O gerçekten dağları ve gerillayı severek yaşıyordu
- Bir müzik eseri üretip ya da bir film yapıp salya sümük ağlayan, duygusal sömürüye yönelen bir tarz sanatı kabul etmek mümkün değil. Elbette bunun toplumsal zeminimizle bağı da var. Bunu göz ardı etmiyorum. Özellikle PKK’nin, Özgürlük Hareketi’nin yarattığı kültür, o duygusal sömürünün çok ötesinde bir şey.
REWŞAN DENİZ
Gerilla yaşamını ve direnişini dağlardan akan bir nehir gibi notalara döken Kürt sanatçı Rotinda ile bir diğer önemli gerilla sanatçısı olan Halil Dağ’ın sinemasını, fotoğrafçılığını; Halil Dağ’ın gerilla sanatındaki önemini ve Kürt Özgürlük Hareketi’nin var ettiği gerilla sanatını; Rotinda ile Halil Dağ’ın buluşmaları ve anılarındaki izlerden yola çıkarak konuştuk.
Bir müzisyen ve bir sinemacı, fotoğrafçı gerilla alanlarında buluştunuz. Halil Dağ ile ilk tanışmanızı ve Halil Dağ’ı anlatmanız mümkün mü?
1997’nin Mayıs ayında Halil’i Zap’ta tanıdım. Halil daha önce Med Tv’de bir kaç ay kamera eğitimi almış ve öyle gelmişti. Ben de hem müzik hem de fotoğraf çalışmaları yürütmek için gerilla sahasına gitmiştim. Merakım da o yöndeydi. Halil kamera eğitimi almıştı ama çok profesyonel bir konumda değildi. Ama çok istekliydi. Sürekli sinema, kamera ve fotoğraf üzerine arkadaşlardan kitaplar istiyor, arkadaşlar da ona İngilizce ve Almanca kitaplar gönderiyordu. O, kitaplarla kendisini eğitti diyebilirim. Bazen çektiği fotoğrafları değerlendiriyor, “acemi çaylak” diyerek kendisine takılıyordum. Esprili bir iletişim biçimimiz vardı. Zap 1. Operasyonu’nda ikimiz ekip olarak bir buçuk aya yakın birlikte çalıştık. O, görseller çekiyordu. Aynı dönemde benim de gerilla üzerine bir belgesel çalışmam vardı. Ama ne yazık ki iki yıllık emeğim düşmanın eline geçti.
Halil gerçekten dağları ve gerillayı severek yaşıyordu. Bir tarafı Kürt bir tarafı Türk olduğundan ben “Yarım bir Kürt olarak bayağı içten çalışıyorsun” diyerek espri yapıyordum. Gülerek “önemli olan burada olmak” diyordu. Yaptığı işi seviyordu, sevdiği için de kısa sürede kendisini iyi geliştirdi.
Bir yıl sonra, yani 1998 yılında Çarçella’ya geldi. Orada görüştük. Çarçella parçama ait klibin bir çok çekimini Halil burada çekti. Halil kamera ve fotoğrafta kendisini de beni de aşmıştı. Bunu kendisine de söylemiştim. “Sen artık profesyonel olmuşsun,” dediğimde güldüğünü hatırlıyorum. Zaten kişi sanat alanında istekli ve iyi bir bakış açısına sahipse gerisi yeteneğine kalıyor.
Halil dediğim gibi başlarda çok acemiydi. Çektiği fotoğraflara bakıldığında bunu herkes anlardı. Bu anlamda bir yeterlilikten bahsediyorum. Ama neyi okuması gerektiğini, hangi kitaptan nasıl faydalanacağını çok iyi biliyordu. Kendisini geliştirmeyi biliyordu.
Zor bir alanda sanatsal üretimlerde bulunuyordunuz. Halil ile birlikte gerilla sanatı üzerine üretimlerde bulunurken ne gibi zorluklarla karşılaştınız?
Halil ile bir çok defa ölümden kıl payı döndük. Bir defasında Çemçe’den Zap’a geliyorduk. Arkadaşlar Kure Jaro’da büyük bir eylem yapmışlardı. Köylüler KDP peşmergelerine ait cenazeleri almak için gelmişti. Biz de çekim yapmak için buraya gidiyorduk. Şikefta Birindar ile Kure Jaro arasında “orta tepe” diye bir yer var. Bölgedeki tek su kaynağı oradaki çeşmeydi. Su ihtiyacımızı karşılayamazsak 4-5 saat su bulmamız mümkün olmayacaktı. Çeşme, hemen yakınlarda yer alan bir Türk karakolunun lazerli bomba atarıyla gözetleniyordu. Ama çok susamıştık. Su içmeye karar verdik. Halil esprili bir şekilde “Sen ses sanatçısısın. Sen dur. Önce ben gideyim. Bana bir şey olmazsa sen gelirsin” dedi. Gülüp birlikte çeşmeye yöneldik. Su içtik ve şans eseri bombalar düşmedi. Ama oradan biraz uzaklaşır uzaklaşmaz çeşme bombalandı.
Ertesi gün Zap’taki Cudi Tepesi’nde bulunan Basın Mangası’nın yanına gittik. Aşağı indik ama gece olmak üzereydi. “En iyisi burada yatalım” dedik. O arada “İyi kare nasıl yakalanır?” üzerine sohbet ediyor, fotoğrafçılık üzerine tartışıyorduk. Kamera çekimlerinin yanında sürekli fotoğraf çekiyordu. Diyordu ki “Çiçeğinden, böceğine ben bu dağların her şeyini fotoğraflamak istiyorum”. “Halil bu kadar fotoğrafı ne yapacaksın?”diye sordum. “Ben çekip göndereyim, arkadaşlar nasıl değerlendirir bilemem”demişti.
O gece orada yattık. Sabah uyandığımızda bir akrep yuvası üzerinde uyuduğumuzu gördük. Uyuduğumuz yerde sağa sola kıvranırken 6 tane akrebi, onlar bizi sokmadan bilmeden öldürmüştük.
Birlikteyken Halil’in fotoğraflayıp, sizin “unutamayacağım” dediğiniz bir kare var mı?
Halil’in fotoğrafladığı çok önemli bir an hâlâ hafızamda. O fotoğraflar arşivlerde duruyor mu bilemiyorum. Bir gece 49 arkadaş bir yere eyleme gideceklerdi. Biz ise yol üstü bir yerde, eylemden dönüşlerini bekliyorduk. 49 arkadaşın 48’inin geçtiği yerden son geçecek olan arkadaş mayına basmıştı. Eylem sabote olmuştu ve arkadaşlar yaralı arkadaşla geri döndüler. Gerilla olmadan önce bir damla kan gördüğümde bile bayılırdım. Arkadaş ağır yaralanmıştı. Bacaklarının kesilmesi gerekiyordu. Elimde lamba, Dr.Ernesto’nun yaralı arkadaşın bacaklarını kesmesine yardım ediyordum. Halil ise o anın tümünü fotoğraflamıştı. Ben kendimi aşmıştım. O anı ise Halil ölümsüzleştirmişti. Acı dolu bir andı. O yaralı arkadaş Rojavalı ve 21 yaşındaydı. Sanırım şu an da kendisi Rojava’da.
İki farklı disiplin müzik ve sinema. Bu iki disiplin aynı zamanda birbirini tamamlayan sanatlar. Çalışmalarınızı değerlendirdiğimizde ortak yanlarınızı nasıl ele alıyorsunuz?
Öncelikle ikimiz de Özgürlük Hareketi’nin her karesine inanan ve her karesini yaşayan iki kişiydik. Belki denizde bir damla, ama ikimiz de uğraştığımız sanat dalında bunu tarihe mâl etmeye çalışıyorduk. Bu anlamda ikimizi aynı potada görüyorum.
Sanatın tüm dalları birbirinden ayrıksı değil. Eğer gerçek anlamda kişi sanatçıysa, sanata gönül vermişse sanatın bir çok dalında çalışma yapabilir. Ben o anlamda kendimi Halil’den çok uzak görmüyordum. İkimizin hedeflediği şey de yakındı. O yüzden birçok noktada buluşuyorduk. O devrimin filmini ve en güzel karelerini çekmek istiyordu. Ben de yaşanan her bir hikayeyi mümkün mertebe toplayarak notalara dökmek ve insanlara anlatmak istiyordum. Umarım bunu yapabilmişimdir. Yüküm çok ağırdı. Yüzlerce arkadaş yanımda şehit düştü. Onların tek isteği vardı. “Bizi kılamlarında anlat” diyorlardı. Bu benim için tek görevdi. Ve ben kendimi o arkadaşlara borçlu hissediyorum.
Siz, Halil Dağ ve de birçok gerilla sanatçı bu devrimi günümüze sanatla taşıdınız. Peki ama bizler bu devrimin toplumsal ayağını bu sanat üzerine oturtabildik mi? Gerilla ve Kürt Özgürlük Hareketi’ni sanatla yeterince anlatıldığını düşünüyor musunuz?
Bence dünyayı sarsan o muhteşem gerilla direnişini, Kürt Özgürlük Hareketi’ni sanatsal anlamda yeterince dünyaya aktaramadık. Ben 1996’da Önderlik Sahası’ndayken başkan, “Dünya bizi konuşuyor, bizi tartışıyor ama bizim kendimizden haberimiz yok,” demişti. Açık konuşmak gerekirse içimden “Acaba kendimizi abartıyor muyuz?” diye geçirmiştim.
Zaman geçtiğinde uluslararası güçlerin PKK’yi nasıl ele aldığıyla ilgili ortaya çıkan notlar, bu iç tartışmamı daha da netleştirdi. Dünyanın tartıştığı ve kendini mevcut sisteme karşı alternatif gören bir gücün sanatını tabiki yeterince yapamadık. Eğer yüzdeye vurursam yüzde 25’ini başarabildik diyebilirim. İnsanlar vicdanen ve beynen bir devrime kilitlenirlerse, o devrimin neresinde olursa başarıyı hedefler ve de başarır.
Yanlış anlaşılmasın ama bizim sesi güzel bir çok sanatçımız –dağda, ovada ya da kentte- devrimin o muhteşemliğini bence göremiyor. Sadece içinde yaşadığı zamanı basit propagandayla anlatıyor ya da duygu sömürüsüne kaçan bir üretime yöneliyor. Bu anlamda çok eksiğiz. Böyle bir devrimin devasa bir sanata dönüştürülmesi gerekiyor. Çoğu sinema çalışmamızı hiç beğenmiyorum. Bazı filmleri izlediğimde üzülüyorum. Diyorum ki o kahramanlar böyle bir şeyi düşünerek şehit düşmediler. Bazı kılamları dinlediğimde hem Özgürlük Hareketi adına hem de bir insan olarak kızıyorum.
Bir kişi devrim saflarına gittiğinde ölümü göze alarak gidiyor. Sanatçı olarak gittiğimde bir iki ay yaşarsam ne âlâ diyordum. Hepimiz bunu bilerek gittik. Bunun ardından bir müzik eseri üretip ya da bir film yapıp salya sümük ağlayan, duygusal sömürüye yönelen bir tarz sanatı kabul etmek mümkün değil. Elbette bunun toplumsal zeminimizle bağı da var. Bunu göz ardı etmiyorum. Özellikle PKK’nin, Özgürlük Hareketi’nin yarattığı kültür, o duygusal sömürünün çok ötesinde bir şey.
90’lardan günümüze gelindiğinde Özgürlük Hareketi’nin ortaya koyduğu direnişini öne çıkaran sanatsal üretimden giderek uzaklaşılmasını size göre sebepleri nelerdir?
Örneğin Koma Berxwedan’ın ilk zamanlarına baktığımızda da bunu görmek mümkün. Doğru insanlar doğru şeyleri yakalıyor ve rolünü iyi oynuyorlardı. Fakat sonradan maalesef gruptaki arkadaşların bir kısmı devrimi iyi kavrayamadı veya kendisini geliştiremedi. Günümüzde hâlâ müzik yapsalar da bana göre bazıları saf dışında kaldılar.
Elbette eksiklik hepimizin. Şu an, dağdaki arkadaşların da müzikte eksiklikleri var. Gerilla sanatında bana göre en temel şey gönül gözünün dağı görmesi, beynin de devrimi kavramasıdır. “Bu devrim neden yapılıyor? Bu devrim hangi koşullarda yapılıyor? Bu devrim neyi hedefliyor?” bu soruları doğru cevaplamış olsaydık bence o duygusallığa dayanan sanatı da üretmemiş olurduk. Geriye gidiş de buradan kaynaklanıyor. Çünkü kendi içerisinde yaşayamadığı, özlem duyduğu bir yaşam var. Özellikle Barış Süreci’nde bunu gördük. Bu devrimin sanatını yapanların ne kadar yalpalayarak başka yönlere kaydıklarını gördük. Bana göre zihin olarak devrimi kavrayamama ve vicdanen kendisini bu mücadelenin içerisinde hissedememe bunun en temel sebebiydi.
Bu anlamda Halil Dağ gerilla sanatına neler kattı?
Bir defa Halil bir gerilla olarak yaşayıp film yapılabileceğini, iyi fotoğraflar çekilebileceğini kanıtlamış ve bu zor koşullarda sanat yapılabileceğini göstermiştir. Bu çok önemli. Çünkü bir çok insan “Dağda sanat olur mu?”gibi eleştiler de yaptı. Oysa gerilla asker değildir. Gerilla doğayla bütünleşen bir disiplin. Doğanın zorluklarına rağmen, doğayla baş etmesini bilen bir duruşu var. Asker tamamen düzenin, devletin emiri altında. Bu farkı net olarak bilmek gerekiyor.
Konuşmalarımızdan Halil’in bunu çok iyi fark ettiğini biliyorum. Bana göre Halil’in başardığı en önemli şey buydu. Bunu sineması ve çektiği fotoğraflarla kanıtladı.
Sizin müziğinizi de katmak gerekiyor. Üretimleriniz aynı zamanda direnişin hafızasını oluşturuyor. Gerilla sanatı da bu değil mi?
PKK nasıl ki bir sentez yarattıysa, devrimci bir ideolojiden Kürdistani bir hareket yarattıysa ben de o zaman “Eğer sanat yapacaksam, eğer bu hareketin içerisinde yer alacaksam bir sentez yaratmalıyım,” dedim. Sadece halkımın ezgileriyle gerillayı anlatmak bana göre mümkün değildi. Elbette halkımın ezgilerini seviyorum. Ama gerillanın ritmi çok yüsek, gerilla çok hareketli bir yaşamdı. Bunu yakalamanın yolu PKK’yi takip edip, nasıl ki PKK bir sentez yaratmışsa ona göre bir sanat ortaya çıkarmalıydım. Yapabildim mi bilemiyorum. Bunu belirleyecek olan halkımızdır.
Siz kentte sanat üretip gerilla, yani devrim sahasına geçtiniz. O dönemler kentte sanat yapmanın zorlukları nelerdi? Hangi koşullarda MKM kuruldu?
1989’da gerillaya katılırken tek bir şartım vardı. O da gerilla sanatını üretmekti. O zamanlar Timur Selçuk ve Arif Sağ’dan armoni, piyano ve bağlama dersleri alıyordum. Arkadaşlar kentte kalmamı ve açılacak kurumda sanatsal çalışmaların alt yapısını oluşturmamı, sonrasında karar vermemi istediler. Bana göre Kürtlerin tek kazanım noktası dağlardı.
90’larda her taraf ateş altındaydı. Binlerce genç savaşıyor ve şehit düşüyordu. Şehirde kalmam mümkün değildi. Her konser sonrası mutlaka gözaltına alınıyorduk. MKM’den eve giderken on otobüs değiştiriyorduk. Çünkü sürekli polis bizi takip ediyordu. Kentte de sanat yapmak gerilla alanlarında sanat yapmak kadar zordu.
MKM’nin öyle bir kutsallığı vardı ki, Kürdistan’ın dört bir yanından akın akın insanlar geliyordu. Kapıdan girdiklerinde, MKM’nin kapısını öpüp içeri giriyorlardı. Kutsaldı, çünkü Kürt’ün her şeyi yasaktı. MKM o yasakları delip “Ben burdayım. Müziğimi söyleyip, folklorumu yapıp, sinemamı üretiyorum” diyordu.
Bazı insanlar bunu yaratanın Özgürlük Hareketi olduğunu kavrayamıyor ve “devletimiz yok,” diyor. PKK onlarca devlet yarattı. PKK kadını özne konumuna getirdi. PKK varlığı unutturulmak istenen ve üzerine toprak örtülen bir halkı yeniden uyandırıp, medeniyetin en üst noktalarına getirdi. PKK yaşadığı köy dışında başka bir dünyayı bilmeyen Kürt’ten öyle bir devrimci karakter ortaya çıkardı ki, o Kürt bugün dünyaya meydan okuyacak bir özgüven ve bilince sahip. Bütün bunlar en büyük devrimlerdir.
Bugün Halil Dağ’ı konuşuyoruz. Halil Dağ’ı var eden PKK ruhudur. Halil Dağ sadece bugün değil, yarınlarda da hep anılacaktır. Onu savaşın ortasında, kurşunlar altında gerilla sanatını üreten biri olarak hep hatırlayacaklardır.
Gerilla sadece silahlı mücadele veren bir güç değildir. Gerilla olmak tüm enstrümanlarla bir mücadele biçimidir. Mesela biz her eğitimde ilkin kendimizle savaşırdık. Önderlik de bunu söylerdi. Düşmanla verdiğimiz savaş bütün bu savaşın yüzde 10’dur. PKK kendisini sürekli yenileyen bir harekettir. “Bitti”denilen bir noktada en olunmazı gerçekleştiren bir harekettir.
Arkadaşlarımıza kızıyorum elbette. 20’li yaşlarda gençlerimiz inanılmaz zor koşullarda destan yaratıyor. Bunu göremeyip, içeriği direnişten arınmış bir sanat üretmelerini eleştiriyorum. Bir hareketin sanat kadrosuysa o gençlerin muhteşem direnişini görmek zorunda. PKK’nin yarattığı siyasi ve direniş kültürüne saygısızlıktır bu.
Halil Dağ ile en son nerede karşılaştınız? Son sohbetinizde neler konuştunuz? Geleceğe dair ortak proje planınız var mıydı?
Çok önemli bir anımız var Halil’le. Ve canımı çok acıtıyor bu anı. 1999’ın ortalarıydı. O zaman Cemal arkadaş iki taburluk bir güçle Zap tarafından Botan’a geçecekti. Halil ve Şehit Serhat da bu taburdaydılar. Şehit Serhat “Botan’ın Senfonisi” isimli bir proje hazırlamıştı. Halil de Botan üzerine belgesel çekecekti. Şehidan bölgesinde karşılaştık. Şehit Serhat’la verdiğimiz 20 konserin tümünü Halil Dağ çekmişti. Halil’e çok güveniyordum. İyi bir gerillaydı. Şehit Serhat ise kiloluydu ve gerilla yaşamında çok kalmamıştı. Süleymaniye ve Hewler’de kalmıştı. Dedim “Halil sen bu belgeseli çekersin ama Serhat bunu yapamaz. Gel gidelim arkadaşlarla konuşalım. Onu göndermeyelim”.
Cemal Heval, “Parti zaten kesinlikle onaylamadı Serhat’ın gitmesini. Kendisini dayattı,” demişti. Bunun üzerine Halil’e, “Sana güveniyorum. Lütfen Serhat’ı kolla” demiştim. Maalesef o gidiş Şehit Serhat’ın son gidişiydi. Sonrasında Xinere’de bir buçuk yıl kaldık Halil ile. Bazı ortak çalışmalarımız oldu. Onu en son 2001 yılında gördüm.
Elbette her arkadaşın şehadetini duyduğumda birer hücremin de öldüğünü hissediyorum. Ama Şehit Serhat, Şehit Halil gibi arkadaşların şehadeti farklı etkiler bıraktı bende. Çünkü bu arkadaşlarımız sadece silahlı mücadele vermiyorlardı. Onlar her bir arkadaşımızın destansı direnişi ve gerilla yaşamını aktaran isimlerdi.
Botan’a gitmek Halil için çok önemliydi. Botan denilince heyecanlanırdı. İçimin rahat olduğu tek bir şey var. O da çok gitmek istediği Botan’da görevinin başında şehit düşmesidir. Halil’in şehadeti büyük bir acı ve büyük bir kayıp. Umarım sinemayla, fotoğrafla ilgilenen gençlerimiz Halil’i bir çok yönden örnek alırlar. Çünkü sadece iyi bir sanatçı olmak yetmiyor. İyi bir sanatçı olmak halkının acılarını duyumsamak, nerede yaşarsa yaşasın halkının çektiği acıların parçası olmakla mümkündür bana göre. Halkının çektiği acıları irdeleyerek, orayı görüp sanatına yansıtarak iyi bir sanatçı olabilir.