Diyarbakır’da sömürgeciliği yargılamak
Kadın Haberleri —
- “Bedenlerin hücre hücre eritilişinde insanlığı yüceltmek, bir halkın umutlarını büyütmek, bir davanın bu kadar net, kesin zafer, başarı vaat eden özelliğini ortaya koymak! Devrimin önderliğini, öncülüğünü bu kadar yalın, katıksız bir bağlılıkla temsil etmekti Temmuz büyük Ölüm Orucu’nun anlamı.”
Sakine Cansız’ın kaleminden 14 Temmuz Direnişi
12 Eylül 1980 darbesinin izleri bugün hala hafızalarda tazeliğini koruyor. Darbede esas olarak PKK kadroları ve Kürt halkı hedef alınıp, Türkiye ve Kurdistan’daki cezaevleri birer işkencehaneye çevrildi.
İlerleyen yıllarda “Dünyanın en kötü şöhretli 10 cezaevi" listesine giren Esat Oktay Yıldıran yönetimindeki Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi’nde ise tarihe geçecek direniş destanları yazıldı.
PKK’nin öncü kadrolarından Mazlum Doğan, 21 Mart 1982’de üç kibrit çöpüyle bedenini Newroz ateşine dönüştürdü. Bu eylemin ardından Ferhat Kurtay, Necmi Öner, Eşref Anyık ve Mahmut Zengin de 18 Mayıs 1982'de bedenlerini ateşe vererek direnişin halkası oldu.
Cezaevinde direniş büyürken Mehmet Hayri Durmuş 14 Temmuz 1982’de mahkeme salonunda ölüm orucu eylemi başlattı. Durmuş'un eylemine Kemal Pir, Ali Çiçek ve Akif Yılmaz da dahil oldu. 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi’nde 9 Eylül'de Kemal Pir, 12 Eylül'de M. Hayri Durmuş, 15 Eylül'de Akif Yılmaz ve 17 Eylül'de Ali Çiçek şehit düştü.
Dönemin tanıklarından ve 9 Ocak 2013’te Paris’te şehit düşürülen PKK’nin öncü kadrolarından Sakine Cansız, ‘Hep Kavgaydı Yaşamım’ adlı kitabında, ölüm orucu eyleminden Esat Oktay’ın hoparlörden yaptığı konuşmalardan haberdar olduklarını yazıyor.
Eyleme katılma kararı
Mazlum Doğan ve Dörtler’in eylemine katılamadığı için “Bir acı gelip göğüs kafesime oturuyordu” diyen Cansız’ın kitabından derlediğimiz anlatımı şöyle:
“Çok mu imkansızdı, arkadaşlar bize ulaşamazlar mıydı, koğuşlar da bizim gibi miydi? Herhalde hiçbir yer bizim yaşadığımız tecritliği yaşamıyordu.
Katılacak kişiler bu anlamda önemliydi, bu ölüm orucuydu çünkü. Korkuları, kaygıları olanlar, tereddütlü, kendisiyle barışık olmayanlar girmemeliydi. Bu ortak fikrimizdi.
Eyleme katılma kararımızı mahkemede açıklamalı, kamuoyuna duyurmalıydık. En azından arkadaşlar bilmeliydi. Yoksa Esat bizim katıldığımızı ne yapar eder gizli tutar, yansıtmazdı. Benden önce Gönül çıkacaktı mahkemeye. Gönül’ü de uygun bulmadık. Ama ortak dilekçe yazacaktık, dilekçeyi sunabilirdi. Orada kimlerin girdiğini açıklardı.
Bir yerlerden başlamak gerekiyordu. Tabii sessiz sedasız da olmamalıydı. Esat dilekçeleri kabul etmeyip dikkate almayabilirdi ama sorumluluğu üstlenemezdi. Mahkemeye dilekçeleri göndermek zorundaydı.
Urfa-Bozova duruşmasından bir gün önce bizi yukarı çıkardılar. Ama aynı gün kısa ve ilginç bir görüşme yaptılar. Aysel’i ve diğer gruplardan bir iki kişiyi çağırdılar. “Görüşme var” dediler. Birkaç dakika sürmedi görüşme. Esat bu tür görüşmeleri dakikalara sığdırırdı. Kendisi de görüşenlerin ağızlarına girecek kadar yakından izler, dinlerdi.
Bir gün sonra Gönül mahkemeye çıkacak ve ölüm orucuna katıldığımızı açıklayacaktı. Bir aksilik olmasaydı karar buydu. Yine de planımıza bağlı kalmaya karar verdik. Ölüm orucuna iki grup şeklinde katılacaktık. İlkinde ben, Gönül, Fadime ve Fatma, ikincisinde Aysel, Bezar ve Gültan.
‘Bu kaçıncı çığlıktır yüreğe oturan?’
Gönül ertesi gün mahkemeye çıktı ve dönüşte bize yine yüreklerimizi kanatan haberler getirdi.
Kime, neye, hangi davranışa, hangi acı yüklü habere dayanacak, alışacaktı? Peki bu haberler öldürmüyor muydu? Yüreğimizi paramparça etmiyor muydu? Daha neyi bekleyecektik? Bu kaçıncı soru, bu kaçıncı ahtır, kaçıncı çığlıktır yüreğe oturan?
Pir ve Hayri arkadaşların şehadeti kesindi. Akif ve Ali’den, Karasu’dan yana net haber yoktu. Tarihlerini de söylediler. Eylül’de Pir ve Hayri arkadaşlar şehit düşmüştü. Temmuz’da başlamış̧ direniş̧. Bazı arkadaşlar daha ölüm orucuna katılmışlar. Fuat Kav da katılmış̧.
‘Her şeyi sonuçlandığında öğrenmiştik’
Ertesi gün hastaneye gidenlerden farklı haberler aldık. Karasu şehit düşmemişti. Ölüm orucu sonuçlanmış̧, arkadaşlar hastanedeymiş̧. Ali Çiçek ve Akif Yılmaz’ın da şehadetini öğrendik çok geçmeden. Temmuz’dan Eylül ortalarına kadar yaklaşık iki ay kadar sürmüş̧. Tekrar geriye gittik. Hoparlörde konuşulduğunda kaçıncı gündü? Saydık günleri, yarılanmış̧ neredeyse. Biz öncesinden başlamış̧ olabileceğini düşünsek bile, pek ihtimal vermemiştik. Çünkü mahkeme tarihlerini kesin bilemiyorduk. En çok bir hafta, on günlük olabilir diyorduk. Kendimizi ikinci posta olarak değerlendiriyorduk. Meğer ikinci postalar da katılmış̧. Biz ancak arkadaşlar ölüm sınırındayken ve her şey sonuçlandığında öğrenmiştik.
‘Herkes onlarda kendilerini sorguluyordu’
Evet, Temmuz seçilmişti. Fransa’da Bastille ayaklanmasının tarihiydi. Ve mahkemede ilk olarak ölüm orucu eylemini Hayri arkadaş̧ ilan etmişti. Bedenlerinin her hücresini ortaya koyarak başlatılan büyük direniş̧, büyük ayaklanma...
Savunma! Tarihte Dimitrof’un Reischtag savunması var, faşizmi yargılıyor. Diyarbakır’da sömürgeciliği yargılamak! Düşmanın PKK’yi bu kahraman yoldaşların, biz tutsakların şahsında yargılama planını tersine çevirecek bir savunma, bir tarihi yargılama olmak zorundaydı. Bunun tarihsel önemini en iyi bilenler, en iyi anlayanlar başlatmışlardı bu yargılamayı.
İnsanlık tarihini böylesine anlamlandıran, ona görkemlilik kazandıran başka güzel, onurlu bir olay var mıydı acaba dünyada? Bedenlerin hücre hücre eritilişinde insanlığı yüceltmek, bir halkın umutlarını büyütmek, bir davanın bu kadar net, kesin zafer, başarı vaat eden özelliğini ortaya koymak! Devrimin önderliğini, öncülüğünü bu kadar yalın, katıksız bir bağlılıkla temsil etmekti Temmuz büyük Ölüm Orucu’nun anlamı. Korkular yıkılmaya başlamıştı. Herkes onları konuşuyor, yaşıyordu. Herkes onlarda kendilerini sorguluyordu.
Kurban kesen düşmanın alçalma biçimi
Yaşamın anlamı, soluk alıp verişlerin, yürek atışlarının bir ideale yol alışın, bitimsiz akışın kendisi olduğu gerçeğindedir. Yoksa o duyuşların yüceliği anlaşılmaz. Ölümün bu kadar güzel ve anlamlı oluşu; onda bu kadar yaşam büyüklüğünün saklı oluşu, bunu yaşayanların güzel ve yiğit oluşundandı. An an yaşamı ve ölümü bu kadar yakın ve onurluca yaşamak ancak onlara nasip olmuştu.
Bir de Esat vardı ki, bu ölüme kurban kesmişti. Büyük ölüme ancak büyük kin duyanlar, büyük insanlık dışılığı yaşayanlar kurban kesebilirdi. Esat ölümden o kadar çok korkuyordu ki, en korktuğu noktada korkunç bir saldırganlıkla ölümlere kurban kesebiliyordu. Evet, Pirlerin şehadetini duyduğunda Esat askerlere beslettiği iki kuzuyu kurban kestirmişti. Birini Hayri, birini Pir için. Bu da herhalde ilk kez bizim düşmanımızda ortaya çıkan bir alçalma biçimiydi.” HABER MERKEZİ