Kürt basınına baskılar Avrupa Konseyi raporunda
Dünya Haberleri —
- Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Dunja Mijatović "Türkiye'de ifade özgürlüğü, medya, insan hakları savunucuları ve sivil toplum” üzerine memorandum hazırlayarak Avrupa Konseyi’ne sundu.
Eylül Deniz YAŞAR
AK Komiseri Mijatović tarafından Şubat 2024'te düzenlenen bir dizi çevrimiçi toplantı da dahil olmak üzere uluslararası ve ulusal sivil toplum kuruluşları, insan hakları savunucuları, avukatlar ve gazeteciler gibi çeşitli kaynaklardan alınan bilgiler temelinde hazırlanan ve 4 Mart 2024 tarihinde Avrupa Konseyi’nin resmi sitesinde yayına giren memorandumda Kürt basınına yönelik baskılara özel yer bulurken, Kürt medyası için çalışan gazetecilere yönelik Türk yetkililerin “baskılarını sürdürdüğü” kaydedildi.
14 sayfalık memorandumun birinci bölümü İfade ve medya özgürlüğüne, ikinci bölümü nsan hakları savunucuları ve sivil toplumun durumuna, üçüncü ve son bölümü ise Türkiye’de devam eden yargı krizine ayrılırken “Türk yargısının bağımsızlığı ve tarafsızlığı ile ilgili uzun süredir devam eden ciddi sorunlara ilişkin” gözlemler paylaşıldı.
Kürt basın çalışanlarına yönelik ev baskınlarını ve Kürt gazetecilerin sık sık “mahkumiyet olmaksızın tutuklama tedbiri” ile karşı karşıya kaldığı gerçeklerini rapora ekleyen Mijatović, pek çok Kürt gazetecinin “terörizm” ile alakalı suçlamalarla yargılamalarının sürdüğünü hatırlattı. Türkiye’nin gazetecilik için “elverişsiz bir ortam” olduğunu belirten Mijatović yetkililerin acilen harekete geçmeye davet etti.
İfade özgürlüğü standartlarında ‘bariz’ ihlal
Türkiye'de medya özgürlüğü ve ifade özgürlüğüne ilişkin durumun, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihadında yer alan ilkelerin ve Avrupa Konseyi standartlarının “çok sayıda ve bariz bir şekilde ihlal edilmesi” nedeniyle son derece endişe verici olduğunu kaydeden Mijatović sözlerini şöyle sürdürdü:
“Yetkililerin bu ihlallerin üzerine gitmedikçe, bunların Türkiye'de basın ve ifade özgürlüğüne verdiği zarar giderek daha derin bir iz bırakmakta; genç nesil de dahil olmak üzere tüm yurttaşların ve gazetecilerin, aynı zamanda hükümet ve iktidardaki siyasi parti tarafından kontrol edilmeyen veya onlara sempati duymayan medyanın geri kalanının oto-sansür uygulamasına yol açmaktadır.”
Dicle Müftüoğlu ve Kürt basını unutulmadı
Türkiye'de muhalefet için “son derece düşmanca bir ortam” olduğu ve hem bireyler hem sivil toplum örgütleri nezdinde toplumun demokratik özgürlüklerinin “ciddi şekilde kısıtlandığı” tespitlerini öne çıkaran Mijatović, en son 13 Şubat 2024 tarihinde Kürtçe yayın yapan medyada çalışan beş gazetecinin evlerine düzenlenen baskıları ve bu gazetecilerin daha sonra soruşturmanın detayları hakkında bilgilendirilmeksizin ev hapsi veya adli kontrol tedbirleri ile bırakıldığı bilgilerini rapora eklemeyi ihmal etmedi.
Kendisinin defalarca kez eleştiri konusu yaptığı “tutuklu yargılamanın sistematik olarak kullanılması” sorununun Türkiye’de norm olmaya devam ettiğinin altını çizen Mijatović, “Bu örneklerden biri, Nisan 2023'te yukarıda bahsedilen baskınlar sırasında tutuklanmasının ardından 303 gün tutuklu kaldıktan sonra 28 Şubat 2024'te serbest bırakılan Dicle Fırat Gazeteciler Derneği Eş Başkanı gazeteci Dicle Müftüoğlu'dur. Yargı yoluyla hedef alınan gazeteciler adil yargılanma haklarının ağır ihlalleriyle karşı karşıya kalmaya devam etmektedir,” diye belirtti.
Müftüoğlu’nun durumuna dikkat çektikten hemen sonra Türk mahkemelerinin "gizli tanık" yöntemine sık sık başvuruyor olmasının bilgisi dahilinde olduğunu not eden Mijatović, “Gazeteciler ve insan hakları savunucularına karşı açılan ceza davalarında başvurulan tanıkları, bu kişilerin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesi kapsamındaki adil yargılanma hakkı güvencelerinden yararlanmalarına zarar vermiştir” dedi.
Cumartesi Anneleri ihlallerin ‘sembolü’
Mijatović, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamında güvence altına alınan barışçıl toplanma özgürlüğü hakkının, Türkiye'de sistematik yasaklar, aşırı güç kullanımı da dahil olmak üzere ağır polis uygulamaları, toplu tutuklamalar ve 2911 sayılı Kanun'u ihlal etmekle ilgili suçlamaların sıkça kullanılması nedeniyle ciddi şekilde zayıflatıldığını tespit etti.
Cumartesi Anneleri/İnsanları davasının barışçıl toplanma hakkının ihlali ve Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanmamasına ilişkin “daha geniş bir sorunun sembolü” olduğu belirtilen raporda şu ifadeler yer aldı:
“Komiser ve diğer uluslararası aktörler tarafından belirtildiği üzere, Anayasa Mahkemesi'nin Cumartesi Anneleri/İnsanları'nın barışçıl toplanma özgürlüğü hakkını onaylayan (2019 ve 2020'deki) iki kararına rağmen, beş yıl boyunca bu haktan mahrum bırakılan 10 kişilik bir grubun Galatasaray Lisesi önünde toplanmasına ancak Kasım 2023'te izin verilmiştir. Ancak Komiser, Galatasaray Meydanı'ndaki polis ablukasının devam ettiğini ve Cumartesi Anneleri/İnsanları üyeleri hakkında 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nu ihlal ettikleri gerekçesiyle ceza davası açıldığını üzüntüyle karşılamaktadır.”
“Sahte suçlamalarla” hedef alınıyorlar
Avrupa Konseyi komiseri, 2019 yılında Türkiye'ye yaptığı ziyaretin ardından, insan hakları savunucularını hedef alan cezai kovuşturmaları yakından takip etmeye devam ettiğini not ederek “bugüne kadar benzeri görülmemiş düzeydeki” baskılardan endişe duyduğunu belirtti.
Sadece 2022 yılında, 1 143 insan hakları savunucusunun insan hakları alanındaki faaliyetleri nedeniyle 105 farklı ceza davasında hakim karşısına çıktığı bilgisi paylaşılan raporda, “Tanınmış bir avukat ve insan hakları savunucusu olan ve aynı zamanda Türkiye İnsan Hakları Derneği (İHD) eş başkanı Eren Keskin hakkında halen 143 farklı ceza davasının devam ettiği bilgisi incelendiğinde bu sorunun boyutu ortaya çıkmaktadır. Bu yaklaşım, otoritenin insan hakları çalışmalarını güvenlik ve kamu düzenine yönelik bir tehdit olarak algıladığını yansıtmaktadır” ifadeleri yer aldı.
Raporda dikkat çekilen diğer bir isim Türk ordusunun Başûrê Kurdistan’ında devam eden sınır ötesi operasyonlarında “kimyasal silah” kullanıp kullanmadığı konusunda “bağımsız” saha araştırası yapılması gerektiği konusundaki açıklamaları nedeniyle tutuklanan ve hedef haline getiren Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı oldu. Mijatović Fincancı'nın çok sayıda ceza davasına maruz kaldığını belirterek, “Türkiye'de insan hakları savunucularının karşı karşıya olduğu en ciddi sorun, yasal ve meşru faaliyetleri nedeniyle onları hedef alan yaygın yargı faaliyeti ve ceza davası sürecidir. Türk savcılar, insan hakları savunucularına yönelik sahte suçlamalar yöneltme alışkanlığının arkasındaki itici güç olmaya devam etmektedir,” dedi.
Yetkililer ‘hoşgörüsüz’, kısıtlamalar ‘usulsüz’
Türk yetkililerin ifade ve basın özgürlüğü karşısındaki “olumsuz tutumunun” ve yöneticilere yönelik meşru eleştirilere karşı yüksek düzeydeki hoşgörüsüzlüğün “yeni ve endişe verici boyutlara ulaştığını” belirten Avrupa Konseyi komiseri bu durumun, şaşırtıcı düzeylerde otosansür ve çoğulculuk eksikliğine yol açtığını kaydetti.
“Çevrimiçi içeriğin engellenmesine ilişkin kamuya açık resmi istatistikler bulunmamakla birlikte, raporlar Aralık 2022 itibariyle ülkede 700.000'den fazla internet sitesinin, 150.000 URL adresinin ve 55.500 tweet'in engellendiğini göstermektedir,” bilgisi raporda yer alırken. Mijatović Türkiye'de internet üzerinden bilgi alma ve verme hakkına yönelik süregelen kısıtlamaları “usulsüz” olarak tarif etti.
Türk iidari makamlarının ve mahkemelerinin rutin olarak internet engellemelerine başvurmaya devam ettiğini de gözlemlediği belirten Mijatović, “Türkiye'de ifade özgürlüğüne ilişkin arka plan, Türk kamuoyunun kamuyu ilgilendiren konularda farklı, muhalif veya eleştirel bakış açılarına erişimini engellemeye hizmet ettikleri iddiasını güçlendirmektedir” dedi.
‘Türkiye gazeteciler için güvensiz bir ülke’
Uluslararası medya kuruluşlarının Türkiye'yi gazeteciler için “güvensiz bir ülke” olarak görmesinin “ciddi bir endişe kaynağı” olduğu belirtilen raporda “Tehditler, adli yollar da dâhil olmak üzere tacizler, fiziksel saldırılar ve kendilerine karşı işlenen suçların cezasız kalması, Türk gazetecilerin karşı karşıya olduğu riskler arasındadır” ifadeleri yer aldı.
Kadın gazetecilere yönelik önemli sayıda çevrimiçi ve çevrimdışı tehdit ve saldırı nedeniyle Türkiye'deki kadın gazetecilerin durumuna ilişkin “ciddi endişeleri” olduğunu dile getiren Mijatović, Türkiye'deki kadın gazetecilerin %72'si taciz, cinsiyetçi hakaretler, karalama kampanyaları ve ölüm tehditleri de dahil olmak üzere çevrimiçi şiddete maruz kaldığını rapora ekledi.
Türk yetkililerin Interpol aracılığıyla sürgündeki Türkiyeli gazetecilere “gözdağı” verdiği, gazetecilerin konsolosluklara erişimlerinin engellenmesi ve karalama kampanyaları gibi çeşitli yöntemlerle gazetecilerin yurtdışında da işlerini yapmaları önünde engellere maruz bırakıldıkları belirtilen raporda sürgündeki bazı gazetecilerin maruz kaldığı “fiziksel saldırılar”a da dikkat çekildi.
Baskı “kasıtlı, sürekli ve planlı’
“Türkiye'deki sivil toplumu, insan hakları savunucularını ve avukatları hedef alan yargı eylemlerinin, insan hakları savunucularını susturmak ve Türkiye'de devam eden insan hakları ihlallerini rapor etmelerini engellemek için kasıtlı olarak uygulanan sürekli ve planlı bir baskının en endişe verici tezahürü olmaya devam ettiğini” vurgulayan Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Mijatović raporu şu sözlerle noktaladı:
“Sonuç olarak, anlamlı bir değişim için Türk makamlarının sivil toplumla yapıcı bir şekilde ilişki kurması, kısıtlayıcı yasaları gözden geçirmesi ve revize etmesi, ifade özgürlüklerini kullandıkları için hapsedilen insan hakları savunucularını, gazetecileri, aktivistleri ve diğerlerini serbest bırakması, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına saygı göstermesi ve uygulaması ve yargının tarafsızlığını ve bağımsızlığını sağlaması elzemdir. İnsan haklarının korunmasının güçlendirilmesi, diyalog ve kapsayıcılığın teşvik edilmesi ve farklı görüşlere saygı kültürünün geliştirilmesi Türkiye'de insan haklarının geliştirilmesi yönünde atılacak önemli adımlardır.”