Hakikatin estetiği
Selahattin IŞILDAK Haberleri —
- Sadece doğruları ve hakikati anlatmak yeterli değildir, o doğruları da doğru bir güzellikle aktarmak gerekir, bir estetiği olmalıdır.
“…bilmiyorlar ama yapıyorlar.” (1)
İnsanlık tarihi daha ilk zamanlarından bu yana gelecek nesillere iyisiyle kötüsüyle miraslar bırakarak bugünlere gelmiştir. İnsan evladı tanık olduğu gerçeklikleri en doğrudan bir şekilde sözlü, yazılı, görsel bir çok yol ve yöntemle gelecek nesillere aktarmıştır. İlk atalarımızın duvarlara çizdiği ilkel çizimlerden Hamit Gümüşlü gibi eşi nadide bulunur ressamların tuvallerine kadar kendisini hep daha da yetkinleştirmiş, fotoğraf gibi olmuş diyebileceğiniz mükemmel eserlerden, görünenin ardındaki hakikati-ruhsal ve tinsel dünyadaki fırtınaları yansıtan fırça darbeleri ile beraber şiirselliğini de, bakan bütün gözlerin ruhuna rengarenk nakşetmiştir eserleriyle. Jilet gibi keskin, kopan-yırtılan dünyalar arasındaki geçişi, bu geçişin sancılarını ilk bakışta çarpıcı ve aynı zamanda yumuşak renklerle, ışığın ve gölgenin varlığını her daim gözeterek bütün şefkati ile aktarmıştır. Tam bitti derken, yeniden başlayarak yeni bir varoluşa hareket ederek.(2)
En ilkel çizimlerdeki saflık ve Homeros’un şiirsel İlyada’sı gibi “sadelikle” karşılaştırılabilecek olan bu görüleni, yani tanık olunanı tarihe aktarmak isteği emin değilim ama insanda sanırım iç güdüsel olarak var. Gelmiş geçmiş bütün insanların, insanlığa bıraktığı bütün miras, kendisinin zaten geçici olduğunu bildiği dünyada geriye bir isim, bir iz, bir miras bırakma kaygısının ürünüdür. Belki de daha basit ve somut ifade ile bir bakıma kendisinden sonrakiler için yani (varsa) çocukları, torunları, sevdiği insanlar başta olmak üzere, hiç tanımadığı ve tanıma imkanının bile olamayacağı gelecek bütün nesillere iyi bir bir katkı sunma isteğidir.
O duvarlardaki ilkel çizimler bir zaman sonra resim sanatının gelişmesiyle tuvallere daha derinlemesine yansıdığı gibi, duvarlardan-kayalardan çıkarılan taşların yontularak beden bulmasını sağlayarak heykeltıraşlık diye bir sanat dalı ile de miras kaldı günümüze. Bu sanat dalı muhtemelen en güzel eserlerini Rönesans döneminde (özellikle de İtalya’da) verdi. İnsanın göz retinasındaki hatlardan, göz kenarlarındaki çiziklerden, alnındaki kırışıklıklara, tırnakları ile parmakları arasındaki ince ayrımdan bir parmağın baskısı ile hafif ezilmiş bir bedende oluşan çukura kadar en ince detayları ile şekil buldu, vücut buldu taşlarda. İnsanlar gördüklerini, geleceklere kendi tarihsel koşullarının şartları ile besledikleri gözleri ile bir şekil vererek aktardılar, paylaştılar. Dönemlerini en iyi yansıtan ürünler olarak bugün hem tarih hem de sanat tarihi dünyasında hak ettikleri yeri de aldılar. Yani geleceğe kaldılar. (Rönesans döneminin Michalangelo, Da Vinci’leri gibi)
İnsanlık; kendi geçmişine dair bilgilenimlerini o geçmiş dönemlerden, atalarından bugüne kalmış olan edebi-mimari-sanatsal-kültürel- yazılı ve görsel vb. eserler sayesinde öğrendi. Dünya insanları olarak bizler geçmişe dair farklı tarihsel ve siyasal analizlerden kaynaklı olarak farklılaşan değerlendirmelere sahip olsak da, bugünü nasıl gördüğümüz, nasıl sonuçlara vardığımız konusunda pratik ve net olmak gerekir. Gündelik yaşamın koşturmacası, heyheyi, telaşesi, stresi nedeniyle o kadar çok yoğun bir “işe” kapanmışlık içinde yaşamak, ne yaşadığını kavrayamamak anlamına gelmemelidir. Akan yaşamın içinde ve peşinde sürüklenilmemelidir.
Emekçilerin gündelik zorunlu iş hayatından geriye uyku dışında kalan zaman dilimini genellikle “ekranlar” doldurmaktadır. Burada ekrandan kastettiğim sadece televizyon değil, bilgisayar, tablet, telefon, sokaklarda-caddelerde-binalarda asılı yazılı, görsel reklam panoları, geçmiş anılarımızı fotoğraflaştırıp daha sonra çerçeveleyerek yaşadığımız evlerin iç duvarlarına astığımız ekranlar da dahil olmak üzere bütün ekranları kastediyorum.
Bu ekranlardan birisi de bizim ekranımız. Bizler de izleyenlere, dinleyenlere doğru, sıcak ve bilgilendirici yayınlarla seslenerek, onların dertlerini, çözüm taleplerini, istemlerini, beklentilerini ekranlarımıza yansıtarak onların, yani halkın sesi olmaya çalışıyoruz. Doğruları, hakikatleri eğip bükmeden, olduğu gibi yansıtıyoruz.
Ama işte o ilk atalarımızın mağaralardaki ilkel çizimleri ile yansıtmak var, bir de Hamit’in fırça vuruşlarındaki gibi (3) yansıtmak var. Sadece doğruları ve hakikati anlatmak yeterli değildir, o doğruları da doğru bir güzellikle aktarmak gerekir, bir estetiği olmalıdır. İnsanların gündelik yaşadıkları sorunları onlara yüksek sesle değil, fısıldar gibi ama etkili ve “göz-kulak rahatsızlığı” vermeden çözüm yollarını da göstererek yansıtmak gerekir. Hakikatin estetiği bu şekilde geliştirilecektir. Farkında olmasak da eminim ki daha iyiye gidecektir.
1) "Bilmiyorlar, ama yapıyorlar" sözü Kapital'in birinci Almanca baskısındandır. Karl Marx, Kapital’in sonraki basımları için bu sözleri tashih ediyor ve "bunun farkında olmayız, ama gene de yaparız" şeklinde değiştirerek ifade ediyor. Yaygın olarak bu ifade; “işçi sınıfı bilmiyor (-ne yaptığını) ama devrim yapıyor” ifadesini dile getirmek için kullanılagelmiştir.
2) https://www.youtube.com/watch?v=Xb_11r0cSJ4 / Resim tam bitti derken bir daha başlar…J
3) https://www.youtube.com/watch?v=FxgosKWQ1pQ / SAY NO… “Kadına karşı şiddet uygulamayı erkeklik sanan yaratıklar olduğu sürece insan toplumu uygar sayılabilir mi?” 30 Haziran 2017.