Kürt sinemasına ‘Şaşo’ bir bakış: Bir Diyarbekir komedisi
Kültür/Sanat Haberleri —
- “Yıllarca Türk sinemasında yaratılan hilkat garibesi, yemeyi içmeyi beceremeyen, ilk eline geçen fırsatta kurnazlıkla para kazanma derdinde olan Kürt karakter yaratmanın elbette bir Diyarbekir komedisi olarak pazarlanamayacağı inancındayım…”
M.EMÎN ÎSÎ
Hikâye belirli bir zaman çizgisinde bir mekan içerisinde geçen olaylar dizisine verilen addır. Bir hikâyenin temelini oluşturan öğeler zaman, mekân ve karakterdir. Mekan; çevreden belli bir ölçüde ayıran ve içinde eylemlerini sürdürmesine elverişli olan boşluk ve sınırları gözlemci(ler) tarafından algılanabilen ‘uzay parçası' olarak tanımlanabilir.
Öncelikle mekanı ele almamız gerekirse: Mekan bir hikayeyi oluşturan unsurların başında gelmektedir. Çünkü hikaye bellek demektir ve belleği mekan oluşturur. Sömürgeci, en çok bellek ile oynar, çünkü belleği yıkabildiği an karşısında bir güç duramaz. İtaatkâr bir topluluk yaratılmış olur. Bu yüzden bütün sömürgeciler işgal ettikleri yerlerde yeni yerler inşa ederler ve buraya dair yeni hikayeler yaratırlar. Bunu yapamadıkları zamanlarda ise olan hikayeleri dejenere ederler. Bunun içindir ki Fanon, sömürgeleştirilen insanların kendi kimliklerini, kültürlerini ve tarihlerini yeniden inşa etmeleri gerektiğini, çünkü sömürgeciliğin onları yabancılaştırdığını ve aşağıladığını söyler.
Son dönemde üzerinde çok tartışılan ‘Surda Devran’ filminde mekan Amed’in Sur sokaklarıdır. UNESCO’nun Dünya Mirasları Listesinde yer alan (sahiplenmediği ve tahrip edildiği için UNESCO’nun da risk altında dediği) Amed surları ile çevrili olan sokaklar. Ciwan Haco’nun ‘min navê xwe kola bircên Diyarbekır’ diye, Alen Ward’ın ise Kızıl urgan şiirinde ‘ne heybetlisiniz ey surlar doğudan kuzeye uzanan yurdu boylu boyunca görürsünüz’ diye seslendiği Amed surları.
Elen Ward şiirini kurarken bir bellek bekçisi gibi betimlemiştir surları ve bu şiiri bir bütün olarak unutturmanın, bellek yıkımının işgalcilerin en büyük silahı olduğunu hatırlatmıştır. Baştan sona Kurdistan’ın bütün tarihini hatırlattığı şiiri ile Kürt’e unutmamanın gerekliliğini anlatmıştır adeta. Çünkü bir sömürge kişiliği olarak o da sömürgecinin bellek yıkımını nasıl kullandığını biliyordur.
‘Sevinin ey Kürtler’ der şair ‘dönmekte değirmen sürekli, ama size değil çıkan ekmek’ bu sömürgede yaşamanın verdiği bir duygu durumudur. Değirmen bizimdir onu döndüren merkep bizim, değirmene giren buğdayda bizimdir; fakat çıkan ekmek bide değildir. Sevinelim ey Kürt sinemacılar ‘Bir Diyarbekir komedisi’ çıkmış diye ama bilelim ki çıkan hikâye bize değil. Çünkü çıkan hikayede efendisine sevimli görünmek için bu toplumun değerlerini aşağılayan, kıymetsiz hale getiren Sermiyan Midyat ya da Yılmaz Erdoğan’dan farklı bir hikaye anlatıcısı göremiyoruz maalesef. Başta da Fanon’nun, sömürge toplumların kendi kültürlerini ve tarihlerini yeniden inşa etmesi gerektiğini söylediğini aktarmıştık; bu minvalde ele almak gerekirse kendi hikâye anlatımlarını da yeniden ele almaları gerekmektedir. Mekan bir yanı ile de içinde yaşayan karakterlere de şekil verir.
Amed’in Qirix kültürü de içinde yaşamış olduğu şehirden yaratılmıştır; direngen ve asi surlar ve Dicle gibi. Sömürgeci kendi sömürgesinde bir karakter işlediği zaman o karakter aslında hiçbir zaman karakter olamaz, bir tiplemeden öteye gidemez. Çünkü sömürgeci, karakteri hiçleştirmeye ve güldürü unsuruna dönüştürmekten öteye gitmemeye özen gösterir. Sömürgecinin karakterleri her zaman silik ve beceriksizdir. Dili dahi doğru düzgün konuşamayan (Bu dil sömürgecinin dilidir), genelde aylak ve ‘medeniyetten’ bihaber tiplerdir. Efendisi büyük bir lütuf ile ona ‘medeniyet’ getirmiş ve onu eğitmek istemektedir. Evet bazı otantik yönleri de vardır ve sömürgeci onun bu yönlerini de ara sıra gösterir (buradaki amaç da kültürü dejenere etmektir). İşte bu yüzden sömürge toplumları, karakteri ele alırken bunlardan kaçıp özenle kendi karakterlerini yaratmak zorundadır.
Yıllarca Türk sinemasında yaratılan hilkat garibesi, yemeyi içmeyi beceremeyen, ilk eline geçen fırsatta kurnazlıkla para kazanma derdinde olan Kürt karakter yaratmanın elbette bir Diyarbekir komedisi olarak pazarlanamayacağı inancındayım. Fakat bir yanı ile de sömürgecinin yaratmak istediği dejenere edilmiş bir kültüre çanak tutmaya, istemeden ona hizmet etmeye yol açabileceği düşüncesindeyim.
Halil Dağ, sinemaya başlama amacını anlatırken “direnen Kürt’ün hikayesi anlatılmalıydı ve ‘bende bunu yapmak için sinemaya başladım” diyordu. Sömürgecinin yarattığı karakter ancak böyle değiştirilebilir. Yoksa direnen Kürt’ü, ilk buluşma alanını MKM olarak gösterip ve özgürlüğü temsil ediyordu diye surların üstünden kuş uçurmak ile anlatamazsın. Üstelik bu hikaye yapıldığı sırada o surların içerisinde dozer ile dümdüz edilmiş dört mahallede hapishaneyi andıran ‘yeni’ evler inşa ediliyordu. Yani hikayenin yaşandığı mekan Kürtlerin belleğinde yeni bir anlama bürünmüştü artık. Alen Ward’ın dediği gibi ‘Sevinin ey Kürtler dönmekte değirme; ama size değil çıkan ekmek.’