İnsan nasıl insan oldu?
Doğan Barış ABBASOĞLU Haberleri —
- İnsan temelde bir hayvandır. İnsanın biyolojik ihtiyaçları bugün başta memeliler olmak üzere hemen hemen tüm hayvanlarla aşağı yukarı aynıdır ya da çok büyük benzerlikler içerir. İnsanı farklı kılan kendi varlığının, kendi bedeni içinde hapsolmuşluğunun farkında olması ve kendini başka insanlara taşırma aracılığıyla ölümsüz kılma çabasıdır. Bütün insanlık tarihini şekillendiren de bu biricik gerçekliktir.
Bir önceki yazıda insanın ortaya çıkışının ya da daha doğru bir ifadeyle Dünya’daki geri kalan canlılardan ayrışmasının biyolojik temelleri konusuna değinmiştik.
İnsanın “gelişmişliğini” açıklayan ve onlar olmadan bugünkü düşünen varlıklar olmamızın hiçbir imkanının olmadığı biyolojik nedenler var şüphesiz. Ama insanı açıklamak için kullandığımız kavramların büyük bir kısmı biyolojik kapasiteyi, ihtiyaçları içermiyor.
Neden bahsediyoruz?
Her insan davranışını biyolojik ihtiyaçlarımızla, anatomimizin bize çizdiği çerçeveyle açıklayamayız. Salt biyolojik ihtiyaçlarla açıklanabilen davranışlara sahip olan canlılar olsaydık bugün son derece öngörülebilir davranışlara sahip, hayvansı özellikleri çok daha baskın varlıklar olarak yeryüzünde geziyor olurduk.
Genlerimiz evrimi yönlendirmez, takip eder
Gezegenimiz üzerindeki yaşamın ortaya çıkışı ve günümüz Dünya’sındaki çeşitliliğini açıklayan en iddialı teorimiz Evrim Teorisidir. Jean-Baptiste Lamarck ve Charles Darwin tarafından ortaya atılan Evrim Teorisine göre Dünya’daki tüm yaşam tek ya da çok az sayıda ortak canlıdan kaynağını almaktadır. Evrimin işleyişi son derece komplike bir mesele olsa temelde doğal seleksiyon, çeşitlilik, DNA aktarımı, mutasyon gibi bazı prensiplere dayanır. Canlı evrimini incelerken basitçe moleküler ve genetik ipuçlarına bakarak, evrimin gidişatına yönelik bilgi edinebiliriz.
Ama insan gibi komplike canlıların evrimini anlamak için sadece genetik, moleküler seviyede olan değişimlere bakmak yeterli değildir. Davranışlar ve fizyoloji, kültürel ve davranışsal adaptasyonlar da evrim konusunda hesaba katılmak durumundadır. Ortaya çıkan farklı koşullar, yeni davranışlara ve kültürel değişimler, buna adapte olabilen genetik varyasyonların ana akım olarak evrim sahnesine çıkmasına neden olur. Ünlü biolog Mary Jane West-Eberhard’ın da ifade ettiği gibi genler evrimde öncü değil, takipçidir.
Kültürel bir varlık olarak insan
İnsanın evrimini açıklamayı, primitif canlıların evriminden ayrı tutan yaklaşım özellikle 21’inci yüzyıl bilim insanları arasında giderek artan oranda kabul gören bir yaklaşım.
Geçtiğimiz Nisan ayında hayata gözlerini yuman Amerikalı filozof Daniel Dennett, canlı varlıklar açısından evrimi dört farklı sınıfa böler. Denett’e göre bakteriler ve bitkiler gibi canlılar doğal seleksiyonla evrime tabiidir. Bunlar en alttaki sınıfı oluştururlar. Balık, fare gibi ikinci sınıftaki canlılar ise doğal seleksiyona tabii olmakla birlikte soylarını sürdürmek açısından doğru ve yanlış davranışları hata ve tecrübeyle edinebilirler. Üçüncü sınıfta sınırlı öngörüye sahip filler, yunuslar ve maymunlar vardır. Bunlar olası davranışlar arasından birini seçip uygulama yeteneğine sahip canlılardır. Dördüncü sınıfta ise sadece biyolojik değil, kültürel bir varlık olarak da nitelendirilen insanlar yer alır.
Dennett’tan asırlar önce Aristo da benzer bir ayrıma gitmeye çalışmıştır. Aristo canlıları kendi varlıklarını koruma amacında olan varlıklar ve tutku ve ihtiraslarını tatmin etme arayışında olan insan olarak ayırmış ve insanın nihai amacının adalet ve güzellik gibi yüce amaçları gerçekleştirmek olduğunu savunmuştur.
Farkındalık ve insan olmak
İnsan canlı varlıklar arasında farkındalığı en yüksek olan canlıdır. Hatta kimi canlılar belli düzeyde kendi varlıklarının farkında olduklarına dair emareler gösterseler de geçmiş ve gelecek arasındaki bağlantıyı kurma, semboller oluşturma, kendi biyolojik ihtiyaçlarının dışındaki manevi ihtiyaçlarını ortaya koyup bunlar tatmin edecek davranışlara girme yeteneğine sahip olan insan diğer canlılardan tamamen ayrılır. Bu insanın hem en büyük yeteneği hem de trajedisidir. Yaşamındaki çelişkilerinin, acılarının, mutluluğunun temel kaynağı da budur.
İnsan temelde bir hayvandır. İnsanın biyolojik ihtiyaçları bugün başta memeliler olmak üzere hemen hemen tüm hayvanlarla aşağı yukarı aynıdır ya da çok büyük benzerlikler içerir. İnsanı farklı kılan kendi varlığının, kendi bedeni içinde hapsolmuşluğunun farkında olması ve kendini başka insanlara taşırma aracılığıyla ölümsüz kılma çabasıdır. Bütün insanlık tarihini şekillendiren de bu biricik gerçekliktir.
Toplumsallık ve farkındalık
Bir insanın kendinin farkında olmasının tarihi aslında toplumla birlikte başlar. İnsanın düşünsel yeteneklerinin hemen hemen tümünü toplumsal yaşamla, toplumsallıkla ifade etmek mümkündür. Bu yaklaşım tabii ki tek başına insanın insan olmasını açıklama kapasitesinden uzak olsa da insani gelişimin ana hatları konusunda tatmin edici bilgiler sağlamaktadır.
İnsan birçok canlı gibi yaşamını tecrübelerle sürdürür. Tecrübeler iyi ve kötü davranışlar, yararlı ve zararlı olan eylemler arasında ayrım yapmamızı sağlar. Toplumsallık içerisindeki insanın, topluluk halindeki yaşamı sürdürmek içinde bu ayrıma ihtiyacı olmuştur. İlk insanlar açısından kabile ve aile yaşamının sağlıklı bir şekilde işlemesi bir ölüm-kalım meselesi olduğundan doğru davranış arayışı, toplumun bireyleri doğru davranışlara itme yönünde gösterdiği işlerlik insanlaşmanın ilk adımı sayılabilir.
Arkeolojik kalıntılar insansı grupların bundan 2,6 milyon ila 1,8 milyon yıl kadar önce taş aletleri farklı alanlardan toplayıp grubun sık sık kullandığı alanlara taşıdığını göstermektedir. Kenya’nın Kanjera bölgesinde bulunan kalıntılar, insansıların 12 kilometre öteden hayvan etlerini kemiklerinden ayırmak için kullanmak üzere taş aletleri getirdiğini ortaya koyuyor. Yine 800 bin yıl kadar önce Ürdün vadisindeki primitif bir ocak etrafında insan topluluklarının sık sık bir araya geldiğine dair kanıtlar mevcut. Yani milyonlarca yıl boyunca insan toplulukları belirli bir işbirliği içerisinde bir arada yaşamıştır.
Biyolojik, kültürel ve davranışsal değişim
Milyonlarca yıl çok çeşitli doğa koşulları içinden geçen toplum içerisindeki bireylerin hem kendilerinin hem de birbirlerinin farkında olma, öngörüler oluşturma ve tecrübelerini birbirine aktarma konusunda belli bir birikim ortaya çıkardığını düşünüyoruz. Tam da bu dönemlerde insanların beyin hacminde vücutlarına göre ciddi bir büyüme de ortaya çıkmaktadır.
Yetişkin bir insanın beyin hacmi anatomisine göre oldukça büyüktür. Bu büyüklükte bir beyin evrimin insanlar açısından farklı bir yöne girmesini sağlamıştır. Bebekler küçük bir beyinle doğar ve uzun bir büyüme ve gelişme dönemi sonrasında insanlar yetişkinliğe ulaşırlar. Bu değişimin de 500 bin ila 160 bin yıl öncesiyle ifade edilen bir dönemde ortaya çıktığı düşünülüyor. Uzun çocukluk dönemi de insan gruplarının arasındaki işbirliği ve toplumsallığı geliştirdiği düşünülüyor. Bir arada çok daha fazla zaman geçiren ve karmaşık sosyal ilişkileri oluşturan insanın bu aşamanın bir noktasında artık modern yeteneklerine zemin olacak biyolojik yapıya ulaştığı düşünülüyor.
Dikkat edilirse burada salt genetik bir ilerlemeden, çeşitlenmeden, bir doğal seleksiyondan, biyolojik bir açıklamadan bahsetmiyoruz. İnsan evriminde sosyal, kültürel ve hatta psikolojik etmenler biyolojik çeşitlilik, farklılaşma ve genetik mutasyonlarla el ele gitmektedir.
İnsanın insan olduğu an…
Birçok düşünür insan topluluklarının sürüden çıkıp topluma dönüşmesini ahlak sahibi bireyin ortaya çıkışıyla tarif eder. Kendinin, kendi dışındaki bireylerin, toplumun farkında olan insan artık ahlaki bir benliğe sahip olarak değerlendirilir ve bu insanın insan, toplumun toplum olduğu andır. Tam da bu anda artık insan sadece var olup olmama sorunuyla değil, uygun, güzel, doğru, adil olanla ilgili değerlendirme yeteneğine sahip olur, yani insan olur ve diğer canlılardan ayrışır. Bundan sonrası artık değerlendirmeyi besleyecek olan bilginin arayışıdır. Modern insanın serüveni de burada başlar.