DİTAM, çözümsüzlüğü tartıştırdı

Dicle Toplumsal Araştırmalar Merkezi (DİTAM)

Dicle Toplumsal Araştırmalar Merkezi (DİTAM)

  • Dicle Toplumsal Araştırmalar Merkezi (DİTAM) düzenlenen toplantıda 'Kürt Meselesinde Çözümsüzlük Türkiye'ye Neler Kaybettiriyor?' sorusuna yanıt arandı.

Merkezi Amed'de bulunan Dicle Toplumsal Araştırmalar Merkezi (DİTAM) tarafından Yenişehir ilçesindeki bir otelde düzenlenen toplantıya, çok sayıda akademisyen, gazeteci, aydın, yazar, sivil toplum örgütü temsilcisi ile insan hakları savunucu katıldı; Kürt meselesindeki çözümsüzlüğün toplumsal hayata, ekonomiye, uluslararası ilişkilere etkileri tartışıldı.

Çözümsüzlük herkese kaybettirir

Panelin açılış konuşmasını, DİTAM Yönetim Kurulu Başkanı Mesut Azizoğlu yaptı. Kürt meselesindeki çözümsüzlüğün herkese kaybettirdiğini dile getiren Azizoğlu, Kürt meselesinin çözülmesi için çok haklı ve insani gerekçelerin varlığına dikkat çekti. Azizoğlu, “Kürtler, yıllardır Türkiye toplumuna kimlikleri, dilleri ve kültürleriyle ilgili yaşadıkları haksızlıkları ve taleplerini anlatmaya çalışıyor. Devletin, cumhuriyetin kuruluşundan bugüne Kürtlerin yaşadığı bölgeleri bilerek ihmal ettiğini ve bu nedenle ekonomi, sağlık, eğitim gibi hayatın hemen her alanında mağdur edildiklerin ispatlamaya çalışıyorlar. Maalesef bu gerekçeler, Türkiye’de Kürt meselesinin çözümü için çok fazla dikkate alınmıyor” dedi.  

100 yıllık yanlışlar, doğru kabul edilemez

Türkiye’de, devlete ve hukuka güven duygusunun azaldığını, demokrasi krizinin derinleştiğini, kutuplaşmanın, ötekileştirmenin hızla arttığını kaydeden Azizoğlu, şunları söyledi: “Bugünlerde Kürt meselesiyle ilgili yaşanan gelişmelerin ardından herkes ‘Devlet neden böyle bir adım attı’ diye soruyor. Bu soruyla ilgili genel-ortak düşünce, İsrail-İran çatışmasının Ortadoğu’da ve uluslararası alanda yaşatacağı sıkıntılar nedeniyle devletin böyle bir çalışma başlattığı yönünde. Aslında bu cevap bugün tartıştığımız konuyla doğrudan alakalı. Kürt meselesindeki çözümsüzlüğün Türkiye’ye etkileri son dönemlerde daha fazla görünmeye ve hissedilmeye başlandı. Devlet kendi açısından riskli gördüğü bir durum nedeniyle çözüm arayışına giriyor. Kürt meselesinin çözümüyle ilgili bir ihtimal yaratmış olması nedeniyle bu adım kıymetli ve önemli fakat Kürt meselesinde, 100 yıllık süreçte yapılan yanlışları doğru bir şekilde değerlendirmeden, diğer gerekçeleri ve talepleri göz ardı ederek, sadece tek bir gerekçe üzerinden bir çözüm aramak, eksik bir yaklaşım olur ve çözüme ulaşmayı zorlaştırır. Bu sorunun çözüldüğü gün herkesin kendi gerekçesini bu çözümün içinde bulması gerekiyor.” 

Devletin manipülasyon gücü

İlk olarak “Kürt sorununun toplumsal hayata etkileri” başlıklı oturum gerçekleştirildi. Veri Enstitüsü Başkanı Bekir Ağırdır, Türklerin güvenlik arayışı ve ihtiyacının, insanlar, iktidarlar ve devlet tarafından manipüle edildiğini söyledi. Kürt meselesinin paranoya olarak ele alınmasının, sorunun demokrasi, onurlu yaşam hakları meselesi olduğunu gündemden düşürdüğünü kaydeden Ağırdır, Türkiye'nin devlet ve yönetim mekanizmasını baştan aşağıya demokratikleştirerek, yeniden kurduramadıkça rahat edemeyeceğini vurguladı. Bunun önündeki en büyük engelin Kürt meselesi olduğunu dile getiren Ağırdır, “O eşiği geçemedikçe de devletin demokratikleştirilmesi için, çok kitlesel bir demokrasi talebi üretemeyeceğiz. En önemli problemin bu olduğunu sanıyorum” dedi.

Bu iş, öyle tesadüf değil

Türkiye’nin yeni bir hikâyeye ihtiyaç duyduğunu ifade eden Ağırdır, şunları söyledi: “Bu açılım ya da bu süreç, böyle bir zaman aralığında bütün bunları toplumun bu ihtiyaçlarını, taleplerini dikkat alarak mı yaptılar? Hayır. Çünkü Türkiye'de bugün baktığımız zaman bütün bu gidişattan memnun olan insan sayısı sadece yüzde 15. Türk, Kürt de fark etmiyor aslında. Yani ilk defa en azından adaletsizlik ve yoksulluk meselesinde bir eşitlenme var. Belki de bu fırsat alanı açar dediğim şey bu. Daha da önemlisi devletteki, yerel yönetimler dahil bütün hukuk sistemindeki merkezileşme, keyfileşme hikayesi. Dolayısıyla tam açılımın da böyle bir ihtiyaçtan doğmuş olabileceği gibi bir kanaatim var. Buradan bakarak, bu açılım meselesinin birden bire, hem de çıtayı böyle bir yere koyarak, hem de ilk ağızın Devlet Bahçeli olmasına bakarak, bu iş tesadüf gibi görünmüyor diyebilirim. Ortadoğu'da ne olacağı, Kürt meselesinden dolayı doğrudan Türkiye'yi de ilgilendiriyor. Kürt meselesinin bir özelliği de kendi meselemiz ve kadim, onurlu yaşam hakkı, demokratikleşme. Kendi meselemiz ama aynı zamanda çözülmeden her sene kendi dinamikleri, aktörleri, katmanları, boyutları da çeşitlenen ve artık neredeyse bölgesel ve küresel olan bir mesele oldu."

Çözümsüzlüğün ekonomisi

Kürt sorununun çözülmemesinin ekonomiye etkilerine dair bölümde söz alan Prof. Erol Katırcıoğlu ise bu dönemle ilgili "Nasıl ki bir zamanlar imparatorluklar çöktü yerlerine ulus devletler inşa oldu. Tıpkı buna benzer bir süreç yaşanıyor” dedi. Katırcıoğlu, Kürt sorununu çözemeyen hükümetin, 2015’ten önce Kürtlerin ekonomik olarak zayıflaması sonucu doğacak bir politika izlediğine dikkat çekerek, “Dolayısıyla da özellikle 2015 sonrasında yaşadıklarımız, iktidarın çözüm süreci konusunda çok samimi olmadığını düşündürüyor. Gerçekten de çözüm sürecinin gerçekleşmesini isteyen bir hükümetin böyle bir ayrımcı politika uygulaması beklenmemesi lazımdı. Gerçekten Devlet Bahçeli'nin açtığı tartışma alanından umutlanmak için çok şey var fakat ben de kuşkucu taraftayım. Çünkü en fazla yakınlaştığımız, çözüm süreci yaşandığı 2013'lü yıllarda, geri planda sadece karakollar yapılmıyormuş. Aynı zamanda Kürt illerinde ekonomik bir ayrımcılığı gerçekleştirilmiş olmasını görmekten dolayı, ben bu adımların gerçekten samimi olmadığı kanaatindeyim” dedi.

4,2 milyar dolarlık bir kayıp

Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Mehmet Kaya ise güvenlik önlemleri ve güvenlik politikalarının birbirine karıştırıldığını belirtti. Kaya, Kürt sorununu yaratan, ekonomiyi en çok etkileyen etkenin, güvenlik önlemlerinden çok güvenlik politikaları olduğunu dile getirerek “1985'ten yani PKK’nin silahlı eylemleri başlattığı yıldan bugüne kadar yapılan çalışma, 4,2 milyar dolarlık bir kaybın olduğunu ortaya çıkarmış. Yani Türkiye savaşmasaydı, somut anlamda harcananlardan bahsediyoruz, 4,2 milyar dolarlık bir kar olacaktı” diye konuştu.  

Türkiye neleri kaybediyor?

İzmir Ekonomi Üniversitesi’nden Doç. Dr. Serhun Al, küresel belirsizliğin hâkim olduğu bir çağda Türkiye'de ciddi bir demokratik gerileme ve otoriterleşme eğilimi olduğunu belirterek, “Kürt meselesinin çözümsüzlüğü de bunu tetikleyen, daha da derinleştiren ve bölgesel çatışma arttıkça beka siyasetini sürekli tekrardan masaya getiren bir olgu” dedi. Al, Türkiye’nin uluslararası alanda kaybını ise “Sonuç olarak baktığımızda bu uluslararası ilişkiler konteksinde Türkiye ne kaybetti Kürt çözümsüzlüğü sebebiyle? Ciddi bir otoriterleşme, dışarıda militarist bir dış politika, bir askeri endüstriyel kompleks inşa etme ama tabii bu da sürdürülebilir değildir. Bugün ne bunun finansmanı ne de siyasal alt yapısı sürdürülebiliyor. Şimdi uluslararası ilişkilerde belli ki bir arayışı var” şeklinde konuştu.

Yeni bir süreç mümkün mü?

Toplantının moderatörleri arasında bulunan Prof. Mesut Yeğen, Kürt meselesinin çözümsüzlüğünün Türkiye'yi bir toplum olmaktan alıkoyduğunu söyledi. VOA Türkçe’nin sorularını yanıtlayan Yeğen, çözümsüzlüğün Türkiye’de yaşayanları ortak bir geleceğe inanan bir yurttaşlar topluluğu olmaktan alıkoyduğunu savundu. Yeğen, modern, daha liberal siyasetin savunduğu, seçme-seçilme hakkı, fikir hürriyeti gibi temel ilkelerin, sürekli bir biçimde ihlal edildiğini dile getirerek, “Kürt meselesi bir açıdan bakarsanız 200 senelik ama cumhuriyetin kuruluşu açısıyla 100 senelik bir mesele. Dolayısıyla aslında çözülmesi muhakkak gereken bir mesele” dedi. 

İsrail dengeyi bozuyor

Devletin sorunu çözme niyetinde olmadığını savunan Yeğen, şöyle devam etti: “Daha başka bir tehlike yaklaşıyor belli ki devlet nazarında. O da 7 Ekim'den sonra bölgede oluşan durumla ilgili diye düşünüyorum. Gördüğüm kadarıyla geride kalan 15-20 senede İsrail devleti, İran'la kendisi arasında bölgede oluşmuş bir statükoyu, dengeyi bozabilecek hale gelmiş durumda, ateş gücü itibarıyla. Çok kısa sürede bize şunu gösterdi ki; İran'ı bölgeden kazıyabilirim. Yani bölgedeki etkinliğini dramatik bir şekilde azaltabilirim. Şimdi bu etkinliğin azaltılması ileride İran devletinin kendi halkı, kendi ülkesi üzerindeki egemenliğini de riske atabilir. Böyle bir ihtimal de belirmiş durumda. Bu henüz gerçekleşmiş değil ama şu ana kadar gerçekleşenleri bile hesapladığımızda Suriye'de ve Irak'ta, Kürtler bulunduklarından daha iyi bir konuma gelebilirler, onların üzerindeki İran baskısı azaldıkça. İran da buna eklendiği takdirde üç ülkede birden Kürtler daha mobil hale gelebilirler. Şimdi bu Türkiye'yi kaygılandıran bir durum. Dolayısıyla önlem alması gerektiğini düşünüyor.” 

Kürtlere yanıt verme yeterliliği

VOA Türkçe’nin sorularını yanıtlayan Barış Vakfı Başkanı Hakan Tahmaz ise bölgede Ankara’nın sorunu çözeceğine dair inancın en alt seviyede olduğunu belirtti. Bunun çözümsüzlük politikalarının sonucu olduğunu kaydeden Tahmaz, şöyle konuştu: “Türkiye'nin bölgesel gelişmeler, küreselleşme nedeniyle bu kararı (Bahçeli’nin çağrıları) aldığı ve kendini Kürtlerle birlikte var edebileceğini gördüğünü ama burada esas öncelikli meselenin de PKK ile silahlı durumu olduğunu tahmin ediyorum. Şu anda içinde olduğumuz durum çözüm süreçleriyle tarif edilecek bir dönem değil. Daha temas aşamasındayız. Bakın, diyalog demiyorum. Barış fikrimizin gücüyle hareket ettiğimiz zaman umut var. Yani barış savunucularının MHP'ye güvenerek yola çıkmasına gerek yoktur. Bu olamaz zaten. Biz kendi fikrimize, haklılığımıza güvenmeliyiz.” AMED

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.