Dağların perileri

Kültür/Sanat Haberleri —

Gerilla

Gerilla

  • İki pezkovi, iki yaban keçisi, bu dağların iki perisi uçurumlarda yürüyorlardı. Bizim az sonra çıkacağımız Kartal Boğaz’ına doğru çıkıyorlardı. Sanki yolu gösteriyorlardı. Bütün güzellikleriyle ağır ağır tırmanıyorlardı kayalıklara. Geçtikleri her kayadan sonra duruyor ve arkalarına, bana bakıyorlardı.

HALİL UYSAL

Pezkoviler,  en sevdiğimiz hayvanlardır.

Ne zaman bir yolculuğa çıksam onları görmek için can atarım. Bütün yolculuk boyunca gözlerim hep çevrede olur. En ufak bir kımıltıyı, en soluk bir hışırtıyı yakalarım.

Bazen yürüdüğüm yolu unutur, kaybolurum. Onları görmeye çalışırken, taşlara, kayalara takılır düşerim. Bir dönemeçte, bir kayanın ardında onlarla karşılaşmayı isterim. Bir ağacın ardından apansız karşılarına çıkıvermek isterim.

Nedendir bilemem ama içimdeki ses onları görürsem bana uğur getireceğini söyler. Bu nedenle onları arar, dururum. Bu yüzdendir, arkadaşlarım yıllardır hala dağlarda yürüyemediğimi söylerler ama bilmezler ki benim gözüm pezkovilerdedir. Ah! Bir görseydim onları, doyasıya izleseydim o yürüyüşlerini, her halde düşmeden, takılmadan yürümeyi de öğrenirdim bu dağ yollarında.

Onların her zaman çevremizde olduğunu da iyi biliyorum. Bu nedenle onlara bu ismi verdim. Dağların  perileri…

Bazen öyle olur ki; bir yere ulaşırım ve az önce oradan ayrılmış olduklarını farkederim. Geçtiğim yoldan benden bir kaç dakika önce geçmişlerdir. Bazen ağaçların arasından hışırtıları gelir, rüzgar sanırız ama pezkovilerdir. Bazen yükseklerden kayalar dökülür, oradadırlar ama sadece duyarız.. Bir uçurumda bir şekil gibi dururlar, bakarız bakarız ama göremeyiz. Bazen fırtına gibi koşarlar, yetişemeyiz. Sadece biliriz, onlardır…

Hem yakınımızda hem de uzağımızdadırlar. Ormanların içinden, kayaların uçlarından bizleri izlerler. Bu nedenle; pezkoviler  bu dağların perileridir. Hiçbirimizi rahatsız etmeden ve hepimize yakın yaşarlar. Her zaman çevremizdeler ama hiç bir zaman görünmemeyi başarırlar. Bir his olarak hep varlar, sadece bir his olarak değil bir gerçek olarak da her zaman varlar.

Geçenlerde Kartal’a tırmanıyorduk. Zağroslarda yaşayanlar iyi tanırlar Kartal’ı, kollarını iki yana açmış uçmak üzereymiş gibi duran o korkunç kayalığı… Avaşîn’in kıyısından vurmuş, tırmanmaya başlamıştık, epeyde yorulmuştuk. Kartal boğazın az bir mesafe kalmıştı, bir ara verdik… Yol arkadaşım gün batımını da seyretmekten yanaydı. Akşamın kızıllığı sarmıştı bütün Zağros tepelerini...

Benim içimde ise o periler kıpırdıyordu. Onları bu uçurumlarda, bu kayalarda görebilir miyim, diye düşünüyordum. Biraz daha ileriye gittim. Hemen önümdeki kayayı geçtim. Uçurumları izlemeye koyuldum. Oradaydılar, hissediyordum. Çünkü uçurumlar onların mekanıdır. Gün batarken uçurumlara çekilirler. Gecenin karanlığında en güvenli yer uçurumdur. Uçurumların orta yerlerinde dururlar ve sabahı beklerler… Onların duruşlarını görmek ise göz ister…

Ne kadar zaman o uçurumları izledim bilemiyorum ama kendi kendime ‘Dağların güzel perileri bu akşamüstü, ne olur bir kereliğine gösterin kendinizi, yetmedi mi yıllardır peşinizden yürüdüğüm’ diye söylendiğimi hatırlıyorum. Birden yol arkadaşımı farkettim. Acaba duymuş muydu, bu sözlerimi diye ona baktım. O hala gün batımının kızıllığını büyük bir sevinç ile seyrediyordu. Demek duymamıştı, rahatladım…

Yuvarlanan taşların sesleriyle başımı çevirdim. Uçurumda taşların sesi yankılanarak büyüyordu. Nereden düştüklerini ilk anda tespit edemedim. Ama ardından, kayaların üzerinde iki nesnenin hareket ettiğini gördüm. Bunlar onlardı…

İki pezkovi, iki yaban keçisi, bu dağların iki perisi uçurumlarda yürüyorlardı. Bizim az sonra çıkacağımız Kartal Boğaz’ına doğru çıkıyorlardı. Sanki yolu gösteriyorlardı. Bütün güzellikleriyle ağır ağır tırmanıyorlardı kayalıklara. Geçtikleri her kayadan sonra duruyor ve arkalarına, bana bakıyorlardı. Hayatımın en güzel anlarından birini yaşıyordum. Böylesine güzel, böylesine gizemli bir yürüşü bir kez daha izlememiştim. Bu anı fotoğraflamam gerektiğini hatırladım. Ama makinem yanımda yoktu, vazgeçtim. Bu defa sadece seyrettim. En son kayalığa ulaşınca durdular. Son kez dönüp baktılar. Bu, bana son bakışlarıydı. Tek sıçrayışta uçurumu aşıp gittiler.

Ve Çarçella’ın zirvesinde kaldığımız o gece, kayalarda gördüğümüz o resimleri düşündüm durdum. O ilk insan, kayalara resim çizmeye karar veren o ilk ressam, o ilk sanatçı ilk çizgiyi çektiği an neyi düşünüyordu. Hangi dağ perisi onun kalbini çalmış, ona insan olmaya giden ilk adımı attırmıştı... Hangi güzel yüreğini ve aklını kımıldatmış ve o keskin taşı yerden alıp o siyah kayalara vurdurmuştu...  Neden bir başka şeyi değil de pezkovileri çizmişti kayalara... Elindeki taşı diğer taşa vururken, neden sadece pezkovileri hayal etmişti... Sadece avlamayı düşündüyse eğer, avlanacak o kadar çok canlı var ki bu dağlarda, neden onlardan bir tanesine ait bir tek çizgi bile yok... O kayaların sanatçısı hangi periye vurlmuştu...

Binlerce yıl önce Çarçella’nın kayalıklarına ilk resmi çizen o ilk ressam pezkovileri seçmişti. Sadece avlanma güdüsüyle çizmemiş, aynı zamanda beğenmişti, onu diğer hayvanlar içinde ayrı bir yere koymuştu. Görmüştü, düşünmüştü ve sevmişti... Benim şimdi hissettiklerimi o da binlerce yıl önce hissetmişti.

O zaman farkındamıydı bilemiyorum ama o bu tarihin ilk güzelini bulmuş ve ona olan sevgisini binlerce metre yükseklikteki kayalara işlemişti. Onlar insanlık tarihinin kaydedilmiş ilk güzelleri oldular.

Şimdi içimdeki sesi, beni gün gün yürüten, onları görmem için dağdan dağa sürükleyen o sesi çok daha iyi anlıyorum. Benden binlerce yıl önce buradan geçen o insan gördüğü perilerin resimlerini en azından taşlara çizmeyi ve binlerce yıl yaşatmayı başardı.

Ben ise bir fotoğraflarını bile alamadım. Geçip gittiler....

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.