Suriyeliler dönmeye zorlanamaz
Arzu DEMİR yazdı —
- El Kaide’nin Suriye kolu HTŞ’nin Suriye’yi ele geçirmesinin ardından dünyanın her yerindeki Suriyeli mülteciler için tehdit büyüdü. Birçok Avrupa ülkesi, başvuruları askıya aldı ve Suriyelileri geri göndermeyi tartışıyor. Gerekçe ise, “Ülkenizde savaş bitti.”
Göçmenlik ya da mültecilik, en başta bir güvencesizlik durumu. Birincisi; dönecek bir evin, köyün, yurdun artık yoktur. Ya da vardır, ancak uzaktadır ve senin dönebilme imkanın yoktur. En iyi ihtimalle uzunca bir süre.
İkincisi; hayatta kalmak için güvenli bir yer umuduyla, savaş, yoksulluk, baskı, ekolojik yıkım gibi nedenlerle yerini, yurdunu, anılarını geride bırakırken, sığındığın yerde de yabancı olmanın yarattığı güvende hissetmeme hali sürüp gidiyor. Dilini, kültürünü, halini, ahvalini öğrensen de bu duygu insanı terk etmiyor.
Türkiye’deki faşist rejimin mülteci haline getirdiği bizler gibi, politik sebeplerle mülteci olanlar, ait oldukları kolektif ortamlar ya da dayanışma ağları nedeniyle her zaman biraz daha şanslı diye düşünüyorum. Ancak hissedilen güvensizlik halini, elbette iltica edilen devletlerin mülteci ve göçmen karşıtı politikaları herkes için daha da büyütüyor. Geçtiğimiz haftalarda Belçika’da yapılan belediye seçimlerinde, Flaman faşist partilerinin temel sloganı, “Burada Flamanca konuşulur”du. “Türkçe konuş, çok konuş”un Avrupa versiyonu. Evden çıkıp caddeye her ulaştığımda karşıma çıkan “Flamanca konuş” tabelası, benim gibi politik mülteciler için de bir tehditti. Bu ırkçılığın yanına bir de devletlerin, göç ve sığınma yasalarında yaptıkları değişiklikler eklenince, sığınma hakkı giderek kullanılmaz hale geliyor.
El Kaide’nin Suriye kolu HTŞ’nin Suriye’yi ele geçirmesinin ardından dünyanın her yerindeki Suriyeli mülteciler için tehdit büyüdü. Birçok Avrupa ülkesi, başvuruları askıya aldı ve Suriyelileri geri göndermeyi tartışıyor. Gerekçe ise, “Ülkenizde savaş bitti.”
Hayır! Bitmedi! Suriye yeni bir savaş sürecinin içine girdi.
Elbette, dönen Suriyeliler olacaktır ya da HTŞ’nin vaat ettiği yaşamı doğru bulup dönenler de çıkacaktır. Ancak, “Yeni Suriye”nin HTŞ ile nasıl kurulacağı belirsizken, Suriyelilerin büyük bir kısmı dönmek istemeyecektir. Ayrıca, 13 yılda insanlar gittikleri yerde yeni yaşamlar kurdu. Bu yaşamlarını bırakmak istememeleri neden hakları olmasın!
Göçmen ya da mülteci karşıtlığı üzerinden siyaset içinde olduğumuz, emperyalist küreselleşme sürecinin en temel ve genel olgusu. Bu karşıtlık şimdi de Suriye’deki yeni durum nedeniyle güçlendiriliyor.
Türkiye’de de akın akın Suriyelilerin döndüğüne dair bir propaganda yapılıyor. Bunun ne kadar gerçek olduğu, Türk egemen medyasının, sarayla olan angajmanı düşünüldüğünde elbette tartışmalı hale geliyor.
Resmi verilere göre; Türkiye’de kayıtlı göçmen sayısı 4 milyon 600 bin. Gazeteci Ercüment Akdeniz’e göre; Türkiye'de 2 milyon 900 bin Suriyeli bulunuyor. Geriye kalansa, Uygurlar, Iraklılar, İranlılar ve başta Sudanlılar gelmek üzere Kuzey Afrikalılardan oluşuyor. Ülkelerindeki iç savaşa bağlı olarak insanların özellikle Suriye ve Afganistan’dan bu kaçışları tam bir felaketin sonucuydu.
13 yıl sonra savaştan kaçıp gelen Suriyeliler, yeni bir kaosun içine sürüklenmek isteniyor.
Yine bir “Suriyeliler dönsün” rüzgarı estirilirken, son bir hafta içinde Türkiye’de göçmenlerle ilgili iki önemli gelişme daha yaşandı.
Gabonlu üniversite öğrencisi Dina’nın öldürülmesi davasında karar çıktı. Davanın tek sanığı olan Dursun Acar’ı mahkeme beraat ettirdi. Dina için de adalet yerini bulmamış oldu. Bu dava bir kadın cinayeti davası olduğu kadar, ırkçı cinayet davası da. Dina’nın Afrikalı olması kolayca gözden çıkarılmasının, öldürülmesinin zemini oldu kesinlikle. Ailesinin anlatımlarına göre; kendisi de defalarca ırkçılığa maruz kaldığını, cinsel ilişkiye zorlandığını söyledi. Sonunda, bir kadın cinayeti ve ırkçı cinayet davası cezasız kaldı; hem fail Dursun Acar hem de diğer failler, hayatlarını genç bir kadın ölmemiş gibi devam ettiriyor. Bu cezasızlık politikası, onların yeni suçlar işlemesinin de sebebi olacak. Çünkü, cezasızlık, erkek yargının, erkeklere, suç işlemeleri için önceden verilmiş bir af çekidir.
Bir diğer önemli mesele ise Afgan Vezir Muhammed Nourtani davası. Nourtani kaçak bir maden ocağında çalışıyordu. Patronları tarafından yakılarak katledildi. Adalet arayan ailesi, sınır dışı edilmekle tehdit edildi. Bu davada da 20 Aralık’ta karar çıkması bekleniyor.
Mülteciler için Türkiye’nin de güvenli olmadığını gösteren sayısız örnek söz konusu. Bu sadece “mülteci statüsü”nün hukukta olmamasıyla ilgili bir mesele değil. Elbette, bu statü olmadığı için uluslararası koruma haklarından mahrum bırakılıyorlar. Buna ek olarak, toplum da hızlıca, yanı başındaki mülteciye karşı düşman kesilebiliyor. Yoksul bir emekçi kendi yoksulluğunun sebebi olarak komşusu olan Suriyeli bir mülteciyi görebiliyor. Sık sık özellikle Suriyeli mültecilere yönelik linç girişimleri yaşandı. Sadece Afganistanlı Nourtani değil, Suriyeli mülteci işçiler yakılarak öldürüldü.
Dün 18 Aralık Göçmen Günü’ydü. Bu vesileyle hatırlatmak istiyorum; hangi boyutta olursa olsun göç ve özel olarak da mültecilik sorunu siyasal bir sorundur. Onu besleyen ve milyonlarca insanın yerini yurdunu terk ederek göç etmek zorunda kalmasının sorumlusu, kapitalist emperyalist sömürü ve savaş sistemidir. Suriyelilerin ülkelerini terk etmesinin sorumlularından biri de faşist şeflik rejimidir. Avrupa Birliği de bu suçun faillerindendir elbette. Bu nedenle, Suriyeliler, ülkelerine dönmeye zorlanmamalıdır.