklar ve ziyaretler de dağ zirvelerinde olurdu.
Negev Çölü ve Sina Yarımadasında yapılan arkeolojik kazılar bu inançların kökeni konusunda ciddi veriler içeriyor olabilir. Haaretz gazetesi yazarı Ruth Schuster, 9 Ocak günü yayınladığı bir makaleyle bundan en az 10 bin yıl önce şekillenen Neolitik Döneme ait bir kültün modern dinlerin oluşumunda nasıl bir rol oynamış olabileceği konusunu irdeledi. Yazıda oldukça ilginç bulgular üzerinde duruluyor.
Uzun yıllardan bu yana İsrail’in güneyindeki Negev Çölü ve Sina Yarımadasında bilim insanları erken Neolitik dönem ve öncesine ait kalıntılar üzerinde kazılar yürütülüyor. Bu bilim insanlarından biri olan arkeolog Uzi Avner ve ekibi, bu bölgede “dağ kültü” olarak adlandırılan antik ritüel alanları keşfederek, inanç sistemlerinin şehirleşmeden çok önce, ilkel tarım toplulukları döneminde başladığını öne sürüyor.
Neolitik sadece yaşamda değil manevi arayışları da değiştirdi
İnsanlar ve ataları “tarih öncesi” çağlarda avcı-toplayıcı topluluklar olarak yaşamış ve bu süreç boyunca doğayla güçlü bir bağ kurmuştur. Yaklaşık 10 bin yıl önce ortaya çıkan ve insanlığın rotasını değiştiren Neolitik devrimle birlikte yerleşik hayata geçiş ve tarımın başlaması, toplumsal yapı, sosyal ilişkiler, günlük yaşamla birlikte insanın manevi arayışlarını da etkileyen önemli bir değişim yaşandı.
Negev ve Sina çöllerinde bulunan ve ibadet alanları olduğu düşünülen arkeolojik kazı alanları, bu değişimin erken izlerini taşıyor. Yapılan kazılarda, taş platformlar, çevresi taş çemberlerle çevrili kutsal alanlar ve dikili taşlar ortaya çıkarıldı. Bu alanların ortak özelliği, yüksek rakımlı bölgelerde bulunmaları ve açık hava ritüellerine olanak tanıyacak şekilde inşa edilmeleri. Arkeolog Avner, bu alanların, tanrıların yanı sıra atalara tapınma amacıyla da kullanıldığını düşünüyor.
Negev Çölü’ndeki alanlar ibadet amaçlı
Avner’in tanımladığı “Rodedian siteler” olarak adlandırılan bu kutsal alanlar, Nahal Roded vadisinin yukarı kesimlerinde yoğunlaşmakta. 3-4 kilometrelik bir alana yayılan 120’den fazla Rodedian sitenin, çeşitli ritüel amaçlarla kullanıldığı düşünülüyor. Bu sitelerin bazıları, taş duvarlarla çevrili düzleştirilmiş platformlar üzerine kurulmuş. Rodedian sitelerde bulunan dikili taşlar, antropomorfik figürler ve taş kaplar, bu alanların ritüel işlevinin bulunduğu yönündeki düşünceyi desteklemekte.
Avner, Rodedian sitelerin bir kısmının tanrılara, bir kısmının ise atalara adanmış olabileceğini savunuyor. Bazı sitelerde tek bir dikili taş bulunurken, bazılarında çift veya üçlü gruplar halinde yerleştirilmiş taşlar görülmekte. Bu durumu, çok tanrılı bir inanç sisteminin bir işareti olarak değerlendiren Avner bazı dikili taşların ortasında bulunan delikleri de Rodedian sitelere özgü bir özellik olarak gösteriyor.
Ritüel pratikleri Neolitik’ten öncesine dayanıyor
Bölgedeki Neolitik dağ kültünün köklerinin daha da eskiye, yaklaşık 15.000 yıl öncesine dayanan Natufian kültürüne uzanabileceği düşünülüyor. Levant bölgesinde yaşayan Natufianlar, avcı-toplayıcı topluluklardan yerleşik hayata geçen ilk gruplardan biri. Natufian yerleşimlerinde bulunan taş evler, yuvarlak planlı yapılar ve dikili taşlar, bu topluluğun ritüel pratiklere sahip olduğunu göstermekte.
Rosh Zin bölgesinde kazılan bir Natufian yerleşiminde bulunan dikili taş, bölgede bilinen en eski örneklerden biri. Bu yerleşimde ayrıca boncuklar, süslenmiş devekuşu yumurta kabukları ve ritüel amaçlı kullanıldığı düşünülen taş kaplar bulundu. Aynı dönemde, dağ zirvelerine inşa edilen bazı yapılarda, ölü gömme ritüellerinin gerçekleştirildiği düşünülmekte. Bölgede araştırma yapan bilim insanları Natufian kültüründen kalan bu ritüel uygulamalar, daha sonraki Neolitik toplulukların inanç sistemlerini şekillendirmiş olabileceğini düşünüyor.
Dikili taşlar, Levant bölgesindeki ritüel alanların en belirgin özelliklerinden biri. Avner’e göre, bu taşlar genellikle tanrıları simgelemekte. Bazı ritüel alanlarda birden fazla dikili taşın bulunması, çok tanrılı bir inancın varlığına işaret ediyor. Çift hâlinde yerleştirilen taşlar, kutsal çiftleri; üçlü gruplar ise tanrısal triadları simgeliyor olabilir.
Neolitik devrim bu bölgeye çok geç geldi
Bazı Rodedian sitelerde, insan şeklini andıran taş figürler de bulundu. Bu figürlerin bazıları doğal taşlardan seçilmiş, bazıları ise kaba bir şekilde yontulmuş. Figürlerin ortak özelliği, baş ve boyun kısmının belirginleştirilmiş olması. Bu figürlerin, tanrı veya ataları temsil ettiği öne sürülüyor.
Neolitik dönemde, Levant bölgesinin kuzeyinde tarım hızla gelişirken, Negev ve Sina çöllerinde bu süreç daha yavaş ilerlemiştir. Negev bölgesine tarımın gelişi, tarımın ilk ortaya çıkışından yaklaşık 2.000 yıl sonra gerçekleşmiştir. Buna rağmen, bu bölgede gelişen inanç sistemleri oldukça karmaşık bir yapıya sahip. Avner, bu durumun, tarımın gelişimi ile dinin karmaşıklığı arasında doğrudan bir ilişki olmadığını gösterdiğini savunmakta.
Neolitik öncesinde de karmaşık bir inanç sistemi var
Negev ve Sina’daki dağ kültü alanlarının, Göbekli Tepe ve Karahan Tepe gibi ritüel merkezlerle benzerlik taşıdığı da belirtiliyor. Bu bölgelerde yapılan kazılarda, taş figürler, hayvan kabartmaları ve ritüel amaçlı kullanılan yapılar ortaya çıkarılmıştır. Özellikle Göbekli Tepe’de bulunan tapınak benzeri yapılar, bu bölgede gelişmiş bir inanç sisteminin varlığını kanıtlamakta.
Negev ve Sina’da keşfedilen dağ kültü alanları, dinlerin kökeninin şehirleşmeden çok önceye dayandığını göstermesi açısından oldukça önemli. Bu ritüel alanlar, insanların doğaya ve özellikle dağlara olan saygısını ve tanrılarını yüksek yerlerde arama geleneğini ortaya koyuyor. Avner’in teorisine göre, bu kültler, daha sonraki büyük dinlerin teolojik kavramlarının temelini oluşturmuş olabilir.
Dağlarda kutsallık arama geleneği
Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam gibi büyük dinler doğrudan bu Neolitik inançlardan türemese de, bu dönemde gelişen ritüel pratiklerin ve teolojik kavramların, günümüz dinlerinin oluşumuna dolaylı olarak katkı sağladığı söylenebilir. İnsanların tanrılarını dağlarda arama geleneği, dünyanın pek çok yerinde görülen ortak bir olgu olarak dikkat çekmekte.
* * *
Dağlar ve kutsallık
Dağların kutsallığının inanç sistemlerindeki varlığı neredeyse küresel ölçekte dinlerdeki ortak noktalardan biri.
Örneğin Hinduizm ve Budizm, dağların kutsallığına büyük önem veren dinlerden. Hinduizm’de Kailaş Dağı, tanrı Şiva’nın evi olarak kabul ediliyor ve bu dağda hac ritüelleri gerçekleştiriliyor. Budizm’de ise Potala Dağı ve Emei Dağı, kutsal mekânlar olarak kabul edilmektedir ve bu dağların zirvelerine manastırlar inşa edilmiştir. Her iki inanç sistemi için de dağlar, meditasyon ve ruhsal arınma için ideal yerler olarak görülmekte.
Yunan mitolojisi ve Roma dini gibi çok tanrılı inanç sistemlerinde de dağların önemli bir yeri vardı. Yunan mitolojisinde, tanrıların evi olarak kabul edilen Olimpos Dağı, tanrı Zeus’un başkanlığında diğer tanrıların toplandığı yer olarak bilinirdi. Aynı şekilde, İda Dağı (Kaz Dağları), tanrıça Hera’nın kutsal alanı olarak kabul edilmişti.
İbrahimî dinlerde de dağlar önemli bir yere sahip. Yahudilik ve Hristiyanlıkta Sina Dağı, Musa peygamberin Tanrı’dan On Emir’i aldığı kutsal bir yer olarak anlatılır. İncil’de bu olay detaylı bir şekilde yer alır ve bu dağ, insanlık tarihindeki en kutsal mekânlardan biri olarak kabul edilir. Ayrıca Tabor Dağı, Hristiyanlıkta İsa peygamberin tanrısal kimliğinin açıklandığı yer olarak bilinir.
Zerdüştlük inancında da dağlar kutsal kabul ediliyor. İran’ın kuzeyinde yer alan 5 bin 609 metre yüksekliğindeki Damavand Dağı, kötülüğün yenildiği yer olarak Zerdüşt mitolojisinde önemli bir yere sahip.
Mezopotamya’daki örnekler
Mezoptamya’da da dağların kutsiyeti konusunda tarih boyunca çok fazla örnek var. Örneğin Sümer mitolojisinin en önemli anlatılarından biri olan Anmerkar ve Aratta Destanı, tanrıça İnanna’nın Aratta halkını koruduğu dağlarla ilişkilendirilir. Bu destanda dağlar tanrıların hüküm sürdüğü yer olarak tarif ediliyor.
Aynı şekilde Akad ve Babil mitolojisinde de dağlar tanrıların evidir. Asurlarda da savaş ve tarım tanrısı olan Ninurta dağlarla ilişkilendirilir.
Hurri kültüründe de dağlar kutsal kabul edilmiştir. Hurriler, tanrılarının dağlarda yaşadığına inanırdı. Bu inanç, Hurri kültürü üzerinde etkili olan Hitit mitolojisiyle de paralellik gösterir. Hurri panteonunda önemli bir yere sahip olan Teshub, fırtına tanrısıdır ve dağların zirvesinde hüküm sürdüğüne inanılır.
Nippur Dağı da Hurri mitolojisinde, tanrıların yaşadığı yer olarak görülen kutsal dağlardan biridir. Hurri kültüründe yüksek yerlere tapınaklar yaparak tanrılarına kurban sunma geleneği de belgelenmiştir.