Ekoloji mücadelesi ötekileştirmeden arınmalı

Deniz Gümüşel

Deniz Gümüşel

  • 4 yıldır Akbelen direnişinde yer alan Çevre Mühendisi Deniz Gümüşel, doğa katliamının önüne geçmek için ekoloji mücadelesinin ortaklaşması gerektiğini belirterek, “Ötekileştiren siyasetin içselleştirilmiş olmasının getirdiği bir ayrışma var” dedi.

ERDOĞAN ALAYUMAT/MUĞLA

Limak Holding’in termik santraller kömür üretimi için yok etmek istediği Akbelen Ormanı için başlatılan direniş devam ediyor. Tüm itirazlara rağmen iktidarın ve yargının gücünü arkasına alan şirket, ormanda bulunan ağaçların yarısını kıyımdan geçirdi. 2014 yılında bölgede kurulu 2 termik santralin özelleştirilerek Limak Holding ve İÇTAŞ A.Ş. ortaklığına satılması ile birlikte bölgede yaşayan köylülerin çoğu arazilerini, zeytin bahçelerini ve evlerini kaybetti.

Akbelen direnişi geçtiğimiz ay itibariyle gündeme gelse de aslında öncesi var. Bölgede yaşayan ve arazilerini satmak istemeyen bir avuç köylü ile başlayan mücadele 4 yıldır devam ediyor. Son 2 yıldır başlatılan yaşam nöbeti, şirketin son 2 haftadır iş makineleri ve testerelerle orman kıyımına başlamasıyla farklı bir boyuta taşındı. Devlet Akbelen Ormanı’nı yok etmek için tüm imkanlarını seferber ederken, köylülerin ve yaşam savunucuları topraklarını korumaya kararlı. 4 yıldır bölgede mücadele eden Çevre Mühendisi ve yaşam savunucusu Deniz Gümüşel de bunlardan biri.

 

 

Kamu yararı değil rant

Gazetemize konuşan Gümüşel, AKP hükümeti politikalarının neo-liberalizmin somut bir örneği olduğunu söyleyerek, "Neoliberalizm nedir? Kamu zararına şirketlerin yararına piyasanın düzensizleştirilmesidir. Kanunlara istisna maddeler koyarlar, hukuk sistemi çökertilir, 'Kamu yararı' diye ucube bir kavram ortaya atılır, bunun altına sığınarak su hakkını insandan alır enerji şirketine verir. AKP hukuk tanımazlığıyla son 15 yılımıza damgasını vurmuştur. Burada yaşananlar da bu hukuksuzluk sürecinin canlı bir örneğidir" dedi.

 

 

Daha kalıcı bir örgütlenme şart

Doğa talanına karşı halkın örgütlenmesi gerektiğine dikkat çeken Gümüşel, "Örgütlü değiliz. Nasıl tepki vereceğimizi ve haklarımızı bilmiyoruz. Yan yana durma pratiklerimizde çok büyük sıkıntılar var. Umarım haddimi aşmam ve kimseyi incitmem ama neoliberalizmin ahlaki çöküşü toplumun tüm kademelerine yansımış durumda. Dolayısıyla yan yana gelmeye çalıştığımız her seferinde birbirimizin ayağına basıyoruz, küçük iktidar alanları yaratmaya çalışıyoruz ve örgütlenmelerimizi büyütemiyoruz. Bunu Gezi Direnişi’nde olduğu gibi sistematik bir hale getirmek, kalıcı örgütlenmeler haline getirmek gerekiyor. Toplumsal örgütlenmelerin nüveleri var bu toplumda ama bunu kalıcı hale getirecek, bunu geniş bir örgütlenme haline getirecek siyasi iradeyi koymakta güçlük çekiyoruz. Bu zor aygıtlarını aşıp ormana sarılamıyoruz, toprağı koruyamıyoruz. Hukuki olarak elimiz ne kadar güçlü olursa olsun hakimler kanunları şirketler lehine yorumladığı sürece kolluk gücü de bu hukuksuz kararları uyguladığı sürece elimiz kolumuz bağlı kalıyor. On binler buraya aksaydı o zaman zor gücü de bir işe yaramayacaktı. İşte burada zorlanıyoruz" diye vurguladı.

 

 

Tepki vermede ayrımcılık var

Toplumun birbirine düşmanlaştırılmış halinin ekoloji mücadelesine de yansıdığını söyleyen Gümüşel, şöyle devam etti: "Aşılmayan kimlik adalarımız var. Bunun ötesini görmemeye direniyoruz. Meslek odaları ses çıkarırken seçici davranıyorlar. Demokratik kitle örgütlerinden de her zaman tek bir ses çıkmıyor. Bunu aşmak için ekoloji hareketleri içerisindeki sivil inisiyatifler çok fazla çaba harcıyor. Geçtiğimiz yıl Şırnak, Dersim ve doğa tahribatının olduğu pek çok kente gidildi. Oradaki arkadaşlarımızla mücadeleyi büyütmek için sürekli temas halindeyiz. Ötekileştiren siyasetin toplumsal muhalefet tarafından da içselleştirilmiş olmasının getirdiği bir ayrışma var. Anadolu, Trakya, Mezopotamya’da o kadar büyük bir yıkım var ki kimse kendi mücadelesinden kafasını kaldırıp daha üst bir şey yapmaya mecal bulamıyor. Zaten yerelde bu mücadeleleri yürüten bir avuç insanız. Bunu aşmak için gerçekten çok büyük çabalar sarf ediliyor. Bu anlamda çok ulusalcı kesimleri dışarıda tutarak söylüyorum meselenin çok boyutluluğunun, çok kültürlülüğünün farkında olan bunu bir siyaset haline getirmemiz gerektiğinin bilincinde olan ekoloji hareketleri ile yan yana durabilmek için son birkaç yıldır çok büyük çabalar sarf ediyoruz."

 

 

Kendi bindiği dalı kesiyor

Türkiye iklim krizinden en fazla etkilenecek bölgenin Akdeniz havzası olduğunu belirten Gümüşel, "Kuraklıklar, seller, orman yangınları, su krizi, gıda krizi gibi çok büyük krizler Akdeniz havzasını bekliyor. Dolayısıyla Türkiye iklimle ilgili adım atmayı reddettiği sürece aslında kendi bindiği dalı kesiyor. Muğla’da bulunan üç termik santral bugüne kadar 320 milyon ton karbon üretmiş durumda. Bu santraller lisans sürelerinin sonuna kadar çalışırlarsa 360 milyon ton daha karbon üretecekler. Sadece karbon salınımının engellenmesi için bile bu santrallerin kapısına kilit vurulması gerekiyor" dedi.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.