Hiyerarşi, iktidar, devlet sorunu ve devrim
Abdullah ÖCALAN yazdı —
- Ortadoğu kültürüne çok kapsamlı bir demokratik siyaset aracı dayatmadan, toplumu sürekli bu araçla uyandırmadan, ayağa kaldırmadan, eylemleştirmeden demokratik topluma varılamaz. Demokratik topluma varılmadan da hiçbir eşitlik ve özgürlük amacı gerçekleştirilemez, demokratik uygarlık çağına erişilemez.
Devrimlerin çoğunlukla amaçlarıyla ters düşmesi hiyerarşi, iktidar ve devlet sorununu doğru çözememeleriyle ilgilidir. Tarih bu konuda da amaçlarıyla ters düşmüş çok sayıda devrim enkazıyla doludur. Tanrısal olduğunu en çok idea eden İslam devriminden kendini 18. yüzyıl aydınlanmasının devrimi sayan Fransız Devrimi’ne, bilimsel sosyalizmin Rus Bolşevik Devrimi’ne kadar ve onlarca benzeri örnekler kısa süre içinde amaçlarıyla çelişmekten kurtulamamışlardır. Bu olgunun temel nedeni “kısa süre” içindeki bir devleti veya hiyerarşik iktidar gücünü yenmenin (uzun süre) kurumu, kültürü olan uygarlık ve moderniteyi yenmek anlamına gelmediğidir. Hatta yenilen devlet mevcut uygarlık veya modernite sistemi içinde bir engel haline gelmişse devrimle daha da güçlenecek olan tüm o dönem devletlerine karakterini veren uygarlık ve modernite olacaktır. Devleti yenmekle iktidar ve modernite yenilmiş sayılmaz. Çoğunluklada daha da güçlenmesinin altındaki temel gerçeklik budur. Hiyerarşi, iktidarlar iç içe geçmiş olgular olarak binlerce yıllık sürelerle yaşarlar. Devletler daha kısa süre ürünüdürler. Devrimler ise anlık süre olaylarıdır. Önemli rol oynamadıkları anlamına gelmez. Fakat uzun ve orta süre uygarlıklar ve devlet yapılanmaları içinde özümlenme tehlikesinin güçlü bir olasılık olarak hep mevcut olduğudur. Örneğin Ekim 1917 devrimi hiçbir devlete yenilmedi. Fakat uzun süre yapısal sistemi olan kapitalist moderniteye yenildi. Bunda şüphesiz sadece modernitenin kapitalizm unsuruyla, o da devlet kapitalizmi adı altında en gerici, tutucu biçimi olan vasıtasıyla mücadele etmenin payı belirleyicidir. Endüstriyalizm ve ulus-devlet unsurlarını ise azami geliştirmeye çalıştı. Moderniteyi çözümlemeden bu tür saplantılı takınması elbette sonuçta amaçlarıyla ters düşürecekti. 20. yüzyıl bu tür devrimlerin enkazıyla doludur. Hiyerarşi, iktidar ve devlet kültürüyle mücadele; tarihin doğru yorumunu (demokratik unsurların tarihi) ve kendi doğru tanımlanmış karşıt öğelerini kullanmayı gerektirir. Devrimler ancak bu temelde amaçlarıyla çelişmeden uzun vadeli sistem olan demokratik moderniteyle bütünleşirse başarılı olur.
Ortadoğu’nun üç tek tanrı dinlerinin devrimci yorumunu bu çerçevede yaptığımızda neden yüce idealleriyle ters düştüklerini daha iyi anlamış oluruz. Uzun süre yapıları olan iktidar ve hiyerarşiye özenmeleri ve hemen devletleşmeleri bu dinsel devrimlerin başarısızlıklarının temel nedenidir. Adeta bir karşı devrim yasası olan, savaştıklarını sandıklarının amaçlarına sıkça sapmalarını bu çerçevede kavramak mümkündür. Modernite döneminde bu oyun çok daha açık oynanır. Tüm ulusal devrimler ulus-devletle kurumlaşınca amaçlarıyla ne denli çeliştikleri acı ve öfkeyle anılmaktan kurtulamazlar.
İktidar hastalıktır
Ortadoğu toplumlarında süre ve yoğunluk olarak en uzun ve güçlü yaşanmış uygarlıklar, hiyerarşi, iktidar ve devlet kültürünün doruğunu ifade ederler. İktidarın hastalık olduğu daha Gılgameş zamanından beri bilinmektedir. Bilgeler iktidar hastalığından hep bahsetmişlerdir. En cazibeli fahişe rolünde tanımlamışlardır. Hiyerarşinin doğduğu, tüm iktidar ve devlet oluşumlarına yataklık, kaynaklık ettiği en uzun kültürün de beşiği olması itibariyle Ortadoğu’da neden demokratik kültürün hep altta kaldığını daha iyi anlayabiliriz. Her aile başkanının kendini küçük bir imparator saydığı toplumda devrimlerin rolünün neden sınırlı kaldığı da anlaşılırdır. Modernitenin tümüyle devrim sayılması ise günümüz toplumsal sorunlarının boyutlarını daha iyi anlamamıza imkân sunar. Sorunların kaynağı olan bir fetihçi sistemi temel sorun çözümleyici olarak uygularsan elbette sonuç daha da ağırlaşmış toplumsal sorunlar olacaktır. Son yüzyıl neredeyse bir ulus-devlet sahibi olmak, tanrısıyla en büyük buluşmayı gerçekleştirmek gibi algılandı. Eski tanrılar bile yeni ulus-devlet tanrısının hizmetine koşuldu. Ortadoğu ulus-devletleri halen gerek birbirine karşı, gerek vatandaş bellediklerine karşı bir savaş aracı olarak işlevselleştirildiklerini, sistemin hegemonyasının onlara bu rolü biçtiğinin farkında bile değiller. İktidarı merkezileştirmek, devleti aşırı ulusallaştırmak adeta ulusal devrime yüklenmiş rol sayılmaktadır. Bu kadar çelişkilerle yüklenmiş hiçbir devrimin bırakın başarı şansını, idea ettiği eşitlik ve özgürlüğe darbe teşkil etmesi işten bile değildir. Devrimler ancak anti-merkeziyetçi, anti-iktidarcı olduklarında demokrasiye, eşit ve özgür bir topluma hizmet edebilir. Ortadoğu’da demokratik kültür abartılmış ulus-devletçi kültürü aştığı oranda gelişme şansı bulabilir. Özünde sermaye ve diğer sömürü tekellerinin yoğunlaşmış ifadeleri olan iktidar ve devlet yapılanmaları, yoğunlaşmış ekonomik ve ekolojik toplumun ifadesi olan demokratik toplumla aşıldıkları oranda toplumsal sorunların gerçek çözüm yoluna girecekleri açıktır. Demokratik uluslar ve sistematik ifadesi olarak demokratik modernite; hiyerarşi, iktidar ve devletten kaynaklanan sorunların aşıldığı çağı temsil ederler.
İktidar ve devletçilik değil, demokratik siyaset
Devrimlerin anlamlı olabilmeleri ve amaçlarıyla paradoksa girmemeleri için akabinde iktidar hastalığına ve devletçilik oyunlarına düşmemeleri gerekir. Hemen iktidarlaşan ve devletleşen devrimler sadece bitmiş sayılmazlar, eşitlik, özgürlük ve demokrasi ideallerine de ihanet etmiş olurlar. Devrimler tarihi bu anlamda ihanet tarihinin trajedisini de yaşarlar. Fransız, Rus ve İslam devrimleri bu açıdan büyük derslerle doludur. Dolayısıyla devrimleri hemen iktidar ve devlet şartlarına bağlamak yerine uzun süreli ahlaki ve politik toplum değerlerine bağlamak büyük önem taşır. Ahlaki ve politik toplumun temelleri ise demokratik siyasetle döşenebilir ancak. Demokratik siyasetle toplumları ayağa kaldırmadan, her toplulukta demokratik örgüt ve önderler yetiştirmeden, demokratik yaşam tarzını uzun süreli deneyimleyip oturtmadan ahlaki ve politik toplumlar inşa edilemez. Somut ifadesi olarak demokratik toplumlar, dolayısıyla demokratik uluslar oluşturulamaz. Demokratik modernite sürecini böylesine uzun süreli demokratik toplumların ulusal bütünlüklerinden oluşan bir yeniçağ olarak tahayyül etmek, kuramlaştırmak, günlük yaşamın ekmek, su, hava kadar vazgeçilmez biçimi olarak değerlendirmek durumundayız.
Hiyerarşi, iktidar ve devletle ilişkili diğer önemli bir sorun bizatihi bu kurumların niteliğiyle ilgilidir. Bu kurumlara dayanarak eşitlik, özgürlük ve demokrasi arayışları başta Marksizm olmak üzere amaçlarını böyle ilan eden ideolojilerin en büyük paradoksudur. Eşitlik, özgürlük ve demokratik kimliğin inkârıyla varlık kazanan bu olgulara dayanarak amaca varmak tarihin yaşadığı en büyük paradokstur. İroniktir. Sınıfsallığın kurumsallaştığı araçlar olan bu olguların panzehiri, ekonomik ve eko-toplum üzerindeki sermaye tekelleriyle demokratik toplum üzerindeki hiyerarşi ve iktidar otoritesini zayıflatmak devleti hukukla sınırlamaktır. Demokratik siyaset bunun için de vazgeçilmez rol oynar. Eşit (farklılıkları içinde) özgür topluma demokratik siyaset dışında başka bir araçla erişilemez. Ne kadar iktidarlaşırsan o kadar sınıfsallaşırsın. Tersine ne kadar demokratikleşirsen o kadar sınıfsızlaşırsın. Ortadoğu kültürüne çok kapsamlı bir demokratik siyaset aracı dayatmadan, toplumu sürekli bu araçla uyandırmadan, ayağa kaldırmadan, eylemleştirmeden demokratik topluma varılamaz. Demokratik topluma varılmadan da hiçbir eşitlik ve özgürlük amacı gerçekleştirilemez, demokratik uygarlık çağına erişilemez.
KAYNAK:Ortadoğu’da Uygarlık Krizi ve Demokratik Uygarlık Çözümü