Beş cinayetli bir yangının gösterdikleri
Arzu DEMİR yazdı —
- Döndüğünde yanmış bir ev ve çocuklarının yanmış bedeniyle karşılaşan Melisa, adli kontrol ile serbest bırakıldı. Her anne mükemmeldir, annelik yücedir, demiyorum. Böyle de düşünmüyorum zaten. Melisa’nın bir anne olarak kusurları olabilir. Ama bir suçlu, bir fail aranacaksa, o Melisa değildir.
İzmir’in Selçuklu ilçesinde yaşanan vahşet üzerine yazmak, anlatmak gerçekten zor. 5 küçücük çocuk, yoksul oldukları için yanarak can verdi.
Barakadan bozma bir evde yaşıyorlardı. Evin yan tarafı da ahırmış. Soğuk havada, derme çatma bir soba ile ısınıyorlarmış. Sağlıklı barınma, beslenme, ısınma, özcesi insanca yaşama hakkından yoksun bırakılmış bir aileden söz ediyoruz. 27 yaşında genç bir anne, hapishanede bir baba. Bu lanet kapitalist sistemin, faşist rejimin sillesini yemiş insanlar.
Fadime Nefes, Funda Peri, Aslan Miraç, Masal Işık ve Aras Bulut. Bir filmin karakterlerinin isimleri gibi. Ama bir film değil yaşatılanlar; ne masal gibi bir yaşam ne de bulutlar üzerinde bir mutluluk. Yoksulluk var, bıktıran, çaresiz hissettiren, kimi zaman da umarsızlaştıran bir yoksulluk.
Haberlere göre, annenin topladığı hurdadan, plastikten gelen gelirle karınlar doyuruluyor. Komşulardan bazıları da arada bir yemek veriyormuş.
Kapitalizm aynı zamanda çürütüyor, hele faşizmin aptallaştırıcılığıyla birleşince, çürümenin ucu bucağı olmuyor. Bir kere vicdanlar köreliyor, akıllar cehaletin esiri oluyor.
Bu olayın ardından anne Melisa Akcan’ı suçlayanlar çok oldu. Döndüğünde yanmış bir ev ve çocuklarının yanmış bedeniyle karşılaşan Melisa, adli kontrol ile serbest bırakıldı. Her anne mükemmeldir, annelik yücedir, demiyorum. Böyle de düşünmüyorum zaten. Melisa’nın bir anne olarak kusurları olabilir. Ancak onu konuşmak ne benim ne de başkasının haddidir. Ama bir suçlu, bir fail aranacaksa, o Melisa değildir.
Faillerden biri dün Meclis’te konuşuyordu; AKP Grup Başkan Vekili Özlem Zengin. Sonradan görme burjuvaların görgüsüzlüğüyle verdikleri maddi yardımı tek tek saydı. Yoksulluğu ağzına almadan “yaşanan parasal sebepler değil” dedi. “Başka sebepler var” diyerek aileyi, anneyi suçladı. Ortaya bir sis bombası attı ve o belirsizlik içinde anne Melisa, suçlu olarak kaldı. Fail Özlem Zengin bir fail olarak konuştu. Bu normal olan.
Ama…
Her vahşetin ardından kameralara konuşmaya bayılan kimi komşular! Bu nasıl bir iştah! Anne çocukların üstüne kapıyı kilitlemişmiş, kapılarda kilit yokmuş ama pvc kapı olduğundan kapıyı çekip pvc kolu çıkartıp ayrılıyormuş vs…
Bir yası paylaşma duygusundan, empatiden de yoksul bir insanlık hali. Biraz sakin! En azından biraz bekleyin.
Öncelikle en büyük suç, bir ailenin, o barakada yaşamak zorunda bırakılması. Yoksulluğa terk edilmesi.
Sosyal Hizmetler Müdürlüğü, aileyi 18 kez ziyaret etmiş! Tebrikler! Bir altın madalya takalım mı? Çocukları devlet korumasına almak istemiş de aile vermemiş de! Peki sonra ne yapmış? Aileye insanca bir yaşam sunmuş mu?
Elbette hayır!
AKP iktidarının yoksullukla mücadele stratejisi yok ki, tüm kapitalist devletler gibi. Yoksulluğu bir politik kriz, başka bir ifade ile bir isyan sebebi haline getirmeme politikası var. Bunu da sosyal haklarla değil, “yardım” adını verdiği sadakalarla yapıyor. Tam da "Derin Yoksulluk Ağı" kurucusu Hacer Foggo’nun dediği gibi, “Bu çocukların da annenin de hayatı bir hiç çünkü, görünmezler, yoksulluğu bir gıda kartından, bir koli erzaktan, bir 'seçimden', ibaret sanan bir politika anlayışı var. Hiçbir kamu kurumu bu durumla yüzleşmiyor.”
Bu yazdığım klişe gelecek biliyorum, ancak klişeler her zaman kötü değildir. Bu çocukları kapitalist sistem ve faşist şeflik rejimi öldürdü.
Annenin, ailenin hiç mi suçu yok?
Bu soruyu soranlar var hala.
Var elbette!
Ancak kapıyı çocukların üstüne kitlemek değil bu suç.
İsyan etmemek!
Sadece onların suçu mu?
Hayır!
Yıllar önceydi. Toprağı bol olsun, Vedat Türkali’nin bir söyleşisi vardı. Ne zaman yoksulluk kelimesini duysam, o gelir aklıma. “Ben yoksulluğumdan hiç utanmadım. Çünkü bu yoksulluk beni komünist yaptı” demişti.
Kapitalizmin gadrine uğrayanların, yoksulların hanesine yazılacak bir suç varsa eğer, o da yoksulluğun altında ezilmek yerine, o yoksulluğu bir silaha dönüştürememek, isyan edememektir.
Bizden çalınan hayatı, zenginlerin elinden geri alamamaktır.
Bin odalı Saray’ı faşist şefin başına yıkamamaktır.
Yoksulluk kader değil, olmamalı!
Gelir dağılımındaki, dünya nimetlerinin paylaşımındaki adaletsiz o kadar büyüdü ki! Emekçilerin açlığı, yoksulluğu, burjuvazinin zenginliği, serveti oluyor. Bu düzen değişmezse, daha çok can kayıp gider. Sonra da toplum, asıl suçluları görmez, komşusunda suç arayarak, biraz daha çürür.
Kapitalizmin insanlığın sırtında nasıl bir yük ve bela olduğu, coronavirüs salgını sırasında görülmedi mi? Salgının ilk döneminde, yaşlı nüfus, âtıl, işe yaramıyor diye ölüme terk edilmedi mi? Sermaye birikiminin bu kadar yoğun olduğu, bilim ve teknolojinin bu karar ilerlediği bir dönemde, kapitalist sistemin sağlık sistemi neden işlemedi? Ya da zengin Kuzey Avrupa’da birkaç kez aşılama yapılırken, Afrika kıtasına aşı gönderilmemesinin faili kimdi?
İnsanlık bu kapitalizm belasından kurtulmak zorunda. Sosyalizmin “en kötüsü” bile, kapitalizmden iyidir!