İş birliği suç ortaklığına dönüştü

Dosya Haberleri —

Raziye Öztürk

Raziye Öztürk

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'a yönelik ağırlaştırılmış tecridi Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından Raziye Öztürk ile konuştuk...

  • Biz Sayın Öcalan’a uygulanan tecridi komplo olarak değerlendiriyoruz. Maalesef bu komplo hala devam ediyor. Çok büyük bir düzeyde olması sebebiyle her alanda toplumsal bir mücadele gerektiriyor. Tecridin büyüklüğünden daha büyük bir mücadele yürütmek gerekiyor.
  • Avrupa Konseyi’nin (AK) bütün kurumları, AİHM, CPT ve Avrupa Bakanlar Komitesi tecridin suç ortağıdır. Bu kurumlar yasaların emrettiği, Öcalan’a karşı görevlerinden imtina ediyorlar. Avrupa’da yaşayan insanların buradaki kurumlar üzerinde ciddi bir baskı kurması gerekiyor
  • Silivri Cezaevi’nde yatan birisinden bir hafta haber alınmadığında ciddi krizlere neden olurken, Öcalan’a aynı hassasiyet gösterilmedi. Bu kaygı verici bir durumdur. Özel savaş yöntemleriyle ciddi bir algı yaratıldı. Fiziksel bir tecrit ve izolasyonla Öcalan’ı yalnızlaştırmak isteniyor.

ERKAN GÜLBAHÇE

İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde ağır tecrit koşulları altında tutulan ve 34 aydır kendisinden haber alınamayan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile görüşmek için ailesinin ve avukatlarının yaptığı tüm başvurular sonuçsuz kalıyor. Avrupa Konseyi, (AK) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), İşkenceyi Önleme Örgütü (CPT) de tecride göz yumuyor. İmralı’daki tecridin sonlandırılarak Öcalan’ın fiziki özgürlüğünün sağlanması amacıyla 10 Ekim 2023’te dünya genelinde 74 merkezde yapılan eş zamanlı açıklamalarla ulusları düzeyde "Abdullah Öcalan’a özgürlük, Kürt sorununa çözüm" kampanyası başlatıldı. Yine Öcalan'ın fiziki özgürlüğünün sağlanması talebiyle Kurdistan ve Türkiye'de bulunan cezaevlerindeki siyasi tutsaklar tarafından başlatılan açlık grevi bugün 41. güne ulaştı. Aynı zamanda da tutsakların aileleri tarafından kampanyaya destek için Wan, Amed, Adana, Mersin, İstanbul ve İzmir'de başlatılan “Adalet Nöbeti” eylemleri devam etti. Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından Raziye Öztürk ile tecridi ve açlık grevlerini konuştuk.

Abdullah Öcalan’a dönük tecridin kırılması ve fiziki özgürlüğünün sağlanması için cezaevinde tutsakların başlattığı dönüşümlü açlık grevi Türkiye’nin tecrit tutumunu değiştirmesinde etkili olabilecek midir?

2019’da açlık grevlerinin belli bir aşamaya gelmiş olması kamuoyu nezdinde ciddi bir hareketlenmeye sebebiyet vermişti. Tümüyle bir sahiplenme gerçekleşmişti. Bizim halk olarak eksikliğimiz de bu yönüyle başlıyor. 2019’da açlık grevi eylemcileri bu eylemlerini Sayın Öcalan’ın talebi doğrultusunda sonlandırdıklarında, o zaman toplumsal güçler, sivil toplum kurumları açlık grevinin sonlandırılmasıyla bunun sorumluluğunu üstleneceklerini ve bu doğrultuda tecridin kaldırılması için mücadele vereceklerini belirtmişlerdi. Ancak tecride karşı çok etkili ve başarılı bir çalışma gerçekleştirilemedi. 27 Kasım’dan itibaren Sayın Öcalan için ciddi eylemler başlatıldı. Toplum üzerinde ciddi bir hareketlenme söz konusu. Biz Sayın Öcalan’a uygulanan tecridi komplo olarak değerlendiriyoruz. Maalesef bu komplo hala devam ediyor. Çok büyük bir düzeyde olması sebebiyle her alanda toplumsal bir mücadele gerektiriyor. Tecridin büyüklüğünden daha büyük bir mücadele yürütmek gerekiyor. Yaşanan durumdan dolayı cezaevindekiler kendini sorumlu hissetti ve 27 Kasım’da açlık grevi eylemini başlattı. Biz dışardakilere oranla içerdekiler bu faşizan baskıyı bizden çok daha fazla hissediyor. Bunun da etkisi var. Bundan dolayı tutsaklar böyle bir karar almışlar diye düşünüyorum.

10 Ekim’de küresel çapta başlatılan “Abdullah Öcalan’a özgürlük, Kürt sorununa çözüm” hamlesi çerçevesinde başta Avrupa olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde eylem ve etkinlikler düzenleniyor. Bunun ortaya çıkardığı kamuoyu baskısının tecride karşı nasıl bir yansıması oluyor?

Elbette bu eylemlerin ciddi bir kıymeti var. Bunların etkisizliğinden bahsedilemez. Ama direnç noktasından çok daha önemli bir noktaya gelmesi gerekir ki Türkiye’nin adım atması sağlansın. Özellikle Avrupa’da yaşayan insanların buradaki kurumlar üzerinde ciddi bir baskı kurması gerekiyor. Çünkü Avrupa’daki kurumlar tecride sebebiyet veren en önemli kurumlar. Avrupa Konseyi’nin (AK) bütün kurumları, AİHM, CPT ve Avrupa Bakanlar Komitesi var olan tecridin suç ortağıdır. Bu kurumlar yasaların emrettiği, Öcalan’a karşı görevlerinden imtina ediyorlar. Siyasi bir saikle hareket ediyorlar. AİHM’e 2011 yılında tecrit ve izolasyonla ilgili bir başvurumuz var. Yani o zaman bazı görüşmeler vardı. Kısıtlamalardan kaynaklı bir tecrit başvurusu olmuştu. Tüm aşamalar üç, dört yıldan beri tamamlanmış olmasına rağmen AİHM 2011 yılından beri bu kararı çıkarmakta imtina ediyor. Hala karar vermemekte ısrarcı duruyor. AİHM’in geçmişine baktığımızda ve meslektaşlarımıza sorduğumuzda hiçbir başvuru kararı bu kadar uzun süre bekletilmemiş.

Bu kararın bu kadar bekletilmesinin nedeni ne olabilir?

En önemlisi Türkiye’nin baskıları. İnsani bir sorun olmasına rağmen mülteci kozunu kullanarak Avrupa üzerinde ciddi bir baskı oluşturduğunu görüyoruz. Türkiye, mülteci kozuyla Avrupa kurumlarına baskı yapıyor ve boyun eğdiriyor. Kökleşmiş, insan haklarını misyon etmiş bu kurumları etkisiz kılıyor. Kurumların hukuki ve diplomatik etki gücünü yitirdiklerini görebiliyoruz. AİHM’in kararlarının sadece Sayın Öcalan’la kalmayıp bütün muhalifleri kapsayan, hiçbir kararın Türkiye’de uygulanmaması en başat örneklerinden bir tanesi. Tamamen siyasi saiklerle, meselenin Kürt sorunu olması ve Türkiye ile aralarındaki anlaşmadan kaynaklı karar vermeme eğiliminde olduklarını okuyoruz. Kürtleri, uluslararası komplonun başlangıcı itibarıyla belli projeler kapsamında araçsallaştırma söz konusuydu. Bu araçsallaştırma gerek Avrupa’nın gerekse Türkiye’nin çabası. Kürtleri özne olmaktan çıkarıp, nesne konuma getirmeye çalışıyorlar. Ancak bunda başarılı olamıyorlar. Meselenin uluslararası bir sorun haline gelmesiyle beraber Kürt halkına yönelik ciddi bir sahiplenme var. Tabii bu durum da onları zorluyor. Ancak kendi siyasi çıkarları bunun ötesine geçiyor.

Peki bu handikap nasıl aşılabilir? Tecridi kırmak için neler yapmak gerekiyor?

Kürt halkının üzerinde çok ciddi bir baskı var. Ancak direniş sergilememesi açısından yeterli bir gerekçe değil. Türkiye tarafında bakıldığında yani Kuzey’de ciddi bir algı operasyonu ile baskı oluşturulmaya çalışılıyor. Kürt sorununun çözülmemesi, PKK’nin "terör örgütü listesi"ne alınarak kriminalize edilmesi, Kürt halkının her talebinin terörizme hizmet edecek bir talep olarak görülüp değerlendirilmesi bir çekince yarattı. Belki taban olarak bunu ifade etmekte sıkıntı yoktu ancak insanlar taleplerini ifade etmekten çekindiler. Sayın Öcalan’ın pozisyonunun bilinmesine rağmen fiziki özgürlüğünün talep edilmesinde ciddi çekinceler yarattı. Maalesef bazı siyasilerimiz Sayın Öcalan ismini anmakta dahi imtina eder duruma geldi. Tabii bu durum iktidarın kendisine çizdiği sınırların dışına çıkmama gayretiyle ilgiliydi. Esas bizim orada özgür düşünce durumumuza yönelik ciddi bir saldırı oldu. Gerçekten de siyasiler ve belli temsiliyeti olan insanlar bunun içine sıkışarak bu durumun dışına çıkamadı. Sayın Öcalan’a sadece belli misyonlar yüklenmeye çalışıldı. Örneğin; gerillaları dağda indirecek, şiddeti sona erdirecek tek kişi olarak lanse edildi. Oysa Öcalan bunların hepsiydi. Dünyanın hiçbir yerinde hele ki tecrit koşullarında bir liderin kendi halkı için böyle projeler yaratması, barış ve demokrasi içerisinde yaşaması için bir paradigma inşa etmesi, herkesin imrenerek baktığı bir çözüm modelini sunması söz konusu olmamıştı. Sayın Öcalan bunu tecrit koşullarında gerçekleştirdi.

Silivri Cezaevi’nde yatan birisinden bir hafta haber alınmadığında ciddi krizlere neden olurken, Öcalan’a aynı hassasiyet gösterilmedi. Bu çok ciddi ve kaygı verici bir durumdur. İktidarın ciddi bir baskısı vardı. Özel savaş yöntemleriyle ciddi bir algı yaratıldı. Tecrit durumunu da gözden kaçırmamak gerekiyor. Fiziksel bir tecrit, sosyal anlamda bir izolasyonla Öcalan’ı yalnızlaştırmaktan bahsediyoruz. Bu bir yanıyla Öcalan’ı halka unutturma çabasıdır. Halktaki etki gücünü en aza indirme çabasıdır. Biz biliyoruz ki yakalanan bazı gerillalara Öcalan’ın hala dağdaki insanların üzerinde bir etkisinin olup olmadığı soruluyor. Bununla ne yapmaya çalıştıkları en önemli göstergesi. Geçmişte Sayın Öcalan’la konuşan doktoru uyaran İmralı güvenlik görevlisinin “Biz Öcalan’a konuşmayı unutturmaya çalışıyoruz, sen niye kendisiyle konuşuyorsun” şeklinde uyarıları olduğunu biliyoruz. Bu tür bir yaklaşım söz konusu.

Dolayısıyla Sayın Öcalan’ı iradesizleştirmek, etkisizleştirmek istediler, saçlarını kazıttılar. Ama hiçbir şekilde başarılı olamadılar. Bu sefer Sayın Öcalan’ın halkla bağını koparma işine giriştiler. Bu özel savaş yöntemlerine kapılıyor olmamız bilinç düzeyinde ciddi bir yetmezliği yol açtı. Bizim bilinç düzeyimiz Sayın Öcalan’ın paradigmasıyla daha yükselmesi gerekirken, burada bir gerileme yaşadık. Dolayısıyla biz bu özel savaş yöntemlerini çok sonra fark edebildik. Biz daha yeni yeni durumun analizi yapıyor ve durumun farkına varıyoruz. Vardığımız andan itibaren zaten mücadele kaçınılmaz oluyor herkes açısından.

Avrupa Konseyi, AİHM ve CPT’nin Abdullah Öcalan konusunda çifte standart uyguladığını vurguladınız. Bu çifte standartı ortada kaldırmak için ne yapmak gerekiyor?

Bu kurumların hukuki değil de siyasi saiklerle hareket ettiklerini çok objektif bir şekilde ifade edebiliyoruz. Bu bizim bazı tavırlardan yola çıkarak yaptığımız yorumlar değil,  ulaştığımız bir durum. Çünkü biz birçok kez AİHM’e, Bakanlar Komitesi’ne ve CPT’ye başvurular yapıyoruz. Başvurular sonucunda gelinen aşama bize bunu gösteriyor. AİHM’in üç dört yıldır önündeki dosyanın bitmesine rağmen karar vermemesini hukuki gerekçelerle açıklayamıyoruz. Yine Bakanlar Komitesi’nin önündeki ağırlaştırılmış müebbet dosyası konusunda herhangi etkili bir adım atmamasını hukuki gerekçelerle açıklayamıyoruz. 2014 yılında AİHM ağırlaştırılmış müebbetle ilgili, ağırlaştırılmış müebbet cezasının bir kişi ölünceye kadar cezaevinden çıkamayacağı anlamına geldiğini, bu sebeple kişinin bu şekilde cezalandırılması, tek kişilik odada kalması, aileyle görüşmemesi, sosyal aktivitelerin kısıtlı olmasının işkence olduğunu belirtti. Ve Türkiye’ye bu rejimin değiştirmesi gerektiğini belirtti. 2014 yılında bugüne dek on yıl geçti. Siz bu işkencenin varlığını bilmenize rağmen, bununla ilgili hiçbir adım atmıyorsunuz ve devamını sağlıyorsunuz.

AİHM kararına rağmen Türkiye binlerce tutsak hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası veriyor ve işkence koşulları altında tutmaya devam ediyor. Bu kurumların tutumu, pasif davranma, hukuki konularda geç adım atma şeklinde açıklanacak bir durum değil. Bu tamamen siyasi bir tavırdır diye düşünüyoruz. Bakanlar Komitesi’nin ilgilendiği diğer dosyalar hakkında çok seri bir şekilde karar verdiğini biliyoruz. Söz konusu Sayın Öcalan ve Kürtler olunca hukuki davranmadıklarını görüyoruz.

CPT, AK’nin bir kurumu. Türkiye AK’nin bir üyesi. İşbirliği var. Ama bu işbirliği sadece Türkiye’nin daha ileriye adım atmasıyla olabilir. Yani demokrasinin gelişmesi için bir işbirliği güya. Ama burada CPT ile Türkiye arasında işbirliğinin artık bir suç ortaklığına dönüştüğünü görüyoruz. CPT en son 2019 yılında İmralı’ya gitti. Türkiye’nin onayı sonrası 2020 yılında bir rapor açıkladı. Bu raporda “Avukatlar ve aileler belli periyodik aralıklarla müvekkilleri ile görüşebilmeliler. Bunun sağlanması gerekiyor. Ağırlaştırılmış infaz rejimi devam ediyor, bu infaz rejimine yönelik bir değişikliğin yapılması gerekiyor” diyor. Bu ve bunun gibi birçok tavsiyede bulunuyor. AK ve CPT’nin tüzüğüne göre Türkiye’nin bu kararlara uyması gerekiyor. 2019 yılında CPT tarafından beş tane görüşme gerçekleşti. Bu görüşmeler gerçekleştirdikten sonra durum daha da kötüye gitti. Avukat ve aileye görüşme yasağı getirildi. 2019 Ağustos’unda bu yana herhangi bir görüşme gerçekleşmedi. Sadece iki tane telefon görüşmesi gerçekleşti. Bunlar da olağanüstü bir süreçte gerçekleşti ve yarıda kesildi. CPT kendi tavsiyelerine uymayan devlet hakkında açıklama yapabilir, teşhir edebilir. Biz, üç ayda bir, dört ayda bir hukuksal durumu CPT’ye rapor ediyoruz. Bizim haber alamama durumumuzdan haberdarlar. Bu durumla ilgili herhangi bir bilgi vermekte imtina ediyorlar. Hukuki çerçevede açıklamak mümkün değil, bunu ancak siyasi çerçevede açıklayabiliyoruz. Biz bu kurumlardan herhangi bir ayrıcalık istemiyoruz. Kendi yasalarını işletmelerini ve kendi sorumluluklarını yerine getirmelerini bekliyoruz. Bu da bizim en doğal hakkımız.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.