“Kurdistan sömürgedir”

Abdullah ÖCALAN yazdı —

  • Bu söz, başlangıçta sahip olduğum biricik silahtı. Başka hiçbir silahımız yoktu. Örgüt bu kadardır. “Kurdistan sömürgedir”, “bir ulusal kurtuluş doğrultusunda grup olmamız gerekir...” Başka bir şey yok. Üç kelimeliktir. 

Mamak zindanından çıkardığım şiddetli ders, bir daha içeri girmemek ve kesintisiz bir örgütlenmeye gitmekti. Devletle hesaplaşmaya gidiyoruz. Bugün de devletle hesaplaşmaya gidiliyor, en sıcak savaş var, özel savaş var. Ama şimdikiler parti tarafından eğitiliyor, yönlendiriyorlar. O zaman parti yalnızca benim, kendimden başka hiçbir örgüt elemanı yok. Önce kendimi inandıracağım, sonra çevreyi inandıracağım, birkaç arkadaş (o da bulursam tabii) bulup anlatacağım. Büyük bir sorun. Aylarca dolanıyorum, laf anlatacak adam bulamıyorum. Mumla arıyorum, tırnakla kazıyorum. Ben bir kişiyi daha nereden bulacağım? Ballandıra ballandıra anlatmak istesem, adam fazla söz dinlemiyor. “Yok” diyor, “çık dağa.” Ben de beraber olur, diyorum. Bir şey demiyorlar. Güçleri yok, sınıf kökenleri zaten elvermiyor.

Gelenler yarı-feodaller, düzeyleri oldukça işbirlikçiliği yaşıyor. Onların devrimcilikleri kuşkulu. Gelenler önemli oranda cumhuriyetin kültüründen geçmiş, işbirlikçiliği iliklerine kadar yaşamış veya küçük-burjuva tutkularıyla dolup taşan kişiliklerdi. Grup denemesi buna rağmen var. Dev-Genç mirası veya etkileri… Pek mirası da yok aslında. Mirası duman, ateş olmuş, yani bir şeyler alınması mümkün değil, kendin oluşturacaksın. Dediğim gibi, bu etkilenmeyi ve bu boşluğu iyi kullanarak kendimi bu çizgiye verdim. Örgütlemeye çalıştığım kişiliklerden farkım belirgindi. Burjuva değer yargılarına karşı, bazı ilkeler etrafında kendimi korumaya çalışmıştım. Değer yargılarına çözümleme temelinde girişmiştim, dini değer yargılarını çok değişik, çok çelişkili bir biçimde de olsa devrimci aşamaya taşırmıştım. O cesareti kendimde gördüm. Kendime göre hazırlıklarım vardı. Özellikle burjuva değer yargılarına o dönem devrimcilerinin baktığı temelde bakmamak konusunda kendimi oldukça şartlandırmıştım ve kendimi örgütlemiştim. Dinin de bana verebileceklerini anlamıştım ve gerisini gereksiz buluyordum. Bunu artık yeni bir yaşam temelinde aşmak istemiştim. Bu, yeni bir yaşam için başkaldırmak ve yol almak demekti. İşte neyi okuyorsam, bu bize gereklidir biçiminde bir yerlere topluyordum. Gerekli olmayanları ayırt ediyordum. Bütün bunlar sonradan işte 1970'lerin başlarından itibaren PKK'nin ideolojik çizgisi oldu. Tabii, o zaman sadece birkaç genellemedir. Giderek günümüze gelindiğinde yaşama kavuşacaktır.

***

Grup sürecinde böyle bir mayalanma vardı. Ben bunu yağmur yağmadan önce gökyüzünde hızla bir bulut kaynaması, ilk damlaların düşeceği, mucizevi bir yağmura doğru gelen bir yoğunlaşma olarak gördüm. Böyle bir karşılaştırma yaptım. Dikkat edilirse, topraklar zaten çok kurak, çatlamış. Umut anlamında, düşünce anlamında bütünüyle böyle. Ama gruplaşmamız bu çatlamış topraklara, umudun kırıntısının bile görünmediği bir ortama böyle bir bulut olabilmek ve ilk damlaları serpmek anlamındadır. Oysa bu ortam her bakımdan kaçışı gerektiriyordu, ilgilenmemeyi. Deliler işi. Yaşamın hiç umudunun olmadığı, TC ölçülerinin mutlak egemen olduğu bir süreçti. İşte burada beni anlamak gerekir. Arkadaşlarımı gruplaşma pratiğine çekmek için duygularımı, düşüncelerimi, çabalarımı çok iyi anlamak gerekiyor. Çünkü önemlidir. Daha sonraki gelişmeler katı bir kararlılıkla yürüyebilir belki, ama o dönemin bulutu olabilmek ve yağmuru yeryüzüne indirmek öyle kolay değildi. Biraz peygamberce ve mucizevi denilebilir.

Her şey haince, her şey kendi gerçeğine kara kara bakıyor. Her şey umutsuzluk kokuyor. Her şey bize göre değil. O dönem arkadaşlarımın durumunda bunu gördükçe, ah-vah çekiyordum. O günleri kavramaya biraz yaklaşmak gerekir. Kurdistan tarihi, özgürlük tarihi deyip duracaklar, ama o zaman tarih diye bir şey var mıydı ki? Bırakın tarihi, halkın kendisi var mıydı? Düşman olmuş bir halktı. Kendinden daha fazla, düşmanın olmuş bir halktı. Benim çabalarım biraz da, lanetli bir kavmi, bulunduğu uğursuz durumdan çıkmaya çağırmaktı. Benim girişimim, onların o dönemin lanetinde yüzmek istemesine karşın, benim zorlu bir çabayla, Musa'nın Tur Sina Dağı’na kavmini çekme girişimidir. Evet, bizimki de öyle oldu, Cudi Dağı’na çekinceye kadar bin dereden su getirdik.

***

PKK çizgisini geliştirirken, ilk 1974'te verdiğim konferansı herkes can-ı gönülden dinliyordu. Bir tarz sorunu, ciddiyet sorunuydu. Yani o zaman ben iki kelimeyle iş yapıyordum: “Kürdistan sömürgedir.” Yine böyle fazla doğruları formüle edecek halim yoktu. Ama topluluğun seviyesine göre de, kendimi olağanüstü kılıyordum. Böyle sunuyordum.

Kemal Pir'in katılışı! Yarım saat beni dinlemişti ki, o zaman benim elimde fazla açığa çıkarılmış belirlemeler yoktu. Birkaç genel doğru söyledim, öyle katılmıştı ve sonuna kadar götürdü. Yani mesele bilgi birikimi de değildi. Mesele ciddiyetle, içtenlikle ilgiliydi. Mesele birbirini önceden tanıyıp tanımamakla da ilgili değildi. Yarım saat görmüştüm ve hepsi bu kadardı. PKK tarzı budur, önderlik tarzı ve bizim yönetim tarzımızdır. Bize içten bağlı olanların hepsinin, Haki'lerin de sergilediği tavır budur. Değil kusurlu olma, birbirlerine can-ı gönülden bağlıydılar. Gerçek bu.

*Kaynak:Devrimin Dili ve Eylemi

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.