"Aşiret" ile yapılmak istenen…
Forum Haberleri —
- Kürtlerin hepsi aşiret mensubu olmadığı gibi, çoğu aşiret de farklı idari, siyasi ve kültürel niteliklere sahiptir. Kürt kültürünün beslendiği bütün hatlar aşiretlik dışında gelişmişlerdir diyemeyiz ama bunların varlıklarını da inkar edemeyiz.
Xwedêda DİLXERÎ
Kürt etnogeneziyasının (Etnogenez: Halkların şekillenişi ve tarih sahnesinden silinişinin çeşitli süreçlerini inceleyen bilim dalı) mutlak ve değerli yapı taşlarından biri aşiretlerdir, daha doğrusu bunları sürekli yeniden üreten Kürdistan’daki köklü aşiret geleneğidir. Modern Kürdoloji alanında önemli bir yere sahip olan ve 20. yüzyılın görüşlerini özetleyen Minorsky'nin de belirttiği gibi, burada bahis konusu olan çeşitli somut yapıların bugün Kürt olarak bildiğimiz oluşumdan daha eski olma ihtimalini göz önünde bulundurduğumuzda, biraz da romantik bir deyimle, onlara tarih sayfasında Kürtlüğü kendilerine yurt edinmiş kadim Mezopotamya ve Medya topluluklar diyebiliriz. Bu yüzden her türlü hafızaları ziyadesiyle değerlidir, fakat bunlar özünde kendileriyle ilgilidir ve aktarılan da Kürt tarihi ve kültürü ile o düzeyde özdeşleşmeyen, sadece onun bir alt kategorisini oluşturan, siyasi ucu açık, aşiret geleneğinin hikayesidir.
Avrupalılar genel olarak kabilecilikten, ki aşiretçilik bunun bizdeki şeklidir, kabile toplumlarından her zaman tiksinmişlerdir. En azından Darwinizmi tarihsel gelişim kavramının mantığı olarak kabul ettiklerinden beri kabileciliği geri kalmışlığın ve ilkelliğin resmi olarak görmüşlerdir. Avrupalıların bu tür toplumsal oluşumlara yönelik reddi, muhtemelen her yerde, sömürgecilikte olduğu kadar emperyalizmde de, kitlesel katliamlar ve yerli halkların köleleştirilmesi gibi tüm yıkıcı sonuçlarında da gözlemlenebilir. Henüz bunun bir sonucu mu artık, fakat bugün sosyal bilimlerde aşiret denince bu evrimsel bir bakış açısıyla idrak edilmektedir. Halk veya toplum gibi daha kompleks ve kapsamlı oluşumlardan önce gelen, ancak temel yöneliminde aynı antropolojik ihtiyaçlara karşılık veren sosyal ve siyasi evrimin temel halkalarından biri olarak tasavvur edilir. Bu da tabii ister istemez dünya görüşü ve siyasi tavır yolu ile bu geleneği belirli bir algılama şekline yönlendiriyor. Hal böyle iken, kimine göre aşiret aslında nötr bir sosyal algı ile anlaşılmalı kimi ise bunu ideolojik bir perdeden buna uygun bir bakış açısıyla yargılamak suretiyle ilkellik, gericilik olarak veya buna benzer sıfatlarla itham edebiliyor. Doğrusu sadece materyalist bir pozisyon ile bu ikisinin arasında kendinize bir manevra alana açabilmeniz mümkün oluyor. Aksi takdirde, kendinizi bir anda konuya zerre kadar değinmeyen, bunun yerine uzaktan laf kalabalığı yapan ifadeler ve basmakalıp sözlerden oluşan sonsuz bir girdabın içinde bulursunuz.
İbn-i Haldun'dan bu yana, göçebe yaşamın Kürdistan için olduğu kadar komşu bölgeler için de en katlanılabilir yaşam biçimi olduğu konusunda genel kanaat var. Öyle ya, yüksek dağ yaylaları ve büyük su damarları boyunca uzanan yemyeşil ovalar, insanları göçebe ya da yarı göçebe bir yaşam sürmeye zorlamış. Bu, topraktan, sudan yararlanmanın en verimli yolu olsa gerek. Sonra, başlıca ticaret yolları çoğunlukla bugünkü Kürdistan'ın içinden değil, etrafından geçer. Bu durum elbette toprağın ekonomik canlılığı ve tarım şekli üzerinde önemli bir etkiye sahipti. Eğer büyük ticaret yolları ve ticaret merkezleri olsaydı, insanlar yerleşik bir hayat sürmeye, özellikle de geçimlerini bu yolla sağlamaya daha meyilli olacaklardı.
Bu işin birazda materyalist yönü, aslında bir de bunu destekleyen din ile izah etme şekli var. Bu yönde tarihsel beklenti Mezopotamya ve İran'daki aşiretlerin uzun zaman önce ortadan kalkmış olmasıydı. Ancak İslamın bu geleneği daha da güçlendirdiği ve hatta geniş perdede desteklediği yönünde görüşler de mevcut. Diğer tek tanrılı dinlerin aksine, İslam'da her yerde ibadet edebilirsiniz ve bunun için mutlaka bir camiye ihtiyacınız yoktur. Bu durumun göçebe ve yarı göçebe yaşam tarzına teşvik etmesi mümkündür.
Belki de bundan olacak ki Orta Doğu coğrafyasının köklü topluluklarından olan Kürtler ve onların aşiret geleneği çok eskilere dayanmaktadır. Hatta çok ilginçtir, eskiden Kürtçenin bu geleneği bugün büyük resimde bir arada tutan kendine öz bir sözcük hazinesinin olduğu bile iddia edilmektedir. Bilindiği gibi bugün Kürdistan ve komşu bölgelerdeki tüm ana terimler ya Arapça ya da Türkçe/Moğolcadır (esir(et), êl, qebîle, tayfe vs.). Eğer bu doğruysa, bu gelenek Arapların ve daha sonraki Türk-Moğolların istilasından daha öncesine gidiyor demektir.
Kürt aşiret geneleği, Batı İran aşiretçiliğinin üç türünden biridir ve bunlar komşu Türk ve Arap türdaşlarından yapısal ve örgütsel olarak farklıdırlar. Kürtlerin yani sıra komşuları Lurlar ve kimine göre konuştukları dil Kürtçeye en yakın dil olan Beluçlar da bu toplumsal örgütlenme biçimini seçen diğer İranî halklardır. İranî aşiret geleneklerinin temel özelliği, Kürtler arasındaki bend olgusu gibi mitolojik olarak da dikkate alınan hatırı sayılır siyasi ittifaklarla sonuçlanmasıdır. Bahtiyari veya Mameseni gibi büyük Lur aşiret federasyonları da bu aşiret ittifaklarının iyi örnekleridir. Beluç, Kürt ve Lur Mir hanedanlıkları da bu kategoride değerlendirilebilir. Bunlar aynı zamanda klasik Kürt ve Lur aşiret toplumunun siyasi tezahürü olarak da algılanabilir. Bir de bu Mirliklerin idari ve coğrafi dağılımlarına baktığımızda, toplulukların siyasi ve koruma olanaklarını ve aynı zamanda sınırlarını aşağı yukarı sezebilme şansını elde edebiliyoruz. Koruma reflekslerinde çoğu zaman dışa karşı değil de birbirlerine endeksli olduğunu elimizdeki bir çok kaynaktan çıkarabiliyoruz. Bir diğer nokta ise, İslam dünyasında iç çatışmaların ve cepheleşmelerin yavaş yavaş ortaya çıkmasıyla birlikte yeni merkezlerin ve güç odaklarının ortaya çıkmış olmasıdır. Ne yazık ki Kürtler de kendilerini tüm bu merkezler arasında açılan cephelerin ön saflarında bulmuşlardır. Aşiretçilik ve özellikle onunla bağlantılı siyaset, Kürtlerin siyasi hafızasında hala bu parçalanmışlığın ve bölünmüşlüğün bir ifadesidir.
Aşiretlerin asıl gaye ve amaçları ekonomik nedenler olduğu için, aslında etnik aidiyet ve bu konudaki süreklilikte onlarda pek öyle güçlü olmamıştır. Bu özelikle sınır hatlarında yaşayanlar için geçerlidir. Siyasi ve iktisadi çıkarlar doğrultusunda sürekli dönüşümlü kimliklere sahip olagelmişler, bilhasa göçebe aşiretler. Şurada Kürt olan bir aşiret 100 km. ileride Lur veya Türkmen lisanını konuşmak suretiyle Lur ya da Türkmen/Azeri olabiliyor, tabii tersi de geçerli. Dili bir kenara bırakırsak, bu Güney Zagroslarda Lur ve Kuzey Zagroslarda Kürt olarak anılan aşiret yapıları arasında ayrım yapmak bir hayli zordur. Bu bize aşiretlerin pek çok açıdan kendi ajandalarına sahip olduklarını, onların ekonomik ve dolayısıyla sosyal ve politik çıkarların birleştiği mecralar olduğunu gösteriyor. Sallantılı kimlikleri, birbirleriyle olan ittifakları ve siyasi faaliyetleri, güçlü iktidara olan yakınlıkları ile aslında siyasi anlamda Kürt toplumunu temsil etmek konusunda bir ölçüde diskalifiye olduklarını bize gösteriyor. Sosyo-politik açıdan bakarsak günümüz açısından da politik açıdan oldukça sorunlu yapılardırlar. Kapsamlı olmaktan ziyade spesifiktirler. Birleştirici değil, ayrıştırcıdırlar. Oysa Kürt siyasi hareketinin kendine öz bir şekli ile geliştirdiği birey ve toplum eksenli tarih anlayışı bunun tam tersi istikamettedir.
Bir de son dönemde gelişen bir başka bakış acısına göre de Kürt kültürü ile aşiret kültürü aynı özneye temas etmesidir. Bunun ne kadar doğru olduğu da tartışılır aslında. İlginç olan burada belki de asıl bu işin siyasi boyutudur, bunu kullanarak siyasi bir konum elde etmek ya da mevcut konumlarını Kürt tarihine sürmektir. Max Weber'in geleneksel otorite teorisinden yola çıkarak, güncel Kürt otoritelerinin mevcut toplumsal dönüşüm sürecinde kendi konumlarını nasıl yeniden tanımladıkları açıklanabilir. Tüm aşiret "tarihleri" ve anlatıları bu bağlama girer ve ne yazık ki çoğu zaman yeterince detaylandırılmamışlardır ve öncelikle kendi geleneksel otoritelerinin anlatısına hizmet etmeyi amaçlarlar; bu geleneğin koruyucusu olarak anlatıcı da geleneksel otoritelerin onaylanması yoluyla topluluk içinde yeniden değer kazanır. Şimdi Yaşar Kaplan’ın kaleme aldığı "Aşireti Ortaya Çıkaran Temel Etmenler“ adlı makaleyi hatırladım. Kürtlerde aşiretleri ortaya çıkaran iki çeşit etmen varlığından bahseder kendisi, birine biz genetik diyelim, daha çok doğrudan birbirine bağlı olan (akrabalık vs.), bir digeri de, biz buna organik diyelim, daha çok aşamalı üremenin sonucunda meydana gelen oluşumların, köy → kabile –> aşiret → konfederasyon → mirlik. Mirliklerin otonomisi ve Kürt siyasi hafızasındaki yeri farklı olmakla beraber, sonuçta bunların vasal oluşumlar oldukları ve bunda doruklandıkları da bilinir. Aşiret toplumunun siyasi olarak ulaşabildiği en doruk nokta mirliklerdir. Osmanlılar ve İran hanedanları tarafından ortadan kaldırılmış olmasalardı daha ileriye gidebilirler miydi? Bunu söylemek zor, ancak tarihi neden son buldukları yerden yeniden başlatmak gerektiğini, izah etmek zor. Aşiret üzerinde otorite iddasında bulunmak aslında bu anlatı daha doğrusu o evrilme üzerinde iddiada bulunmaktır. Bunun mesruiyeti de gerçekten mevcut durumda anlaşılır gibi değil.
Kürt kültürü içerik olarak hepsi ile birden özdeşleşse de, aslında hem tarihi kodları hem de kendi iç farkındalığı itibariyle dıştan bunlardan farklıdır. Bilhassa Kürtlerin hepsi aşiret mensubu olmadığı gibi, çoğu aşiret de farklı idari, siyasi ve kültürel niteliklere sahiptir. Kürt kültürünün beslendiği bütün hatlar aşiretlik dışında gelişmişlerdir diyemeyiz ama bunların varlıklarını da inkar edemeyiz. Bunun dışında bugün artık aşiret yapılarının Kürdistan’da üretken bir anlam kazanabilecekleri bir alan kalmamıştır. Aşiretler güncel durumda Kürt özgürlük mücadelesi için siyasi olarak anlamsızlaşmışlardır; ne Kürt kimliğinin kapsamında, ne de Kürt kültürünün içinde bir anlam ifade etmektedirler. Hani biraz dışta kalmış gibiler, kurumuş çeşme misali.
Fakat yine de köy köy, kasaba kasaba gezip aşiretler ve onların birikimi insanlara sunuluyor. Kürt folklor ve gelenekleri sadece onlarınmış gibi yansıtılıyor. Bunun nedeni ise kendilerine Kürdistan’da siyasi bir yol açmak olduğu kesin. Karşılarında artık siyasetleşmiş ve özgüvene sahip bir Kürtlük olduğu için, bu sefer aşiretler üzerinden bunu nasıl gevşeteceklerinin yolunu arıyorlar. Niyet aslında biraz da Avrupa’da gayet iyi siyaset modeli haline gelen kırsalı kente karşı örgütlemek ve olmayan Kürt muhafazakârlığını kırsalda güçlendirmek, bu doğrultuda ilk başlarda daha çok eleştirisel olan aşiretlerle ilgili söyleme pozitif bir ton verip onlarla bağdaşlaştırılan bilinç güçlendirilmek isteniyor. Eğer bir Kürt muhafazakarlığı olacaksa bence bunun din yerine aşiret olgusunu temel alması daha makul, fakat şu an yapılanın son tahlilde aşiretçiliği siyasi olarak dine yormak olduğunu açıkça görüyoruz.