Rusya’nın ‘Yeni’ Çarlığı: Opriçnik’in Bir Günü

Kültür/Sanat Haberleri —

"Opriçnik’in Bir Günü" kitabı

  • Opriçnik’in Bir Günü, iddia ettiği zaman aralığına sığdırdığı büyük bir toplum tahayyülünü oldukça etkileyici biçimde işlemiş. Belki klasikleşmiş bir distopyanın hazzını size sunmaktan uzak ama içerdiği metinlerarasılıkla edebi bir estetiğin peşinde koştuğunu söylemek gerek.

BİLGE AKSU

Eskiye dönme arzusu, gündelik anlamda nostaljiyi ya da belirli bir bağlamda, eski ilişkilerimize dönmeyi ve çoğu zaman pişmanlığı ifade ediyor. İnsanların çoğu, yalpalama dönemlerinde ilk olarak, evvelden bildiği cevaplara ve başka insanlara meylediyor. Güvende hissetme yanılgısı, bunun başta gelen sebeplerinden.

Eskiye dönme arzusunun gündelik bağlamlarından farklı bir anlamı da, daha önceden kurabildiğimiz bazı dengelere yeniden kavuşma dürtüsüyle ilgili. Buradaki motivasyon elbette daha çetrefilli. Çoğunlukla bir amaç doğrultusunda ve sistematik bir yönelme biçiminde ortaya çıkıyor. Mesela çaresiz İslamcıların durup durup Osmanlıcılık hayallerine kapılması ve hatta AKP’nin bazı uygulamalarda buna dair adımlar atması biraz böyle. Gücü ele geçirip onunla ne yapacağınızı bilemez, üstelik elinizdeki gücün size dahi fazla gelebileceğini az çok kestirirseniz, yarattığınız bu tuhaf söylemlerin altını doldurmak için çabalar durur; yeri geldiğinde milyarları üst üste koyup kırılgan binanıza ha bire çürük kolonlar eklersiniz. Neyse, bu yazıda Türkiye siyaseti olmayacak. En azından niyetim bu değil.

 

Rus yazar Vladimir Sorokin

 

Karanlık bir betimleme

Can Yayınları’nın bu yıl okuyucuya sunduğu bir kitaba dair bu giriş. Rus yazar Vladimir Sorokin, seneler evvel Türkçede yayınlanan Tipi’sinden sonra bu kez tuhaf bir kitapla karşımıza çıktı: “Opriçnik’in Bir günü”. Kendisi 1955’te Sovyet Rusya’sına doğanlardan. Gençlik yıllarında devlet okullarını hızla bitirdikten sonra merak sardığı edebiyata dair, önceleri epey gizli faaliyetler yürütmüş. Bunun sebebi, dönemin katı sosyalist gerçekçiliğiyle arasının iyi olmaması. Çeşitli yeraltı edebiyat topluluklarında vakit geçirdikten sonra, Sovyetlerin son dönemlerinde ortaya çıkan Perestroyka politikalarıyla beraber, yavaş yavaş görünür olmaya başlamış.

Opriçnik’in Bir Günü, gelecekte yaşanan bir günü anlatıyor. Bilimkurgunun ve distopyanın tipik özelliklerini taşıyan eserde Sorokin, Rus toplumunun geleceğine dair karanlık bir betimleme sunuyor. 2028’de faaliyet gösteren bir devlet aygıtının, Opriçnina’nın yapıp ettiklerini okuduğumuz hikayede, Sovyetler sonrası gücü ele geçiren bir liderin, toplumu Çarlık Rusyası’na döndürme emellerini okuyoruz. 1917’den itibaren toplumun kodlarına işlenmiş bir sürü unsurun hem sosyal mühendislik eliyle hem de dikta yöntemleriyle birer birer silinmesi ve nostaljik bir hissiyatla bireylerin ulusal bilinçlerinin yeniden canlandırılması amacı söz konusu. Katı bir dini inanç, devlet eliyle yaratılan sınıflar, uyuşturucu ve benzeri maddelerin belirli amaçlar doğrultusunda legal hale gelmesi türünden uygulamalar, devletin en güvenilir topluluğu opriçnina tarafından denetleniyor.

Korkunç İvan ve Orwell

Opriçnina, opriçnik’lerin bulunduğu topluluğun genel adı. Opriçnik kavramı ise 16. Yüzyıla kadar uzanan, paslanmış bir kavram. Meşhur Çar Korkunç İvan’ın yarattığı bu sistemde opriçnik’ler, çarın en yakınındaki korumaları oluşturuyor. Kitabın başında çevirmen Eyüp Karakuş’un verdiği bilgilere göre İvan’ın amacı, kendisini ve ailesini olası tehlikelerden korumaktır aslında. Fakat sonsuz güç ve yetki verilen bu topluluğun sayısı birkaç yıl içinde öylesine artar ki, hem toplumsal huzuru hem de çarın güvenlik hissiyatını derinden sarsar. Çok geçmeden ortadan kaldırılsalar da Rus toplumunun dimağında bir söylence olarak kalacaklardır.

Sorokin, kitabın ilk sayfasında bu eski anlatıya bir göndermeyle karşılıyor bizi. Çarlığın üst düzey korumaları o dönem yalnızca siyah atlara biner ve siyah cüppeler giyermiş. Burada da kahramanımız Komyaga, rüyasında bir takım atlar görüyor. Fakat bunlar siyah değil, bembeyaz atlar. Peşlerinden koşup yakalamaya çalışsa da nafile… Zaten atın üstünde bir şeyler var, insan mı değil mi belirsiz ama bir şeyler görünüyor. Bütün gücünü toplayıp azıcık yaklaşınca, atın üstünde gördüklerinin, kendi kaderi, kendi hayatı olduğunu anlıyor. Bu kez daha büyük bir çaba, daha hızlı bir depar… Ama yine olmuyor. Bir kırbaç sesiyle sıçrıyor uykusundan. Kendi telefonuna kaydedilmiş bir ses bu, yetkili birileri arayınca bu sesle çalıyor telefon. Her nerede olursa olsun onu sıçratacak ve aceleyle cevap vermesini sağlayacak bir ses.

Komyaga, Opriçnik’lerin üst düzey komutanlarından biri. Seneler evvel üniversiteyi bırakıp gizli servise yazıldıktan sonra, çaylaklıktan yükselmiş buralara. Topluluğun kendine has disiplini, kısa sürede onu yarı robot bir askere çevirmiş. Liderleri Batya, kimi zaman dayakla kimi zaman şefkatle yönetmiş onları. Çenenize bir yumruk yiyebilir ve ardından onunla hamam sefası sürebilirsiniz. Bütün mesele, resmi ideolojiye sadık kalmanız. Bunu yaptığınız sürece, devletin bütün imkanları sizin önünüzde. Uyuşturucu partileri yapabilir, grup sekslerde sefa sürebilir, hainlerin evlerini yakıp yıktıktan sonra ailelerine tecavüz edebilirsiniz. Size tahsis edilen merso araçlarla, size ayrılan kırmızı şeritte istediğiniz yere gidebilir, tıkanan trafiği bir komutunuzla açıp bütün şehri birbirine katabilirsiniz. Neticede sizin işiniz, bu toplumun en stresli işlerinden biri.

Kitabın dikkat çeken yönü, distopik kurguya dair unsurları sık sık hatırlatması. 2028’deki bu dünyada artık bir batı ideolojisi yok. Avrupa ya da ABD’nin esamesi okunmuyor. Yeni Rusya’nın en büyük müttefiki ve elbette yegane düşmanı, Göksel Çin İmparatorluğu. Ticari faaliyetler ve komşuluk ilişkileri artık yalnızca Çinliler ve Ruslar arasında. Opriçnik’lerin görevlerinden biri de buradaki ticari ilişkileri denetlemek. Zaman zaman gümrüklerde vergiler ya da rüşvetler üzerinden karanlık işler yürütülüyor. Buna dair yapılan alicengiz oyunlarına da yer verilmiş.

Bu yeni dünyada elbette teknoloji üst seviyede. Telefon görüşmeleri yalnızca sesle değil, bir gökkuşağı halesinin içinde beliren kişiyi karşınızda görerek yapılıyor (2006 yılı için fena değil). Devlet düşmanlarının evlerine baskına gittiğinizde tazı adını verdiğiniz aygıtlar bütün evi tarıyor, ısı haritası çıkarıyor ve hedefi doğrudan işaretliyor. Ya da üst düzey bir yöneticinin huzuruna çıkacağınızda, ışın perdesinden geçiyorsunuz. Böylece zihninizdeki olumsuz düşünceler dahi ortaya saçılıyor ve içinizdeki hain taraf açığa çıkıyor. Haberler ses bonbesi denen aygıtlardan alınıyor. Işın kesicilerle en sağlam duvarları, kapıları kesip biçiyor ve her şeyi yok edebiliyorsunuz.

Oligarklar ve Putin

Bu yeni dünyanın Orwell tarzı yaklaşımları da söz konusu. Bütün sanat eserleri kontrol ediliyor, gerekli görüldüğünde propaganda amaçlı metinler yazdırılıyor. Tiyatro oyunları, müzikaller bizzat opriçnik’ler tarafından izleniyor, yeri geldiğinde oyunlar provoke edilerek sanatçılar domates yağmuruna tutuluyor. Sovyet Rusya, adı hiçbir yerde kalmayacak biçimde zihinlerden silinmiş. Kızıl meydanı beyaza çevirmişler ve “şaşı gözlü kızıl felaket icatçısı” mozolesinden alınıp sıradan bir mezara gömülmüş. Eski Rusya’ya dair kültürel ürünler büyük bir şenlik ateşinde yok edilmiş, kitaplar günlerce yakılmış. Buna Dostoyevski ve Tolstoy’un eserleri de dahil. Yeni çar, eskiye dair yalnızca sonsuz gücü arzuluyor; kültürel hiçbir öğe geri dönmemeli. Dini yaşam da dahil, bütün unsurlar yeniden yazılmalı ve yaratılmalı.

Sorokin’in bu eseri kaleme aldığı 2006 yılı, aslında Post-Sovyet dönemin çalkantılarının bitip yeni bir düzene doğru koşar adım gidildiğinin anlaşıldığı yıllar. Oligarkların ve Putin’in, ortada kalan güç dengesini lehine döndürüp yeni bir diktatörlüğe adım attığı ve başta Sorokin gibi Sovyet muhaliflerinin hayalkırıklığına boğulduğu dönem yani. Bu açıdan, kitabın sert üslubu ve içerdiği şoke edici ayrıntılar biraz anlaşılabilir. Sorokin’in durduğu yerde, sıradan bir Rus’un gidebilecek hiçbir yeri kalmamış durumda. Yüz yıl önceki Çarlık da, 70 küsur yıl süren sosyalist dönem de, yeni peydahlanan oligarşi de tatmin etmemiş onu. Ve ortaya bu denli karanlık bir kitap çıkmış.

Opriçnik’lerin baskın sırasındaki toplu tecavüzü öylesine uzun betimlenmiş ki, bunu bir sinema eserinde gördüğümüzde, eril perspektifin bir sonucu olarak, kadın bedeninin bir et yığınına dönüştürüldüğüne dair konuşacağımıza eminim. Burada niyet, iyi-kötü çatışması minvalinde bir kontrast yaratmak olsa dahi, böylesine uzun betimlemeler görsellikte masum bulunmuyor. Bunun edebiyatta nasıl olması gerektiği ise, başka bir yazının konusu olabilir. Okuyacak herkesin bu hususta kendini hazırlaması, nacizane bir tavsiyem olsun.

Sorokin bu yeni sistemden ve ortaya çıkardığı güç odaklarından öylesine nefret ediyor ki, Opriçnik’lerde cisimleştirdiği birçok özelliği en çarpıcı haliyle önümüze seriyor. Uyuşturucu partisi sırasında birbirlerinin bacaklarını matkapla delmek, özel kremler kullanarak onlarca kişiyle grup seks ayinleri düzenlemek, bir haini ortaya alıp bıçaklarla nişan talimi yapmak bunlardan bazıları. Özel hayatlarında da benzer deneyimlerden bahsediliyor hatta. Hamile bırakılan ve ortadan kaybolan kadınlar, üst düzey yetkililerce evleri yakılıp sonra ‘kahramanca’ kurtarılan elit kadınlar, bir soruşturmadan aklanmak için kilolarca altın istenen iftiraya uğramış kurbanlar…

Birçok diktatörlükte görülen tuhaf benzerlikler de var tabii. Bunlar zaten distopik kurgunun kimi zaman açmaza girdiği tekrarlar sayılır hatta. Ama bir ayrıntı eminim ki okuyan herkesin tüylerinin ürpererek gülümsemesini sağlayacaktır. Bıçkın ve epey torpil geçilmiş bir damat karakterimiz var romanda… Hatta lider ‘beyefendi’ tarafından pek sevilmese de, ailedendir denip önemli görevlere getirilmiş. Ve bu damat, tıpkı Wikileaks belgelerinde ortaya çıkan bilgilerle ‘çok daha yakından’ tanıdığımız bizim damat gibi, biraz uçkuruna düşkün… Ve bu ayrıntı da gizli bir yazarın kaleme aldığı hikayelerle ortaya çıkıyor. Bu kısımlarda dönüp dönüp kitabın yazıldığı yıla baktığımı itiraf etmeliyim.

Opriçnik’in Bir Günü, iddia ettiği zaman aralığına sığdırdığı büyük bir toplum tahayyülünü oldukça etkileyici biçimde işlemiş. Belki klasikleşmiş bir distopyanın hazzını size sunmaktan uzak ama içerdiği metinlerarasılıkla edebi bir estetiğin peşinde koştuğunu söylemek gerek. Sorokin’in dili oldukça akıcı ve dipnotlar epey bilgilendirici. Bunda Zamyatin’in Biz’inden tanıdığımız çevirmen Eyüp Karakuş’un da etkisi var elbette. Bu türün meraklısı için gözden kaçırılmaması gereken bir eser.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.